Geçen hafta Erich Fromm'dan ana çizgileriyle aktarmaya çalıştığımız Batı'daki ferdîleşme sürecinin de ortaya koyduğu üzere insan, kendisi gibi insanlar ve tabii çevre ile birlikte yaşama konumunda olan bir varlıktır. Onun daha başka birtakım temel hususiyetleri gibi, varlığının en derin boyutlarından birini oluşturan bu hususiyeti asla değiştirilemez.
Fromm, Balzac'ın "İnsan için en ızdırap verici şey, manevî yalnızlıktır." sözünü de aktarır. Hayvanların bile toplumlar halinde yaşadığı bir dünyada, tabiatı gereği medenî bir varlık olan insanın ihtiyaçlarını tatminde en önemli bir unsur, kalbine karşı sevgisini, şevkini, "kıvancını, tasası"nı, başarısını, başarısızlığını kendisiyle paylaşabileceği bir kalbin bulunması, kendisiyle aynı kadere sahip bir arkadaşının olmasıdır. Bu ihtiyaç, para ile, ekonomik, sosyal ve siyasî faaliyetlerle, hukukî düzenlemelerle asla giderilemez. Özellikle insan, hemcinslerinden kopup fert halini aldıkça, ya daha çok karşılıklı sevgi ve ihtiyaç tatminine dayalı, yani sahih cemaat içi bir faaliyetle kendini dış dünyaya bağlayacak ya da modern dünyada görüldüğü üzere, ferdî hürriyetini yüzlerce "sosyal, siyasî, ekonomik..." kuruma, şahıslara, sistemlere emanet ederek, pek çok sözde tanrıya kul-köle olarak belli bir güvenliğe ulaşmaya çalışacaktır.
İslâm, bir aleti tanıtan kılavuz kitap veya broşür gibi, bir insan ve kâinat tercümesidir. Kur'an, ona "fıtrat", yani varlığın modeli, bütün değişmez temel hususiyetleriyle varoluş adını verir. Ve İslâm, ibadetlerin bile cemaat halinde edasını talep etmekle, fertlerin bir yandan ferdiyetlerini, ferdî mizaç ve karakter farklılıklarını koruyarak, ama diğer yandan birbirleri içinde eriyerek, Kur'an'ın tabiriyle kurşundan bir bina gibi sağlam bir cemaat olmalarını ister. İbadetlerin ifasını cemaatin, cemaatleşmenin temeli yapar.
Cemaatleşme, bir bakıma kendiliğinden ortaya çıkan bir olgudur da. Bilmediği yerde yapacağı en kısa bir yolculukta bile kendisine kılavuz arayan insan, Âhiret yolculuğunda dünyada kendisine rehberlik veya mürşidlik yapacak birini arar. Bu rehber veya mürşid, resmî bir şahıs değildir ki, tayin edilsin. Ölüm öldürülmedikçe, Âhiret yok edilemedikçe cemaatler olacaktır. İnsan için en hayatî bir ihtiyacın tatminine dayanan bu vakıaya hiçbir sistem ve otorite karşı çıkamaz, mani olamaz.
Bütün insanlar aynı malzemeden yapılmıştır, aynı unsurlardan müteşekkil olup, aynı yapıya ve birbirleriyle temel insanî paydayı oluşturan pek çok ortak hususiyetlere sahiptir. Bunun yanı sıra, insanlar, hücrelerindeki DNA'lara ve parmak uçlarına varıncaya kadar birbirlerinden farklıdır da; mizaçta, karakterde, tercihlerde, konuşmada, tavır ve hareketlerde, simada ve kabiliyetlerde başkalarından ayrılmakla ferdiyeti teşkil eden bu farklılık da cemaat halinde yaşamanın temel unsurudur. Çünkü insan, bu farklılıklarının ürünlerini, sonuçlarını diğerleriyle paylaşarak hayatını sürdürebilir.
Cemaatlerin ve cemaatleşmenin Türkiye'ye hiçbir zararı yoktur. Özellikle dini yaşama temelinde oluşan cemaatler olmasaydı, Cumhuriyet Türkiyesi'nde Din'e belli ölçülerde cephe alınmasından kaynaklanan ve başka bir şeyle asla doldurulamayan boşluk, nesilleri bütünüyle yutabilir ve toplumumuz, alabildiğine yoz, yobaz, anarşi ve kaosla delik-deşik bir toplum haline gelirdi. Cemaatler bunu önlediği gibi, Türkiye'nin sosyal hayatına, ekonomik gelişmesine, özellikle kamu güvenliğine en büyük katkıyı yapmışlardır ve yapmaktadırlar.
Bazıları, cemaatler çıkar gütmesin diyor. Şahsî çıkarlar adına sermaye birleştirip holdingler kurmak normal de, bir cemaat fertlerinin imkânlarını birleştirip hem millete hem kendilerine hizmet etmesi neden yadırgansın? Binlerce insanın yazın yazlığa kışın kışlığa harcayacağı paraları millete, Din'e hizmete kanalize edip milyonlarca insana dini anlatma, onları suçtan alıkoyma, topluma kazandırma ne kadar büyük hizmet değil mi? Şu kadar ki, cemaatler insanların ihtiyaçlarını ve bu ihtiyaçların giderilmesi için yaptıkları katkıları istismar etmesinler.
Zaman gazetesi