Her şey onların aziz ruhları önünde hatıraları hâlâ çok tazeyken cereyan ediyor. Otoriterliğe şiddete teslim olmuş yapılar hepimizi teslim almak peşinde. Çanakkale'yi her ziyaret edişimde bunun mümkün olmayacağını görebiliyorum doğrusu. Oradaki keyfiyeti bütün veçheleriyle kavrayabilirsek eğer.
Bayram kanlı bitti. Çanakkale şehitleri ziyaretimizi, o bölgedeki ruhaniyetin bize sağlayacağı zemini yazacaktım, bundan vazgeçmek istemem, çünkü amaçlanan iyilik halini hayatımızdan almak, şiddet içinde boğulmamız ve atılacak olumlu adımlardan vazgeçerek zihinsel kuşatmayı sindirmemiz. Gaziantep'te canlara kasteden her kimse, en temel hedefi artık barış ihtimalini tamamen ortadan kaldırmak ve hükümetin Güvenlik politikalarının daha da sertleşmesini sağlayarak elimizdeki bütün imkânları kurutmak.
AK Parti hükümeti ve lideri Sayın Tayyip Erdoğan Kürt meselesinde görülmemiş adımlar attılar açıkçası. 2009'da Habur kampındakilerin silahlarını bırakarak ovaya, normale, barışa gelmelerinin sağlanması büyük bir başarıydı. Halkın oğullarına kavuşmaya, hayatla adaletle buluşmaya dair sevincinden kötücül yorumlar çıkaran basınımız kötü sınav verdi. Tarafların hataları olmuş olabilirdi ama ana yolu izlemek, niyeti bozmamak gerekirdi, barış için atılan bu unutulmaz adımı mecrasından saptırmak, sabote etmek için seferber olundu adeta.
Ardından PKK'nın kontrol dışı savaş kanadı Oslo görüşmeleri ile olgunlaştırılan eşitlik ve hakkaniyet zemininden rahatsız olup harekete geçti. Bu süreç de hükümetin hakikatli ve insani bir girişimiydi ve bu meselede silahtan çok daha zor olan masada konuşarak akıl ve kalp yoluyla çözme gücünü gösteriyorlardı. Silvan'da 13 askeri öldürenlerin amacı hükümetin hevesini iradesini kırmaktı, öyle de oldu maalesef. Oysa atılan adımlar hayırlı ise asla geri adım atmamak, kararlı ve tutarlı olmak gerekirdi.
Her şey onların üzerimizdeki hakkı önünde oluyor. Geçen yıl Lapseki'de bir bakkal dükkanında karşılaştığım iki fotoğraf hiç aklımdan çıkmamıştır. Birincide Sultanahmet camiinin geniş avlusunda toplanmış hepsi de haki rengi kıyafetler içindeki yüzlerce şehit adayı. Yüzlerinden toyluk, fedakârlık ve masumiyet akıyor. Toprak rengi fotoğrafın bir sonraki karesini bilen insanlar olarak görüntünün önünde sarsılmamamız imkânsız. İkinci resim ise cephede bir bakır leğen ve ona kaşık daldıran beş altı askeri gösteriyor. Masa olarak bölgedeki büyük düz bir kaya kullanılmış.
Bazı yazarlar son fırsatları kullandığımızı, Kürtler ve Türkler arasında müzakere yapacak konuşabilecek son kuşağın bizler olduğumuzu, bundan sonraki kuşakların artık konuşmaktan tamamen umudu kesmiş olacaklarını söylüyorlar. Bu nereden baktığımızla ilgili ve bu noktadan çok uzağız şimdilik ama bu tehlikeyi de görmek gerekiyor.
Van depreminin ardından mağdur ailelerin çocuklarına destek verme arzusuyla bir grup sivil insan tarafından İstanbul'da üniversiteye hazırlık kurslarına yazılan öğrencilerle Çanakkale'ye gittik. Üsküdar belediyesinin halkın tarih bilincini artırmak için düzenlediği gezi programından yararlandık. Sabah güneşli bir günde ama gün doğmadan yola çıktık. Gençlerin tamamı ilk kez gidiyordu Çanakkale'ye. Onların heyecanını içimde duyabiliyordum, kıpkırmızı gelincik tarlalarının ortasından geçerken. Başlarını sağa sola eğdiklerinde kopup düşüverecek sanılan ama narince doğrulan gelincikler. Yanımızdaki gençler de öyleydi. Sabah namazının ardından yemyeşil ormanların arasından geçerek dünyanın en olağanüstü müdafaalarından birinin yaşandığı cepheye vardık. Aradan doksan bir yıl geçmesine rağmen anılar taptazeydi. Yazılan mektuplar, analarla oğulların veda fotoğrafları, yoksul halkın inancı, teslimiyeti, var olma mücadelesi. Bu konuda güzel kitaplar yazılmış olmasına rağmen diyalektik ve lirik derinlikli metinler üretilse, gerekirse üç beş saat sürebilecek filmler çekilebilse keşke. Fakat asla devletin resmi söyleminin telkiniyle yazılmamalı senaryo. Tamamen hakikatimiz neyse bize onu vermeli.
