Doğrusu Askeri Savcılığın açıklaması beni hiç şaşırtmadı.
Asıl "bu belgenin karargâhta hazırlandığı ve altındaki imzanın Albay Dursun Çiçek'e ait olduğu yönünde kuvvetli şüpheler bulunduğundan..." deseydi şaşırır ve askeri yargı konusunda önyargılı olduğumu kabul ederek biraz mahcup olurdum.
Ne var ki Askeri Savcılık bizi yanıltmadı. Ve böylece "İrticayla Mücadele Eylem Planı"nda yeni bir aşamaya geldik.
Bugün geldiğimiz aşamada artık Genelkurmay'ın ya da askeri yargının ne yapacağı değil, siyasetin ve adli yargının ne yapacağı önemli.
Askeri Savcılığın açıklamasıyla birlikte belgenin sahte olduğu kanıtlanmış gibi davranan ve "Hadi artık Genelkurmay göstereceğini göstersin" diye tempo tutanlara pek acele etmemelerini öneririm.
Nihayetinde karşımızda üç ayrı kriminoloji laboratuvarının "aynı elin mahsulüdür" mealinde raporu var. Evet, fotokopi belge üzerinde yapılan imza tespitlerinin hüküm için geçerli olmayacağı yönünde oluşmuş içtihat var hukukumuzda. Ama soruşturma derinleştirildiğinde bu belgeyi destekleyen başka kanıtlara ya da tanıklara ulaşılması da pekâlâ mümkün. Mesela; benim aklıma Taraf Gazetesi'ne demeç veren şu emekli orgeneral geliyor; hani şu "Böyle bir çalışmanın yapıldığını Ocak 2009'dan beri biliyordum. Hatta İlker'i (Başbuğ) de bu konuda uyardım. Dikkat et, tehlikeli işler yapılıyor dedim. O da bana merak etme dedi" diyen orgeneral... İsmini gizli tutmaktan vazgeçip Ergenekon savcılarına ifade vermeye karar vermesi ihtimal dahilinde olamaz mı?
Ya da bu oluşumdan haberdar olan; artık bu "kol kırılır yen içinde kalır" geleneğinin orduyu yıpratmaktan başka işe yaramadığını düşünen; gerçeklerin ortaya çıkmasını arzu eden başka yurtsever ve demokrat subaylar neden çıkmasın ki?
Ayrıca Dursun Çiçek, Ergenekon savcılarınca sorgulandığında, eğer böyle bir belgeyle hiç ilgisi yoksa, askeri savcılıkta neden her zamankinden farklı bir imza attığını nasıl açıklayacak, onu da merak ediyorum. Öyle ya; bir insan durduk yerde neden imzasını değiştirir ki?
Bunlar hukuki sürece ilişkin değişik ihtimaller.
Sonuçta yargı süreci bir noktada delil yetersizliğinden tıkansa bile, bu sonuç kamuoyu vicdanında oluşan kanaati ve olayın siyasi etkilerini ortadan kaldırmayacaktır.
Olayın tetiklediği siyasi süreç, hukuki süreçten çok daha önemlidir.
AK Parti iktidarı bu vesile ile askeri vesayet rejimiyle uzlaşmanın sonu olmadığını; ordu yönetiminin bu vesayet rejimini gönüllü biçimde sonlandırmayacağını; meselenin "iyi niyetli" komutanlarla teke tek görüşmeler ve uzlaşmalarla halledilemeyeceğini görmüş olmalıdır.
Mesele, bütün bu andıçların, muhtıraların, layikaların, darbe planlarının zeminini oluşturan askeri vesayet rejiminin sonlandırılmasıdır.
Böyle bir demokratikleşme seferberliğinin ilk halkası ise yeni bir anayasa olmalıdır.
Bundan yedi ay kadar önce yazdığım bir yazıda, "Anayasa değişikliğini yeniden gündeme getirmenin zamanı mı?" sorusunu sormuş ve kendi cevabımı şöyle vermiştim: "Özbudun Taslağı etrafında oluşan mücadele, sivil siyasetle bürokratik devlet iktidarı arasında bir bilek güreşiydi ve ne yazık ki sivil-asker bürokrasi ittifakının "zaferiyle" sonuçlandı. Şimdi sorarım size: O günden bugüne güçler dengesinde hiçbir değişiklik olmamışken, sivil siyasetin bileğini büken güçler dengesi aynen sürerken, aynı denemeyi bir kez daha yapmak kendi kendini yenilgiye mahkûm etmek değilse nedir? Ve yeni bir yenilgi toplumun moralini bozmaktan, değişim umudunu yıpratmaktan başka ne işe yarar? (...) O yüzden diyorum ki, yeni deneme ancak güçler dengesi değiştiği, yeni bir güçler dengesi oluştuğu zaman yapılmalıdır. Güçler dengesinin değişmesi ise ancak toplumun daha geniş bir kesiminin sivilleşme ve demokratikleşme isteyen cepheye aktif destek vermesi ile olur."
Bu yazının yazılmasından yedi ay sonra bugün, ben yukarıda sözünü ettiğim güçler dengesinde ciddi bir değişim görüyorum. Son olay askeri vesayet rejimi konusunda halkın bilincinde ciddi bir sıçrama yarattı. Geniş kitleler artık gün aşırı karşılarına çıkan bu suç belgelerinden, muhtıralardan, planlardan, darbe komplolarından bıktı usandı. Ordunun siyasetten elini çekmesi isteği küçücük bir azınlık dışında toplumun genel bir talebine dönüşmüş durumda.
Akıllı bir iktidar kamuoyunda esen bu değişim rüzgarını derhal hissedebilen ve bu rüzgarı arkasına alarak harekete geçebilen iktidardır.
Şu anda zaman, siyasi iktidarın kendi iktidar alanına sahip çıkarak ve halkı arkasına alarak, askeri vesayet rejiminin kaynaklarını kurutacak bir Anayasa değişikliği hareketini başlatma zamanıdır.
Hükümet Anayasa değişikliği için gereken konsensüsü Meclis'teki partilerle aramaktan çok toplumla aramalı, gerekirse referanduma gitmekten de çekinmemelidir.
İktidarın başına örülmeye çalışılan çoraplar ortada ve saflığın gereği yok. Yakında duyacağımız çan sesleri ya askeri vesayet rejimi için olacak; ya da meşru hükümet için...
BUGÜN