Son yüzyılın en büyük kuramcılarından John Rawls, özgürlüğün, servetin hakkaniyetli olarak dağıtılmasını öngören Adalet Kuramı’nı herkesin tüm kimliklerinden, bilgilerinden, servetlerinden arındığı bir “Cehalet perdesi/peçesi”nin arkasında kurmayı teklif eder. Cehalet, burada adaletin, hakkaniyetin önünü açacaktır.
Haftalardır Türkiye’de yürüyen yargı tartışmasının arkasında yapıldığı Cehalet Perdesi ise tam tersine bir işlev görüyor: Adaletsizliğin sebebi oluyor, hakkaniyetin üzerini örtüyor.
Son HSYK değişikliği hakkında atılan “Yargı Bağımsızlığı tehdit altında” çığlıklarının bir kısmının sebebi bu cehalet olabilir, ama değilse de bu kurnazlıktan başka bir şey değildir.
Ama hakikati tüm çıplaklığıyla ortaya koymadan kimin cehaletten kimin kurnazlıktan bağırdığını anlamak, mümkün olmaz.
Kulislerde konuşulan, herkesin bildiği ama kimsenin açıkça anlatmadığı Yargı’nın hikâyesidir bu. Hikâye bire bir muhataplarından teyitlidir, pek çoğu kesin bilgidir, yayılabilir…
Genelde yanlış bilinir. Frankenstein o ucube yaratığın değil, ölümsüzlüğe çare bulmak gibi ulvi amaçlarla o yaratığı yapan doktorun (Tıp öğrencisi Victor Frankenstein) adıdır.
Bu hikâyede Dr. Frankenstein’in kim olduğunu hep birlikte arayacağız. Ama bunun için önce bu ucube nasıl ortaya çıktı buna bakmak gerekli.
Cemaat mensuplarının sistematik bir şekilde yargıya girmeye başlamasının tarihini 1980’lerin ortasına kadar götürenler var. DYP-SHP iktidarında hatta 28 Şubat döneminde yargı ve yargı bürokrasisine geçişler sürer. Bir iddiaya göre dönemin Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş’ın bile yakın çevresine kadar ulaşmış, kendini iyi saklayan bir yeni yargı kuşağıdır bu.
Daha sonra yargıdaki bütün operasyonları beyin kadrosunun Adalet Bakanlığı’na geçişi ise DSP’li Hikmet Sami Türk döneminde gerçekleşir. İlk Dr. Frankenstein’a ulaştık.
1991-2001 arası edinilen mevziler ve kurulan network sayesinde 2002’den sonra üstelik Kemalist HSYK eliyle önce Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve ardından Özel Yetkili Mahkemeler’de kritik savcılıklar ve hakimliklere nüfuz edilir.
İlginçtir ve pek sorgulanmamıştır. Ergenekon ve benzeri soruşturmaları yürüten savcılar ve hakimleri 2007’den önce Özel Yetkili Mahkemelerdeki o pozisyonlara daha sonra tasfiye edilecek o Kemalist HSYK getirmiştir. İki numaralı Dr. Frankenstein.
Eski HSYK, kendi elleriyle kazdığı mezarın farkına 2007’de Ergenekon soruşturmalarının başlamasıyla varır. (2006’daki Ferhat Sarıkaya örneğini tekil bir örnek olarak değerlendirirler.)
Ama iş işten geçmiştir. Çünkü 2007’den sonra hem Adalet Bakanlığı bürokrasisinde üst düzey pozisyonlar kontrol altına alınmıştır hem de Ergenekon davaları üzerinden hükümet ve kamuoyunun davalara desteği bu savcı ve hakimleri koruma altına almıştır.
2007’den 2010’a kadar bir tarafında asker ve yargının karşısında sivil iktidar, liberaller ve özgürlükçü solculara kadar geniş bir kamuoyu desteğinin olduğu bir iktidar mücadelesi sırasında bu yeni yargı kuşağı mevzilerini güçlendirir. Polis ve yargıda sorun çıkaran isimler tasfiye edilmeye başlanır. Adalet Bakanlığı’nın üst düzey bürokrasisi üzerinden örgütlenme hızlanarak sürer.