İstanbul'da ve Çanakkale'de sergilenen materyaller içinde askerlerimizin çanak çömleğinden, eprimiş giysilerinden, Fransız İngiliz subayların delinmiş mataralarına, gözlüklerine, üniformalarına kadar birçok obje var. Kimler gelmemişti üstümüze. Mehmet Akif'in dediği gibi: Eski dünya, yeni dünya, bütün akvam-ı beşer/Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer /Yedi iklimi cihanın duruyor karşında/Avustralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada.
Bize saldırmaya gelen insanların şimdi Tanrı misafiri gibi saygınlık ve ibret içinde Gelibolu'nun bağrında yatıyor olmaları, ziyaretlerden, af dileklerinden paylarını alabilmeleri asaletimizin nişanesi. Dünyevi açıdan herkesi eşitleyen ölümde ortaklaşmak hepimizin nihai sonu. Biliyoruz ki çoğu insan gemilere doldurulurken ne için ve kiminle savaşacaklarını bile bilmiyorlardı. Hatta İngiliz donanmasında 'halifeyi kurtarmak için gidiyoruz' diye kandırılan Müslümanlar vardı. Cephelerde kime kurşun sıktıklarını ezan sesini duyunca anlayabilmişlerdi. Saf değiştirenler, arkadan vurulanlar, açlığı paylaşanlar, yaralı İngiliz Fransız askerleri tedavi eden Osmanlı doktorları, Müslümanlara karşı din mücadelesi veren Haçlılar.
Conkbayırı kitabeleri, 57. Piyade Alayı Şehitliği ve kitabesi, Kırmızı Sırt siperleri, Yüzbaşı Mehmet şehitliği, Kanlısırt kitabesi, Atatürk'ün saatinin parçalandığı yer, Yarbay Hüseyin Avni bey mezarlığı, Mehmet Çavuş anıtı ve daha niceleri... Ve onların yanıbaşında Quinn's Post, Johnston's Jolly, Lone Pine, New Zeland Outpost, Embarkation Pier, Yedinci Field Ambulance gibi nice düşman mezarlıkları, bakımlı ve saygın biçimde korunuyor.
Tabyalar tepeler zamanın topları hüzün denizinde dalgalanıyor, cephelerin derme çatmalığı koşulların ağırlığını gösteriyor. Kurosawa'nın Rüyalar filmindeki gibi öne sürülmüş mağdur edilmiş askerlerden söz edemeyiz çünkü en başta komutanlar can verdi, bu kaçınılması mümkün olmayan mahşerî savaşta. Burada onurumuzu ve yurdumuzu korumak için 'tertemiz alınlarından vurulup' koyun koyuna yatan 'kimisi nişanlı kimisi evli' gencecik insanlar var. Bilemezlerdi ki yıllar sonra kendi çocukları dağlarda birbirine pusu kuracak ve dünyadan toplanıp gelen zalimlerin başaramadığını başarmaya çalışacak.
Öğrencilerin karşılaşmasını istediğim bana da en çok heyecan veren gerçeklik şehitlerin künyeleriydi. İsimleri zikretmek çok zor. Geldikleri yerlerden bahsedelim o zaman. Gümülcine, Bursa, İstanbul, Halep, Çemişkezek, Mardin, Ağrı, Kütahya, Maraş, Antep, Adıyaman, Bingöl Fizan, Muş, Malatya, Siirt, Tunceli, Diyarbakır, Afganistan, Amman, Bağdat, Basra, Beyrut, Bosna, Bingazi, Cezayir, Bulgaristan, Dağıstan, Habeş, Hicaz, Hindistan, Tebriz, Kafkasya, Kerbela, Kırım, Kudüs, Lazkiye, Rusya, Selanik, Şam, Halep, Tunus, Süleymaniye, Sudan, Rodos, Sakız adası, Yemen, Yanya, Ordu, Samsun, Aksaray, Amasya, Gümüşhane... Böyle gider. Bir ara bütün künyeleri silip hepsinin yerine Mehmetçik yazma fikri vardı bazı çevrelerde. Bu kendimizi silmek, Çanakkale ruhunu öldürmek olur. Kim olduğumuz geleceği nasıl inşa etmemiz gerektiği künyelerde yazılı çünkü.
Burada Kürtler savaşmadı iddiaları mesela, neye hizmet etmek için acaba, bir Kürt devleti kurulmasına mı. Çanakkale Savaşında Kürt Civanlar kitabında gazeteci Emine Uçak Erdoğan belgelerle gözler önüne sermiş hakikati. Çanakkale'de can veren Ermenileri ve Rumları da unutmamak lazım. Topyekûn bir milletin istiklal meselesiydi bu çünkü.
ZAMAN