Mepa News
Türkiye ile Çeçenistan arasında ilişkiler, yüzyıllar öncesine, Osmanlı dönemine dek uzanan köklü bir geçmişe sahip.
Osmanlı-Çeçen ilişkileri
İslamlaşması 8 ve 9. yüzyılda başlayıp 18. yüzyılda tamamlanan Çeçenler, coğrafi nedenlerle Osmanlı idaresine hiç girmemiş, Osmanlı Devleti ile komşu dahi olmamıştı. Bununla beraber özellikle 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti ile Çeçenler temasa geçmiş, 19. yüzyılda ortak düşman Rusların Kafkasya’yı işgaline direnen Çeçenler ve diğer Kafkasyalılara Osmanlı Devleti’nde büyük sempati duyulmuştu.
Rus Çarlığı’nın Kafkasya’ya hakim olmasının ardından 1864’te Çerkeslerin yanı sıra Çeçenler de Ruslarca soykırıma tabi tutulmuş, pek çoğu Osmanlı Devleti’ne sürülmüş, Osmanlı Devleti’nce ülkenin çeşitli bölgelerine yerleştirilmişti.
Rusya’da 1917’de gerçekleşen Komünist Devrim’in ardından doğan otorite boşluğunda yerel halk tarafından Çeçenistan da dahil Kuzey Kafkasya’da ‘Birleşik Kafkasya Dağlıları Cumhuriyeti’ kurulmuş, bu kapsamda Çeçenistan’da Uzun Hacı ‘Kuzey Kafkasya Emirliği’ kurmuştu.
1. Dünya Savaşı’nın son yılı olan 1918’de Güney Kafkasya’da Hazar Denizi’ne çıkmak üzere harekata girişen Osmanlı Devleti, Kuzey Kafkasya’daki bu yeni oluşumlarla ilgilenmiş, daha çok 1864 Sürgünü ile Osmanlı Devleti’ne yerleşen Kafkasyalıların çocuklarından seçilen elçilerini göndererek onlarla temasa geçmişti.
Fakat 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’ndan Mondros Mütarekesi ile çekilmesi ve Kafkasya ile ilgilenemeyecek bir hale düşmesi, Çeçenistan ve tüm Kuzey Kafkasya ile ilgisini çok büyük ölçüde kesti.
Eylül 1919 gibi Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri’nin tahakkümü altına girdiği, Ege’de Yunan işgalinin ilerlediği bir tarihte Kuzey Kafkasya Emirliği lideri Uzun Hacı’nın kendisini Osmanlı Sultanı 6. Mehmed Vahdeddin’in Hilafetine bağlı bir devlet lideri ilan etmesi, Osmanlı Devleti’nin manevi etkisinin gücü açısından dikkat çekici olarak görülmektedir.
Osmanlı Devleti döneminin sona ermesinin arefesinde 1921 yılında Sovyetler Birliği'nin Kızıl Ordu'su, Kuzey Kafkasya’yı ele geçirerek bölgenin dış dünya ile temasını tamamen kesti.
Çeçenistan’ın dünyadan izole edildiği yıllar (1921-1991)
1920’li yıllarda Çeçenistan’da baskıcı bir rejim kuran Sovyetler Birliği, 1944’te tüm Çeçenleri Orta Asya’ya sürdü. Sürgünde ağır bir nüfus kaybına uğrayan Çeçenler 1957’de ülkelerine dönebildiler.
1991’e kadar Sovyetler Birliği’nin politikaları sebebiyle dış dünya ile ilişkileri kesilen Çeçenler, Çeçen asıllı istifa etmiş Sovyet generali Cevher Dudayev öncülüğünde Ağustos 1991’de, Sovyetler Birliği yönetiminin dağılma sürecinde darbe girişimiyle uğraştığı sırada, yerel Komünist idareyi devirerek Çeçenistan’da yönetimi ele geçirdiler.
Dudayev’in savaş öncesi Türkiye ile ilişki kurma çabası (1991-1994)
Dağılma sürecindeki Sovyetler Birliği’nin Çeçenistan’a müdahale girişimlerini boşa çıkaran Dudayev, Sonbahar 1991’de kademe kademe Çeçenistan’ın bağımsızlığını ilan etti. Türk basınında bu dönemde Çeçenistan’ın bağımsızlık ilanının ve Sovyetler Birliği’nin askeri müdahale girişimini boşa çıkarmasının gayet olumlu bir dille verildiği dikkat çekmektedir.
Sovyetler Birliği ve Aralık 1991’de yerini alan Rusya Federasyonu tarafından bu bağımsızlık ilanı kabul edilmedi. Dudayev diğer ülkelerin, özellikle de İslam ülkelerinin Çeçenistan’ın bağımsızlığını tanıması, Çeçenistan ile ilişki kurması için kolları sıvadı.
