Dr. Abdulkadir Turan / Doğruhaber
Cemaatler, tarikatlar ve zübükler…
İslâmî cemaatler ve tarikatlar, büyük İslam medeniyetinin toplumsal yapılanmasının bakiyesidirler. Yasaklandılar, yeniden varlık göstermemeleri için her tür yasal haktan yoksun bırakıldılar. Kusurları mercekle arandı. İyilikleri taşlandı, kötülükle karşılık buldu. Ama her musibette en öndeler.
Sahi cemaat ve tarikatlar olmasa toplum desteği olmadan baş edilemeyecek iç ve dış musibetleri hafifletmek için kim koşturacak?
Sel baskını, depremler… Akla gelen ve gelmeyen hangi musibet varsa onların yardım elini uzatmadığı ne var?
Üstelik sürekli hedefteler. Seküler Sol çevrelerle, seküler ırkçılar onları hep vurdular. Onları itibarsızlaştırmak için devletin bütün imkânlarını kullandılar.
Yetmedi, geçmişin medyasında aleyhlerinde olmadık hikâyeler uydurdular. Bugünün sosyal medyasında gecelerini zevk u sefada geçirip sabaha doğru eve vardıklarında gevezelik mahiyetinde bile onlarla alay ediyorlar, aşağılıyorlar, iftira atıyorlar.
Devletin içindeki bir yapı hâlâ onlara güvenlik sorunu gözüyle bakıyor. Zil zurna içip eline geçen ne varsa yiyip bitirecek bohemler memuriyet için güvenlik soruşturmalarından bir çırpıda geçerken herhangi bir cemaat veya tarikata yolu düşen gencin dosyası defalarca tetkik edilebiliyor.
Onları eleştirenler sadece sol ve ırkçı çevreler de değildir. “Eleştirel bakış” hevesine kapılan akademisyen, bir gece olsun büyük kanallarda konuk olmayı isteyen entel gazeteci, televizyonunda muhabirlikten sunuculuğa yükselmeye heveslenen yeni yetme muhabir, onların aleyhinde bir haber bulmak için çırpınıp duruyorlar.
Özellikle “eleştirel bakış”a bakmak gerek. Arkadaş, daha mükemmele ulaşmak için eleştir, kabul! Ama senin bu eleştirin neden hep dindara? Bu seküler dünya, dernekler, yapılar, şirketler… Hiç mi yanlış yapmıyor? Onlara da bir çatsan? Hayır, aldanmışlar, bizi de aldatmaya çalışıyorlar ya da “okumak” onları aydınlatmayınca ahmaklaştırmış. Ondan da ötesi “zübük”lük.
“Zübük”, kendi çıkarı için her yolu mubah görendir. Hiçbir karşılık beklemeden koşturanlara çıkarı için iftira atanlardan daha zübük kim olabilir?
Nankör ve zübüklere rağmen fedakârlıktan yorulmayan cemaat ve tarikat ehli, insanlığın yüz akıdır.
Onlar, İslam’ın ve İslam medeniyetinin söz konusu iyilikseverlik olunca nasıl bir insan yetiştirdiğinin göz önündeki ispatıdır.
Kötülük yapana iyilik yapmak… Yaradılanlarca takdir görmediği hâlde Yaradan’ın rızasını umarak yaradılanların yaralarını sarmak için çırpınmak… Bunun adı insanlıktır, bu yüceliktir. İslam, insanı yüceltir.
İslam’ın “isâr” kavramı, onlarla yaşıyor. Onların yardımları, yalılarının yırtıklarını, paralarının artıklarını verip bunun üzerinden bin bir reklam yapanların yaptıklarına hiç benzemiyor.
Onlar muhtaç iken başkalarını kendilerine tercih edip veriyorlar. Onlar aç iken doyuruyorlar. Onlar giysisiz iken giydiriyorlar. Ama artıklarını vermeyi dahi ahmaklık sayanlar, onlardan daha çok takdir görüyor.
Kendini aşıp yükselmek, yücelmek bu değil de nedir? Bu, öyle bir yücelik ki zübükler bunu anlayacak kadar aşağılardalar!
Bir de öbür yana bakalım! Dün, kahramanlığı yağmalayanlar, bugün “iyiliği yağmalıyorlar.” İyiliği yağmalamak, yardımları yağmalamak değildir. Dün başkalarının kahramanlığını çalıp kendilerini kahraman ilan edenler vardı. Bugün de başkalarının iyiliğini çalıp kendilerini iyiliksever ilan edenler var.
Onları anlamak gerek: Telaşlılar. Zira musibetler, sekülerlik ve ırkçılığı eritir. Türkiye’de 1999 depremi bunun en yakın ve güçlü kanıtıdır. Erime telaşı, sekülerleri iyilik yapmaya taşımışsa bundan mutlu bile olmak gerek. Irkçılığa gelince şeytanı kılavuz edinmekten vazgeçmeyenin sonu elbette hüsrandır.