Hükümetin zeminin ayakları altından kaymakta olduğunu hissetmeye başlaması KCK operasyonlarıyla olur. 2009’da devlet-PKK müzakerelerinin bir sonucu olarak PKK’nın ateşkesinden bir gün sonra başlatılan KCK soruşturmalarında özellikle kelepçeli fotoğraf ve o fotoğrafın servis edilmesi yargı ve polisteki otonom yapı hakkında hükümet çevrelerinde şikayetlerin daha yüksek sesle dillendirilmesine neden olur.
Ama AKP kapatma davasından sonra asker-yargı blokuyla iktidar arasında kavga şiddetlenmektedir. 2010’da HSYK krizinin patlamasıyla hükümet bu yeni yargı bürokrasisiyle kader birliği yapar. Ergenekon davalarındaki hakim ve savcıları görevden almak isteyen HSYK’yı Adalet Bakanı ve müsteşarı toplantılara katılmayarak kitler.
Referanduma giden süreç de bu krizle başlar. Amaç siyasetin üzerindeki bu yargı vesayetini kırmak, HSYK’da siyasetin elini güçlendirmektir. HSYK üyelerinin Meclis’ten seçilmesine ilk itirazlar ilginç bir yerden Anayasa Mahkemesi’nden gelir. Başta YARSAV olmak üzere CHP, Kemalist çevreler, merkez medya yazarları bugün hararetle savundukları referandumdaki HSYK düzenlemesini “Yargı’nın siyasete teslim olması, kuvvetler birliğinin yok olması, sivil diktatörlük” gibi tanımlarla eleştirmektedir. Anayasa değişiklik paketinin genel çerçevesi Adalet Bakanlığı’ndaki etkili olan cemaat bürokrasisi tarafından hazırlanır. Paket Meclis’ten geçer.
Pakete kritik dokunuş ise YARSAV ve onun üzerinden CHP’nin iptal için götürdüğü Anayasa Mahkemesi’nden gelir. Mahkeme HSYK ve yüksek yargı seçimlerinde her üyenin bir aday için oy kullanabileceğine ilişkin ibareyi iptal eder. Yani seçimlerde her hakim ve savcının boş üye sayısı kadar oy kullanmasının önü açılır. Yani adı konmamış bir blok liste seçiminin.
Anayasa Hukuk profesörü Mithat Sancar bu kritik değişiklik için şöyle diyor: “Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararını incelediğinizde inanılmaz bir mühendislik çalışmasıyla karşı karşıya olduğumuzu anlarsınız. Bugüne kadar pek çok iptal kararı okudum, inceledim. Bu karardaki kadar ince mühendislik hesapları görmedim. Bir maddenin bir fıkrası, bir cümlesi değil; bir kelimesi iptal edildi. Bu o kadar üstünde düşünülmüş bir müdahale ki."
Peki YARSAV ve CHP neden blok liste ister? Yargıda çok güçlü olduklarını düşündükleri için. Dr. Frankenstein’ların sayısı üç mü oldu?
Bu sırada Fethullah Gülen’in meşhur referandumda “Mezardan ölüleri kaldırıp oy verdirmek lazım” konuşması gelir.
Referandumda paket geçer. Siyaset üstündeki yargı vesayeti kalksın diye evet verenler ise herhalde en fazla Dr. Frankenstein’in yanında makas tutan stajyer olabilir. Bunun farkına varamayan benim gibi liberalleri ve solcuları ise Dr. Frankenstein listesine rahatlıkla ekleyebiliriz.
HSYK seçimleri gelir. Ortada seçim propagandasının bile yasak olduğu ama adı konmamış bir blok liste sistemi vardır.
