Taha Kılınç’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan konuyla alakalı yazısı (05 Aralık 2018) şöyle:
Sert Düşüş
Hikâyesi, dünyanın bu uzak ülkesine göç etmiş binlerce hemşehrisi gibi serüvenlerle dolu ayrıntılar barındırıyordu. Carlos Ghosn (Ğusn), 9 Mart 1954’te, 13 yaşında Lübnan’dan Güney Amerika’ya göç etmiş maceracı bir büyükbabanın torunu ve Jorge-Rose Ghosn çiftinin çocuğu olarak dünyaya geldiğinde, akranlarına göre epey şanslıydı. Ghosn ailesi, üç ayını denizlerde geçirdikten sonra Rio de Janeiro’da karaya çıkan, Amazon içlerine doğru ilerleyip Portekizce öğrenen, ardından nihayet Porto Velho şehrine yerleşerek hava yoluyla seyahat şirketi kuran ve kauçuk üretimine girişen büyük baba Bişara’nın seçtiği bu sektörler nedeniyle, ciddi bir ekonomik birikim yapmayı başarmıştı. Jorge Ghosn, Nijerya asıllı eşinden doğan oğlu Carlos’u kucağına aldığında, aile, Brezilya’daki Lübnanlı göçmenler içinde parmakla gösterilecek kadar refah içindeydi.
Carlos Ghosn, iki yaşındayken aniden rahatsızlanınca, Brezilya’daki doktorlar, bunun sağlıksız çevre şartları ve kirli su nedeniyle olduğunu söylediler. Aile meclisinin kararıyla, Rose Ghosn, oğlu Carlos’u yanına alarak Beyrut’a döndü. Nijerya’da doğup büyüyen Rose, her şeyiyle bir Fransız gibi yetiştirilmişti. Oğlu Carlos’u da Fransız gibi yetiştirmesi gayet normaldi. Beyrut’ta Katolik Hıristiyanların okuduğu bir Fransız okuluna yerleştirilen Carlos, lise ve üniversiteyi Paris’te okudu. 1978’de Fransa’nın en önemli mühendislik kurumlarından Ecole Des Mines De Paris’yi bitiren Ghosn, artık iş hayatına atılmaya hazırdı.
İlk olarak Michelin’de mesaiye başlayan Carlos Ghosn, şirketin önce Güney Amerika operasyonlarından sorumlu oldu, ardından 1990’da Michelin Kuzey Amerika müdürlüğüne atandı. 1996’da Renault’ya “yönetim kurulu başkan yardımcısı” sıfatıyla giriş yapan Ghosn, 1999’da Nissan’a katılarak, 2001’de CEO’luğa yükseldi. Batmak üzere olan şirketi, aldığı radikal kararlarla mutlak bir iflastan kurtaran Ghosn, tüm bu süreçler boyunca dünya iş çevrelerinde ve otomotiv sektöründe “efsane” olarak anılmaya başladı. Ghosn, parlak kariyerinin devamında Renault-Nissan-Mitsubishi ittifakının yönetim kurulu başkanlığını üstlenerek, adeta altın vuruşu yaptı. Davos toplantılarının aranan adamı, magazin basınının ilgisiz kalamadığı bir yıldız ve başarılarıyla kendinden söz ettiren bir sihirbazdı artık o.
Derken, yaklaşık iki hafta önce, ajanslara düşen bir “son dakika” notu dünya çapında şok yarattı: Carlos Ghosn, Japonya’nın başkenti Tokyo’da tutuklanmıştı. Yıllık 7,4 milyon Euro maaşı bulunan ünlü CEO, aldığı ücreti az göstererek Japonya’daki vergi yasalarını ihlâl etmekle ve özel harcamalarını yönettiği şirkete ödetmekle suçlanıyordu. Ghosn, Hollanda’nın başkenti Amsterdam’daki şirket toplantısına gitmek üzere özel jetiyle Tokyo’dan ayrılmaya hazırlanırken, kendisini nezarethanede buluvermişti. Nissan, jet hızıyla yaptığı açıklamada Ghosn’u yönetim kurulu başkanlığından azlettiğini duyurdu.
Carlos Ghosn’un sürpriz akıbeti, elbette birtakım komplo teorilerini de beraberinde getirdi. Fransızlarla Japonlar arasındaki ekonomik rekabetten Ghosn’un Arap kökenlerinin Japonların milliyetçiliğini tetiklemiş olabileceğine kadar, çok sayıda tahmin masaya sürüldü. Bunlar içerisinde, Japon otomotiv devi Toyota’nın, Ghosn’un akıbetini bizzat planladığı şeklinde bir teori de mevcut.
Meselenin, Carlos Ghosn’un memleketi olan Lübnan’a bakan tarafında ise, ekonomik değerlendirmelerden çok yerel siyasi hesaplar baskın görünüyor. İş hayatı başarılarla geçmiş ünlü bir yönetici olarak, Ghosn’un, günün birinde Lübnan’a cumhurbaşkanı olarak dönebileceği düşünülüyordu. Beyrut’taki lüks konutuna her ay mutlaka uğrayan Ghosn’un sahip olduğu muazzam servetin ve dünya çapında irtibatta bulunduğu finans çevrelerinin, Lübnan ekonomisine de can vereceği hesaba katılıyordu. Lübnan’da Fransızların 1930’larda kurduğu siyasal sistem gereği, yalnızca Marûnî Katolik Hıristiyan bir aday cumhurbaşkanlığına getirilebildiği için, Carlos Ghosn, dinî aidiyet yönünden de biçilmiş kaftan gibi değerlendiriliyordu. Ünlü CEO’nun başarılı kariyerinin tatsız finali, tüm bu hayalleri suya düşürmüş görünüyor.
Lübnan yakın tarihinde, “muhtemel kurtarıcı” gözüyle bakıldığı halde, parlak kariyeri aniden sonlanmış bir isim daha var: Emil Bustânî (1907-1963). Henüz 30 yaşındayken kendi müteahhitlik firmasını kurarak Ortadoğu’nun birçok şehrini baştan sona imar ve inşa eden Bustânî, Lübnan’da siyaset sahnesine de atılarak “geleceğin cumhurbaşkanı” olarak sivrilmişti. Sahip olduğu zenginlik ve kişisel karizması sayesinde Lübnan halkının genelinde destek kazanan Bustânî, 15 Mart 1963 günü, Ürdün’ün başkenti Amman’daki bir toplantıya katılmak üzere Beyrut Havaalanı’ndan bindiği özel uçağının Akdeniz’e düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Fırtınalı bir havada başlayan yolculuk, yalnızca 15 dakika sonra soğuk sularda sona ermişti. Bustânî’nin cesedi, tüm aramalara rağmen bulunamadı.
Batı’dan Fransa, bölgeden ise İran ve Suudi Arabistan tarafından kıskaca alınan Lübnan, 1943’te Suriye’den ayrılıp resmen “bağımsız” oluşundan bu yana, aslında bağımsızlığı hiç yaşamadı. Lübnan’ın yakın tarihi kişiler, kurumlar ve ülke siyaseti açısından “sert düşüşler tarihi” aslında. Hâlâ devam eden ve nerde duracağı belli olmayan sürekli düşüşler…