Türkiye tarafından tanınmaya ve Türkiye ile ilişki kurmaya özel önem veren Dudayev, 1992 yılında Türkiye’den resmi görüşme randevusu alamadı. Ağustos 1992’de Suudi Arabistan ve Kuveyt’i ziyaret eden Dudayev bu ülkelerde en üst düzeyde ve sıcak karşılandı. Suudi kralı ve Kuveyt emirinden Çeçenistan ile ilişki kurma ve Çeçenistan’ı tanıma sözü aldı. Ziyaretin ardından bu ülkelerle bazı ilişkiler kurulsa da bağımsızlığın bu ülkelerce tanınması gerçekleşmedi.
Türkiye’den resmi görüşme randevusu alamayan Dudayev, Ocak 1993’te Türkiye’yi her halükarda ziyaret etmeye karar vererek kendi kullandığı uçak ile Ankara’ya indi. Havaalanında resmi düzeyde karşılanmayan Dudayev, Başbakan Demirel’den görüşme randevusu alamadı. Hayal kırıklığına uğradığı belirtilen Dudayev’in Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne (KKTC) gitmek üzere Ankara’dan kullandığı uçak ile ayrılacağı sırada kalkışına izin verilmemesi sinirlenmesine sebep oldu. Cumhurbaşkanı Özal’ın müdahalesiyle Dudayev Ankara’dan Lefkoşa’ya gidebildi.
Dudayev Rauf Denktaş tarafından gayet sıcak karşılandı. Dudayev’in KKTC ziyareti esnasında Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından tanınmayan KKTC ve hiçbir ülke tarafından tanınmayan Çeçenistan, tanınma meselesinde ortak hareket edeceklerini, öncelikle karşılıklı olarak birbirlerini tanıyacaklarını ilan ettiler. Fakat Dudayev’in KKTC’den ayrılmasının ardından KKTC yöneticileri Çeçenistan konusunu bir daha hiç gündem etmediler.
Nisan 1993’te Cumhurbaşkanı Özal’ın cenazesine katılmak üzere Türkiye’ye gelen Dudayev, Başbakan Demirel ile başbakanlık düzeyinde resmi olmayan bir görüşme yapabilmiş fakat tanınma ve ilişki kurmaya dair talepleri reddedilmişti.
Dudayev’in sağlığında Çeçenistan’ı hiçbir devlet tanımazken Çeçenistan’ı tanıyan tek devlet Dudayev’in ölümünden 5 ay sonra Afganistan’da idareyi ele geçiren Taliban Hareketi’nin yönetimindeki Afganistan oldu.
1991-1994 dönemi Türkiye-Çeçenistan ilişkisini etkileyen faktörler
Varşova Paktı’nın, Sovyetler Birliği’nin ve Yugoslavya’nın dağılması Türkiye kamuoyunda ve bazı siyasetçilerinde Türkiye’nin Orta Asya, Balkanlar ve Kafkasya’da büyük atılımlar yapmasının önünü açıldığı, bunun “500 senelik fırsat” olduğu izlenimini doğurmuş, Türkiye’de “Adriyatik’ten Çin Seddine kadar" ifadeleriyle başlayan cümleler 1990’lı yılların ilk yarısında sıklıkla kurulmuştu.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından yaşadığı yapısal çöküş ile kendi sorunlarına kapandığı düşünülen Rusya’nın caydırıcılığının azaldığı hesapları yapılırken bu coğrafyalarda Türkiye’nin yapacağı atılımlara ABD’nin engel olma niyetinde olmadığı düşünülüyordu.
Orta Asya, Balkanlar ve Kafkasya’da pek çok yeni cumhuriyetin kurulduğu ve kurulmaya çalışıldığı, etnik ve dini kanlı savaşların yaşandığı bu dönemde Türkiye yönetiminde ne derecede aktif olunması gerektiğine dair bir çatlak olduğu belirtilmektedir.
Bu analizlere göre Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD’nin de bu coğrafyalardaki atılımlarda Türkiye’ye engel çıkarmayacağını düşünerek daha aktif bir yöntem izlenilmesinden yanayken başbakan Süleyman Demirel liderliğindeki DYP-SHP Hükümeti diğer devletlerle beraber ve daha temkinli hareket edilmesinden, Rusya ile aranın bozulmasından kaçınılması taraftarıdır.
Bu tavırların bir yansıması olarak Dudayev, Ocak 1993 Türkiye ziyaretine ilişkin zımnen Özal lehine ve Demirel aleyhine açıklamalarda bulunmuştur.