Adalet Bakanlığı bürokratları liste yapar, YARSAV adaylar gösterir, Demokrat Yargı, Adalet Bakanlığı bürokratlarıyla görüşüp ortak liste yapmayı teklif eder. Tam bu sırada ilginç bir şey olur ve Demokrat Yargı karışır, derneğin muhafazakâr kanadı dernekten ayrılır. İstifa edenler arasında son olarak Zekeriya Öz’le görüştüğü söylenen Ombudsman Nihat Ömeroğlu ve Yargıtay’dan İsmail Cirit de vardır.
İşte burada Dr. Frankenstein’in önlüğünü tekrar Adalet Bakanlığı üstüne geçirir. İbrahim Okur, Ahmet Hamsici, Hüseyin Yıldırım gibi bakanlığın üst düzey bürokratlarına fazlasıyla güvenen hükümet seçimlerde golü yer. Cemaat blok listesi, Adalet Bakanlığı’nın listesi olarak sunulur, her şehirde Başsavcılar eliyle toplantılar düzenlenir ve en yüksek oyu alır.
Aynı kadrolar hakim oldukları Adalet Akademisi’nden gelecek üyelerin ve Cumhurbaşkanlığı’ndan gelecek 4 üyenin belirlenmesinde de etkili olur. Böylece HSYK’nın kontrolü tümüyle cemaatin eline geçer.
Referandum sonrasındaki kritik değişikliklerden biri de Yargıtay ve Danıştay üye sayısının arttırılması olur. Yeni atananların çoğunluğunun cemaat mensubu olduğunu herhalde söylemeye gerek yok.
Yargı Bağımsızlığında son durum şöyle: Yargıda cemaatin yüzde 15’lik bir ağırlığı olduğu söyleniyor. Ama kritik koltuklar cemaatin kontrolünde. Örneğin İstanbul’da görevli özel yetkili hakim ve savcıların yüzde 90’ı cemaatten. Savcı ve hakimlerin kaderlerini elinde tutan HSYK bugün tümüyle cemaatin elinde. Yargıtay ve Danıştay’da bu oranın yüzde 60’a vardığı söylenmekte. Yargıtay’ın terör ve örgütlü suçlara bakan en kritik 9. Ceza Dairesi ve 4. Hukuk Dairesi de tamamen cemaatin kontrolünde. Yani bundan sonra yüksek yargıdan Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Seçim Kurulu’nunsa seçilecek isimlerin cemaat mensubu olması da kesin. Hukuk Fakültelerine geçiş yapılabilen Adalet Meslek Yüksek Okulu’nda da cemaat güçlü. Oradan da yeni kadrolar gelmekte. Bazı camiaya yakın hukuk büroları üzerinden yüksek yargıdaki meselelerini halleden iş adamları yüksek yargıdaki bu örgütlenmenin uzun süredir farkında, herhalde ona göre vaziyet alıyorlar uzun süredir.
Bu arada azıcık deşmeyle öğrenilebilen bütün bu gerçekler ortada iken “AKP yargıyı ele geçiriyor” diye referandumdaki HSYK’ya karşı çıkıp bugün bunca şaibeye, iddiaya rağmen yeni HSYK’ya yargı bağımsızlığı kılıfında sahip çıkanları da Dr. Frankenstein listesinin başına ekleyelim.
Bu soruşturmayı yaparken duyduğum en ilginç iddia referandum öncesinden başlamak üzere cemaat mensubu yargıç ve savcıların üye olduğu ve bir zamanlar şiddetle karşı çıktığı yeni HSYK’yı şimdilerde şiddetle savunan yeni YARSAV yönetiminin de cemaate çok yakın durduğu…
Cehalet Perdesi böylece indi. Manzara budur. Bu manzara karşısında herkes “Yargı Bağımsızlığı” derken bir kez daha düşünsün. HSYK düzenlemesinin aciliyetini hakkaniyetle bir kez daha değerlendirsin. Durum ciddidir.
Emeği geçen bütün Dr. Frankenstein'lara duyurulur…
Türkiye