Çanakkale’de Dalgalanan Ümmet Bayrağı

İlyas Sayım, Haksöz-Haber okuyucuları için kaleme aldığı yazısında Çanakkale Savaşında ümmetin çocuklarının varlığına dikkat çekiyor.

İLYAS SAYIM / HAKSÖZ-HABER

Bugün; hüznün, gözyaşının, acının, ıstırabın ve bir yandan da buruk zafer duygularının arasından Çanakkale savaşının 98. yıldönümünü anıyor ve hem kendi din ve şereflerini, hem de evlâtlarının geleceğini düşünerek canlarını ortaya koyan şehit ve gāzilerimizi minnet, şükran ve rahmetle hatırlamak istiyoruz.

Çanakkale savaşı; Osmanlı devletinin son direnişlerinden biri olmuş, Anadolu topraklarına dadanan batılı güçlere karşı imparatorluğun her tarafından gelen askerlerin katılımıyla müslüman bir ordu ve müslümanca bir direniş vücuda gelmiştir.

O hâlde bu cengâverce karşı koyuşun tek bir millete mâl edilmeyip Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Lâz ve diğer unsurlarıyla bir ümmetin ölüm-kalım mücâdelesi olarak yorumlanması îcap eder.

Bugün Çanakkale şehitliğindeki kayıtlar incelendiğinde Irak’tan, Kafkaslar’a; Gazze’den, Karadeniz’e; Sûriye’den Balkanlar’a kadar çok geniş bir çeşitlilik gösteren etnik kökenler, ne demek istediğimizi îzah için yeterli ilmî ve târihî vesîkalardır.

Çanakkale’yi doğru anlamak istiyorsak öncelikle kuru milliyetçi duygular yerine insanî değerleri ön plânda tutan bir yaklaşım sergilemeliyiz. Orada şehit edilen askerlerin çokluğu ile övünmek yerine neden bu denli çok kayıp verdiğimizin sorulması ve bunun için gerekli araştırmaların yapılması gerekmektedir. “Dünyâ târihinde buna benzer bir mücâdele ve karşı koyuş olmamıştır” şeklindeki lâf kalabalıkları yerine dünyâ târihini okumalı ve birçok devletin kendi onuru için savaştığı ve en az Çanakkale’deki kadar değerli kahramanlıklar gösterdikleri gerçeğini hatırlamalıyız.

Çanakkale, bizim için bir zafer bile olsa kalıcı ve devamlı bir etkiye sâhip olmamıştır. İstanbul Boğazı’na ulaşılmasının engellendiği bu savaştan kısa bir süre sonra Îtilâf devletleri her türlü rahatlık içinde İstanbul’a girmiş ve kendi rızâlarıyla çekilene kadar birkaç yıl süreyle orada, yânî imparatorluğun başkentinde asker konuşlandırmıştır.

Bugün için Çanakkale elimizde kalmış olabilir. Buna sevindiğimiz kadar, belki ondan daha fazla Balkanlar’ın, Sûriye’nin, Irak’ın, Mısır’ın, Libya’nın ve en acısı Filistin’in kaybına üzülmeliyiz. Çanakkale için gözyaşı döktüğümüz kadar yurtlarından sürülen ve oralara bir daha dönmek imkânı bulamayan dindaşlarımız için de ağıtlar yakmalıyız.

Bugün Türkiye’nin geldiği nokta sevindirici ve ümit vericidir. Devamlı sûrette övüngen ve şişirilmiş bir tek uluslu – tek adamlı târih algısı yerine emek vermiş halkların hepsinin berâber anıldığı objektif bir târih yazıcılığına doğru bir istikāmet görülmektedir. Ne zaman ki eksik ve aksak taraflarına rağmen bu yeni bakış açısı genişletilir ve resmî bir nitelik kazanırsa işte o zaman, orduda aynı safta namaza duran ve hücum esnâsında hep bir ağızdan “Allahu ekber” nidâsını haykırarak ortak îman dilini konuşan Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Lâz ve sâir kökenlerden gelme atalarımızın ruhunu şâd edebiliriz.

Ne mutlu ümmet bayrağını dalgalandıranlara! 

 

Yorum Analiz Haberleri

Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...