PKK sorunu nedeniyle dünya genelinde “ayrılıkçılık girişimleri”ne tümüyle olumsuz bakan Türkiye hariciyesinin, Demirel hükümetinin kurulmasından da önce Haziran 1991’de Hırvatların Yugoslavya’nın ayrılma ilanıyla başlayan Sırp-Hırvat Savaşı’nda başlangıçta Sırplara olumsuz bakmadığı , Hırvatistan’ın bağımsızlığının tanınmasını geciktirdiği, bu savaş Nisan 1992’de Bosna-Hersek’e sıçrayana kadar “ayrılıkçılara karşı savaşan” Sırp kontrolündeki Yugoslavya Ordusu’na sempati duyduğu belirtilmektedir.
Demirel hükümetinin de Çeçenistan’ın bağımsızlığını, Rusya’nın aynı bağlamda bir karşı hamlesinden çekindiği için tanımadığı hatta Suudi Arabistan ve Kuveyt'in kurduğu kadar bile Çeçenistan ile ilişki tesis etmediği iddia edilmektedir.
Bu sebeplerle Demirel Hükümeti’nin Dudayev’in ziyaretinde Çeçenistan’ın tanınması hakkında gayet olumlu açıklamalar yapan Denktaş liderliğindeki KKTC’ye de baskı yapıp Çeçenistan konusunda Türkiye’den ayrı bir hamleye girişmemeye ikna ettiği tahmin edilmektedir.
Bununla beraber o dönemde Rusya ile ilişkileri bozmamaya çalışan politikacıların dahi Dudayev yönetimi ve savaşçıları hakkında “terörist” ithamı gibi suçlayıcı bir dilden, Çeçenistan’a Türkiye’den giden özel müteşebbisleri men etmekten özenle kaçındığı dikkat çekmektedir.
1992 ve 1993 yılında Türk basınında Çeçenistan ile ilgili haberlerin azlığı, fakat bununla birlikte haberlerin Dudayev ve Çeçenistan’ı daha çok övücü nitelikte olduğu dikkat çekmektedir.
1994 yılında Rusya’nın Dudayev’i Çeçenistan’da bir iç ayaklanma yoluyla devirme çabalarının yoğunlaştığı dönemde Türk basınında Çeçenistan haberleri yoğunlaşmaya başlarken Türkiye’den bu gelişmelere dair resmi düzeyde önemli bir açıklama olmamıştır.
Türkiye-Rusya nüfuz rekabeti ve 1. Çeçen Savaşı (1994-1996)
Rusya’nın arka bahçesi olarak gördüğü Orta Asya ve Kafkasya’ya Türkiye’nin etnik, dini, kültürel bağlarla ilgi göstermesi, Balkanlarda da Türkiye ve Rusya’nın karşıt yapıları desteklemesi, Soğuk Savaş boyunca karşıt cephede yer alan bu iki ülkeyi kısa sürede bu coğrafyalarda nüfuz yarışına soktu.
Henüz Çeçenistan Savaşı başlamamışken 22 Şubat 1994’te Duma’nın (Rusya'da Federal Meclisin alt meclisi) organize etmesi ile Moskova’da PKK ile ilişkili isimlerin sunumunda ‘Kürdistan Tarihi’ konferansı gerçekleştirildi. O dönemde Türkiye’ye uygulayacak doğrudan bir yaptırım imkanı elinde olmayan Rusya’nın, bu gibi girişimlerle Türkiye’ye tehdit ve “arka bahçelerimden çekil” mesajı gönderdiği analizleri yapıldı. Rusya PKK ile ilişkisini git gide artırırken Türkiye “ihtiyat politikasını" sürdürmekle beraber elini yükseltmeye başladı.
Rusya, Dudayev’i dolaylı olarak devirme politikasının yenilgiye uğramasının ardından 11 Aralık 1994’te Çeçenistan’ı doğrudan geniş kapsamlı bir askeri operasyonla işgale giriştiğinde Türk basınında Rusya genel olarak kınandı, Çeçenlere destek mesajları verildi.
Savaşın Ocak 1995’te yoğunlaşmasıyla Türk basını en üst perdeden bir taraftan Çeçenlerin Ruslara karşı askeri başarılarını överken diğer taraftan Rusların sivillere yönelik saldırılarını kınadı.
Türk politikacılarının açıklamaları çok daha ihtiyatlı olmakla beraber Rusya’ya bu savaşa son verme çağrıları da içeriyor, fakat Çeçenistan’ın bağımsızlığına değinilmiyordu. Çağrılar daha çok “insan hakları ve demokrasi çerçevesinde Çeçenistan sorununu çözüm” vurgulu bir zemindeydi.
Rusya ise Türkiye’yi Çeçenlere silah yardımı yapmakla, PKK’dan ele geçirdiği silahları Çeçenistan’a göndermekle suçluyordu. Misilleme olarak Rusya 25 Ocak 1995’te Yaroslov şehrinde PKK’nın ‘Kürt Evi’ ismi altında örgütlenmesine resmen izin vermişti.
Bu gelişmeler üzerine 1995’te Türkiye Hükümeti, düştüğü zorluklar nedeniyle caydırıcılığı azalan Rusya’ya karşı Çeçenistan’a destek söylemini, iç kamuoyunun yoğun beklentisinin de etkisiyle daha artırmış, Çeçenistan’a yardım kampanyalarına ve hatta Çeçenistan’a Rusya ile savaşmaya giden "yabancı savaşçılara" mani olmamıştır.
Yine misilleme olarak Rusya 30 Ekim-1 Kasım 1995’te PKK’nın ‘Sürgündeki Kürt Parlamentosu’nu Moskova’da toplamıştır. Bu gelişme üzerine Türkiye Rusya’yı resmi olarak protesto etmiş ve iki ülke arasındaki ilişkiler oldukça gerilmiştir.
Avrasya Feribotu eylemi (Ocak 1996)
16 Ocak 1996’da Türkiye vatandaşı Kafkasyalıların yanı sıra Kafkas uyruklu eylemcilerin de olduğu bir grup Trabzon’dan Rusya’nın Soçi şehrine gitmekte olan, çoğu Rus yolcuları taşıyan Avrasya Feribotu’nu kaçırdı. Eylemin amacının devam eden Çeçenistan savaşı ve katliamlara, özellikle de Rusya kontrolündeki Dağıstan’da kuşatma altına alınan 250 Çeçen savaşçıya dikkat çekmek olduğu ilan edildi.
Feribotu İstanbul Boğazı’nın Karadeniz çıkışına getiren eylemciler 19 Ocak’ta teslim oldular. Bu kararı almalarında Dudayev’in eylemcilere “Gerekli mesajı verdiniz, kan dökülmesine yol açmadan eylemi bitirin” mesajı göndermesinin etkili olduğu belirtilmektedir. Yargılanan eylemciler 1997’de hapse mahkum edildiler.
Fakat eyleme iç kamuoyundan gelen destek, basının ve televizyon kanallarının çoğunluğunun eylem ve eylemciler için olumsuz ifadelerden kaçınmaya çalıştığı iddiası o dönemde Türkiye’de Rusya’ya karşı Çeçenlere olan desteğin bariz bir yansıması olarak değerlendirilmişti.
Çeçenistan Savaşı’nda Türkiye’den Rusya’yı destekleyen kesimler, eylemcilere Çeçenlere "Türkiye’nin desteğine paralel olarak az ceza verildiğini, terörden kasten yargılama yapılmadığını, kısa sürede açık cezaevine geçen eylemcilerin peş peşe Ekim 1997’de firar etmelerine bilinçli olarak göz yumulduğunu" iddia etmişlerdir.
'Dudayev suikastinin Türkiye ayağı' iddiaları
21 Nisan 1996’da savaşın sürdüğü sırada Çeçenistan Cumhurbaşkanı Cevher Dudayev Rus Ordusu’nun havadan gerçekleştirdiği füze saldırısında hayatını kaybetti. Telefonla konuştuğu sırada yerinin tespit edilerek hedef alındığı belirtilen Dudayev’in eşi ve yakınları başta olmak üzere Çeçen yetkililerce bu saldırı ile ilgili başka da ciddi iddialar ortaya atıldı.
İddiaya göre ABD, telefon görüşmesi üzerinden Dudayev’in yerini Rusya’ya bildirirken ABD menşeli bu telefon "Türk yetkililerce Dudayev’e hediye edilerek tuzağa düşürülmesi" sağlanmıştı.
Buna paralel ortaya atılan iddialara göre CIA’in Dudayev’in telefon görüşmelerinden edindiği hareketleri MİT’e bildirmekteydi. Teşkilat içerisindeki Rusya yanlısı kesim ise bu bilgileri Rusya’ya sızdırmıştı.
Rusya’nın ünlü Pravda Gazetesi’nde Dudayev suikastının 15. yıldönümünde suikastta yer alan istihbaratçı albaylar Vladimir Yakoklev ve Yuri Aksenov ile suikasta dair bir röportaj gerçekleştirdi.
Yakoklev ve Aksenov röportajlarında, Rus istihbaratının CIA’den MİT yoluyla bilgi aldığı iddialarını “CIA MİT için çalışır mı” itirazıyla reddederken ABD menşeli uydu telefonuna Türk yetkililerin dinleme cihazları taktığını ve o şekilde Dudayev’e hediye ettiğini, Dudayev’in yerinin tespit edilmemesi için en fazla 5 dakika konuştuğunu, vurulduğu gün ise yerinin tespit edilmesi için gerekli süre olan 7 dakikayı aştığını, dinlenilecek alanın sınırlandırılması için Dudayev’in o gün hangi bölgeye gideceğinin tespiti için adamlarından birinden 1 milyon dolar karşılığında bilgi alınıp suikastının gerçekleştiğini iddia ettiler.
Uydu telefonuna cihaz yerleştirildiği iddialarındaki Türk yetkililerin kim olduğuna dair bugüne değin delilli bir belge sunulamamakla beraber, 1996’dan bu yana Türkiye’de Dudayev suikastına dair bu konu tartışma konusu olmuştur.
Bir iddiaya göre de MİT’te Rus yanlısı bir isim olan Şenkal Atasagun telefona bu cihazları yerleştirtmiş ve Dudayev’e hediye edilmesini sağlamıştır. Diğer bir ek iddiaya göre Dudayev’e telefonun hediye edilmesinde, dönemin Refah Partisi genel başkanı ve ana muhalefet lideri Necmettin Erbakan, operasyonun amacından habersiz olarak kullanılmıştır.
Karşı iddiaları öne sürenler ise Dudayev’in pek çok farklı uydu telefon kullandığını, satın aldırdığı uydu telefonların satıcılarının telefonların kim için alındığını bilmediğini belirterek yukarıdaki iddiaların komplo teorilerinden ibaret olduğu kanaatlerini paylaşmaktadırlar.
Dudayev’in öldürülmesi Türkiye kamuoyunda üzüntüyle karşılanmış, Dudayev için gıyabi cenaze namazları kılınmış, pek çok mekana ismi verilmiştir.
1996-1999 Türkiye Çeçenistan ilişkileri
Ağustos 1996’da Çeçenler kapsamlı bir hücumla Çeçenistan’ın başkenti Grozni’yi (Cevherkale) Rus Ordusu’ndan almayı başardılar. 1994’ten bu yana ağır kayıp veren ve bir taraftan da derin bir ekonomik krizle uğraşan Rusya, 31 Ağustos 1996 Hasavyurt Antlaşması ile Çeçenistan’dan çekilmeyi kabul etti. Hasavyurt Anlaşması ve 21 Mayıs 1997’deki iş birliği anlaşması ile Çeçenistan’ın 2001’de bağımsızlığını tanımayı kabul ederken bu süre zarfında kademeli olarak adımlar atılmasını, iki taraf arasındaki ilişkilerin korunması ve bu çerçevede savaşın ülkeye verdiği zararın giderilmesini kabul etti.
Ağustos 1996’daki Çeçen zaferine dair Türkiye’de resmi bir açıklama yapılmazken, İslamcı basın başta olmak üzere Türkiye basınında bu zaferden övgüyle bahsedildi. Rus-Çeçen anlaşmasına rağmen bu dönemde de Türkiye Çeçenistan ile resmi ilişki kurmadı.
Türkiye’den özel şahıs ve kuruluşlar bu dönemde savaşın bitmesi ve Rusya’nın Çeçenistan’ın yollarını açması nedeniyle Çeçenistan ile ilişkiye geçebildiler.
Çeçenistan’da 27 Ocak 1997 cumhurbaşkanlığı seçiminin galibi Aslan Maşadov’un göreve başlama törenine Türkiye’den resmi görevli kimsenin gönderilmemesi Çeçenistan’da hayal kırıklığı oluşturdu. Çeçenistan’da 1995’te Dudayev’in İslami bir devlet düzenine geçildiği açıklamasına bağlı olarak şer’i hukuku hayata geçirme çabalarına dair 1997’den itibaren Türkiye’deki bazı basın kuruluşları Çeçenistan’ı "gericilikle" suçlayan haberlere imza attılar.
Türkiye’nin Rusya ile gelişen ilişkileri
1990’lı yıllarda büyük bir ekonomik çöküş yaşayan Rusya 1999’dan itibaren toparlanmaya başlamış, Türkiye’nin ekonomik olarak en büyük ortaklarından biri haline gelmişti. Bu gelişme Türkiye’de 1990’lı yılların sonuna kadar Rus Çarlığı-Osmanlı Savaşları’ndan Soğuk Savaş’ta düşman cephelerde yer almaya uzanan mirasla duyulan Rusya antipatisinde büyük bir kırılmaya sebep oldu.
1998’de Mesut Yılmaz başbakanlığındaki ANASOL-D Hükümeti’nin imzaladığı, Rusya’dan Türkiye’ye büyük miktarda doğalgaz ithalini sağlayacak boru hattı kurulmasına dair ‘Mavi Akım’ anlaşması imzalandı.
‘Mavi Akım’ projesi “al ya da öde”ye dayanan ithal edilecek miktarda senelik taban garantisi içermesi, metreküp fiyatının pahalılığı, Türkiye’yi doğalgazda Rusya’ya bağımlı kılması gibi pek çok açıdan 1998’den bugüne sıklıkla eleştirildi. Rusya açısından oldukça karlı olan bu anlaşmaya yolsuzluk karıştığı, Mesut Yılmaz ve bazı bakanlara Rusya’nın çok lehine olan bu anlaşmadan sebep rüşvet verdiği iddiaları sıklıkla tekrarlandı. Dahası dönemin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanları olan Cumhur Ersümer ve Zeki Çakan Yüce Divan’da bu yolsuzluk iddialarına binaen yargılanıp suçlu bulundu.
Rusya ekonomisinin 1999’dan itibaren büyük oranlarda büyümesi, Rusya’yı önemli bir tüketim pazarı haline getirdi. Rusya’dan büyük miktarda doğalgaz ithal eden Türkiye, Rusya’ya yüksek miktarda tekstil, tarım ve hayvancılık ürünleri başta olmak üzere çeşitli kalemlerde karlı ihracatlara başladı.
Bu ekonomik gelişmeler 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren Türkiye-Rusya ilişkilerinde tarihte hiç görülmemiş şekilde bir ortaklık duygusu hissettirmeye başladı.
Rusya Çeçenistan’ı yeniden işgal ediyor (1999-2000)
Çeçenistan ile anlaşmasına rağmen Rusya Eylül 1999’da Çeçenistan’a başlattığı hava saldırılarının ardından Ekim 1999’da Çeçenistan’ı yeniden işgale başladı.
İlk savaştan ders alan Rusya, doğrudan başkente yüklenmek yerine öncelikle başkentin güneyine sarkıp, başkent ile Güney Çeçenistan’daki Kafkasya Dağları’nın arasını kesmeyi hedefleyen bir strateji güttü.
Ahmed Kadirov (1951-2004) gibi İçkerya Cumhuriyeti’nden kopan ortaklar da edinen Rusya, oldukça yoğun bir askeri operasyon ve ilk savaşın üzerinde bir saldırı gücüyle Şubat 2000’de başkenti ele geçirdi. Temmuz 2000 itibariyle Çeçenistan’ın hemen hemen tüm yerleşim birimleri Rusya kontrolüne geçmiş, ilk savaşa nispeten Rusya giremediği bölgelere girerek başarı sağlamıştı.
Bu tarihten itibaren Çeçenistan’da, Dağıstan ve İnguşetya başta olmak üzere diğer Kafkas bölgelerine de sıçrayan bir gerilla savaşı sürmüş, yaklaşık 15 yıl süren bu gerilla savaşında özellikle ilk 5 yılda Rusya ağır kayıplar verse de zamanla azalan direniş zayıflayarak, üst düzey liderlerin de öldürülmesiyle sona ermişti.
Türkiye’nin ikinci işgalde tavrı: "Çeçen Teröristler"
İkinci işgalin başladığı dönemde Türkiye’de iktidarda olan Bülent Ecevit başbakanlığındaki ANASOL-M Hükümeti, Rusya ile gelişen ilişkilere paralel olarak ve 28 Şubat sürecinin de etkisiyle savaşta zımnen Rusya’yı destekler bir tavır aldı.
Savaşın şiddetli bir şekilde devam ettiği ve Çeçenistan’ın başkentinin henüz düşmediği bir sırada, 4-6 Kasım 1999’da Moskova’yı ziyaret eden Ecevit, burada Çeçenistan İçkerya Cumhuriyeti’nin "terörist" olarak itham edildiği bir “Terörizmle Mücadele” Deklarasyonu’nu imzaladı.
Ecevit ayrıca bu ziyaretinde Çeçenistan’ın Rusya’nın iç meselesi olduğunu vurguladı.
Bu anlaşmada bir başka dikkat çekici maddeyse Rusya’nın Türkiye’ye giden turistlerini koruma gerekçesiyle Türkiye’ye polis göndermesine izin verilmesi, Türkiye’ye Rusya’nın aradığı kişilerin yakalanması için iş birliği yükümlülüğü getirilmesiydi. İlerleyen dönemde Türkiye'de gerçekleşecek Çeçen suikastlarında bu maddeler çok konuşulacaktı.
Konuya dair Türk medyasında yayınlanan bir haber | Yeni Şafak: "Ecevit ihaneti imzaladı"
Bu ziyaret öncesinde Rusya’nın Ankara elçisinin kendisine Rus Ordusu’nun Grozni’ye girmeyeceği garantisi verdiğini iddia eden Ecevit, Rus Ordusu’nun Grozni’yi yoğun bir saldırı sonucunda Şubat 2000’de işgaline dair bir açıklama yapmadı.
Konuya dair Türk medyasında yayınlanan bir haber | Yeni Şafak: "Ecevit'in Çeçen sıkıntısı"
Türkiye'de iktidardaki hükümetin keskin şekilde değişen bu tavrı iç, özellikle de İslami kamuoyu ve Kafkas kökenlilerde tepkiye sebep oldu. Fazilet Partisi’nden isimler başta olmak üzere “Çeçenler terörist değil mücahit” açıklamaları yapıldı. Ecevit’in iktidar ortağı olan MHP ve lideri Devlet Bahçeli, Ecevit’in Çeçenistan konusunda Rus yanlısı açıklama ve icraatlarına tepki göstermeyip ortak olmakla tenkit edildi.
Hükümetin bu dönüşümüyle Türk basınında da Rus Ordusu’na karşı gerilla savaşı veren Çeçenistan Cumhurbaşkanı Maşadov öncülüğündeki Çeçen savaşçılar için “Çeçen teröristler” ifadelerine sık rastlanmaya başlanırken ilk savaştaki Çeçen savaşçılar için de terörist ifadesi kullanımları dikkat çekti.
Konuya dair Türk medyasında yayınlanan bir haber | Hürriyet: Ruslara verilen söz tutulacak mı?
11 Eylül Saldırıları ve Çeçenistan
11 Eylül 2001’de ABD’de gerçekleşen saldırıların ardından ABD öncülüğünde “İslami Terörizme” karşı ABD başkanı George Bush’un ifadesiyle “Haçlı Seferi” başlatılmasının ardından Rusya bu fırsattan istifade ederek, İçkerya Cumhuriyeti’ni tüm dünyada terörize etmek amacıyla kendilerinin yıllardır Çeçenistan’da aslında El Kaide ile savaştığı propagandasına başladı.
Dünya çapında estirilen “terörizm ile mücadele” dalgası İçkerya Cumhuriyeti’ne İslam ülkelerinden gelen maddi ve manevi desteğin önüne büyük maddi engeller koydu. Bu gibi gelişmeler 2002 yılından itibaren İçkerya Cumhuriyeti’nin Rusya’ya karşı sürdürdüğü gerilla savaşı tipindeki direnişe zarar verdi.
Ayrıca bu dönemdeki gelişmelere paralel olarak Mart 2002’de Çeçenistan’a İslam ülkelerinden gelen yardımların ulaştırılmasında kilit bir isim, bunun yanı sıra önemli bir gerilla komutanı olan "Hattab" olarak tanınan Samir Suveylim’in Rusya’nın tertiplediği bir suikastla Kafkasya Dağları’nda hayatını kaybetmesi Çeçen Direnişi’ne hem önemli bir komutan, hem de çok sayıda yardım ağı kaybettirdi.
Çeçen suikastları
İlk savaşta olduğu gibi ikinci savaşta da Türkiye’ye bir Çeçen göçü yaşanmış, Çeçenlerin yanı sıra Ruslardan baskı gördükleri gerekçesiyle bazı Kuzey Kafkasyalılar da Türkiye’ye sığınmıştı.
6 Eylül 2008’de Rusya ile savaşta albay olarak savaşan, yaralandığı için 2004’te Türkiye’ye yerleşen Çeçen Edil Sultanov faili meçhul bir suikastla öldürüldü.
Bunu 9 Aralık 2008’de İstanbul’da İslam Canibekov suikastı izledi. Rusya tarafından arandığı bilinen Canibekov 2002’den beri Türkiye’de yaşıyordu.
Kısa bir süre sonra Şubat 2009’da Çeçen lider Dokka Umarov’un Türkiye temsilcisi Ali Osaev benzer şekilde İstanbul’da öldürüldü.
İlerleyen yıllarda Rusya tarafından aranan veya resmi olarak aranmasa da Kafkas Direnişi’ni desteklediği bilinen Çeçenler başta olmak üzere pek çok Kafkasyalı Türkiye’de failleri genellikle yakalanmayan suikastlarda hayatını kaybetti.
Çeçen suikastları ile ilgili olarak Türkiye’de Rusya’nın istihbarat teşkilatı FSB’nin ne kadar aktif olduğu, 1999’da Ecevit’in imzaladığı anlaşmanın Rusya’nın Türkiye’ye istihbarat elemanlarını sokmasını ne derecede kolaylaştırdığına ilişkin pek çok tartışma oldu.
Kadirov-Türkiye ilişkileri
Rusya Çeçenistan’ı işgalinin ardından ülkeyi bir dönem Moskova’ya doğrudan bağlamış ve burada özerk bir hükümet kurmamıştı. Ekim 2003’te Rusya, kendileriyle ikinci savaşta iş birliği yapan eski baş müftü Ahmed Kadirov’u Çeçenistan’a başkan olarak atamış, onun Mayıs 2004’te öldürülmesinin ardından emanetçi bir başkan olan Ali Alhanov Çeçenistan’ın başına geçmiş, nihayet 2007’de Ahmed Kadirov’un oğlu olan Ramazan Kadirov Çeçenistan’da Rusya’ya bağlı özerk yerel hükümetin başına getirilmişti.
Halen Çeçenistan’ın başında olan Kadirov, Çeçenistan’da Rusya ile iş birlikçilik, katliam, işkence ve tecavüz gibi suçlamalarla karşılaştığı gibi ülke dışında da kurduğu mafya ağıyla özellikle Kafkasyalılara yönelik tehdit, suikast gibi eylemleri organize ile suçlanmakta, Rusya’ya ve Vladimir Putin’e bağlılığını her fırsatta yinelemektedir.
İslam ülkelerinde meşruiyet kazanmaya büyük önem veren Kadirov’un öncelikli hedefleri arasında Türkiye başı çekmekteydi.
2008 yılında Zaman Gazetesi başta olmak üzere basın Türk basın organlarında Ramazan Kadirov’u öven, Kadirov’un "dindarlığının" vurgulandığı yayınlar yapıldı. Bu yazıların Kadirov’un rüşvet vermesi sonucunda yayınlandığı iddia edildi.
Aynı dönem gerçekleştirilen röportajlarda Kadirov, Türkiye’deki tarikat şeyhleriyle ilişkide olduğunu, karşılıklı hediyeleştiklerini belirtti.
2014 yılında Ramazan Kadirov Çeçenistan’da büyük bir toplantı düzenleyerek Türkiye’deki İsmailağa Cemaati’nin lideri Mahmud Ustaosmanoğlu’yu da bu toplantıya davet etti. İsmailağa Cemaati’nin bir kanadı bu katılıma büyük destek verirken cemaatten diğer bazı isimler buna karşı çıktı, destek veren cemaat mensuplarını Kadirov’dan rüşvet almakla suçladı ve destek verenlerin bu ziyaretin aslında organizatörü olduğu iddialarının yanı sıra Çeçenistan’da Ramazan Kadirov ile beraber Ahmed Kadirov’un kabrini ziyaret ederken resimlerini ifşa etti.
Konuya dair Türk medyasında yayınlanan bir haber | Timetürk: Mahmud Ustaosmanoğlu'na Çeçen Kadirov daveti
Konuya dair Türk medyasında yayınlanan bir haber | Yeni Şafak: Bugün Kadirov'a yarın Esed'e götürürler
Konuya dair Türk medyasında yayınlanan bir haber | Yeni Şafak: Cemaat rahatsız
Neticede Ustaosmanoğlu’nun Çeçenistan ziyareti gerçekleşmedi. Bu ziyaretten aynı zamanda bir tarikat lideri olma iddiasındaki Kadirov’un Türkiye’deki tasavvufi çevrelerde meşruiyet edinme amacında olduğu belirtildi.
Kasım 2015’ten itibaren Türkiye ile Rusya arasında gerçekleşen krizde Kadirov, Putin’in askeri olduğunu, Türkiye’ye karşı savaşmaya hazır olduğunu ilan etti.
Konuya dair Türk medyasında yayınlanan bir haber | Milliyet: Çeçen lider tehdit etti: Türkiye pişman olacak!
Sözlerinden geri adım atmayan Kadirov 2018’de Türkiye’yi ziyaret etti. Bu kapsamda ‘Diriliş Ertuğrul’ setini de ziyaret eden Ramazan Kadirov’un oğlu Adem Kadirov ilerleyen aylarda bu dizide rol aldı. Dizi oyuncuları Çeçenistan’da Kadirov tarafından ağırlandı.
Konuya dair Türk medyasında yayınlanan bir haber | Timetürk: İstanbul'da Kadirov tiyatrosu!
Kadirov 2018’deki Türkiye ziyaretinde bir amacına daha ulaşarak İsmailağa Cemaati lideri Mahmud Ustaosmanoğlu’nu ziyaret ederek birlikte poz verdi.
İki gelişme de kamuoyunda tepki çekti.
Sonuç
Çeçenistan ile Türkiye'nin ilişkileri geçmişten bugüne Türkiye'nin dış politikası bağlamında büyük önem arz etti.
Rusya ile Türkiye arasında tarihten gelen stratejik gerilim ve Rusya'nın Orta Asya ile Kafkaslar üzerinden izlediği yayılma stratejisi, iki ülkeyi doğal birer rakip haline getiriyor.
Ancak son 20 yılda Rusya ile izlenen yakınlaşma stratejisi, Çeçenistan'a yönelik Türkiye ve Türk kamuoyu desteğinin de azalarak bitmesine sebebiyet vermiş durumda.
Bu kapsamda özel olarak Çeçenistan ve genel olan Kafkasya'da bağımsızlık yanlısı hareketler, günden güne Türk kamuoyunun gündeminden çıkması, Türk medyasının, "Rusya ile Türkiye ilişkisinin gerekliliğine" dair konuları gündeme alması da, bölgede Çeçen bağımsızlık hareketine olan desteğin zamanla ortadan kalkmasına yol açıyor.
Mevcut sosyal, siyasi ve iktisadi dengeler paralelinde, Çeçenistan meselesinin geleceğe dönük stratejik bir ajandadan ziyade, geçmişte yaşanmış bir tarihi olaydan ibaret kalacağını söylemek mümkün.