Sabah gazetesi yazarı Can Dündar’ın (evet “Sabah yazarı”; 1999’dan söz ediyorum çünkü) 20 Şubat 1999’da kaleme aldığı “Mustafa Duyar konuşacaktı” başlıklı yazı, okurlara hitaben kaleme alınmış şu samimi satırlarla başlıyordu:
“Önceki gün, Özdemir Sabancı suikastinin sanığı Mustafa Duyar’la birlikte nasıl bir sırrı toprağa gömdüğümüzün farkında mısınız? ‘Komplo teorileri’ni sevmem ama bu konuda şu son birkaç ayda yaşadıklarım, bana artık sevmem gerektiğini söylüyor. Okuyunca sanırım siz de seveceksiniz.”
Gerçekten de, Dündar’ın verdiği bilgiler “komplo teorilerini sevmeyen” okurlarının aklını çelecek, onlarda “acaba mı?” duygusunu uyandıracak türdendi.
Dündar, yazısını yazdığı tarihten beş hafta önce (demek ki ocak 1999 ortalarında) Adalet Bakanlığı’na müracaat etmiş, Duyar’la yüzyüze görüşme talebini iletmiş, dönemin Adalet Bakanı Hasan Denizkurdu da talebi olumlu karşılamıştı.
Dündar’da Duyar’la görüşme isteğini, adalet bakanında da talebe olumlu yaklaşma tavrını tetikleyen şey aynıydı: Çünkü Mustafa Duyar itirafçı olmak için müracaat etmiş, geç kaldığı için talebi reddedilmişti. O da avukatlarıyla dışarıya “her şeyi yeni baştan anlatmak istediğini” duyurmuştu.
Anlatacakları çok önemliydi, çünkü daha o konuşmadan dahi Sabancı suikastının bildiğimizden çok farklı, çok daha karanlık bir cinayet olma ihtimalini güçlendiren çok alâmet belirmişti. (Bu alâmetleri burada sıralamaya kalksam, asıl yazmak istediklerime yer kalmayacak. Basında sık sık yer alan bu iddiaları bir kez daha gözden geçirmek isterseniz, www.candundar.com.tr adresine girip, arama motoruna “Mustafa Duyar” yazmanız yeter.)
Yine de bu iddialardan, suikastı Susurluk’a bağlayan en önemlisini hatırlatayım: Özdemir Sabancı ve iki mesai arkadaşını öldürmekle suçlanan üç kişiden biri olan Fehriye Erdal’ın Sabancı Center’a Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ tarafından yerleştirildiğine dair çok kuvvetli işaretler vardı. Bildiğiniz gibi Kocadağ, Susurluk kazasındaki meşhur Mercedes’i kullanan kişiydi.
Rufailer devrede...
Can Dündar Adalet Bakanlığı’ndan izni kopardıktan sonra Mustafa Duyar’ın yattığı Afyon Cezaevi yönetimiyle görüşülmüş, Duyar’ın yazılı onayı alınmış. Sonrasını Dündar şöyle anlatıyor:
“Kendisi de görüşmeyi arzu ediyordu. Her şey hazırdı. Fakat Duyar’ın konuşmak için öne sürdüğü bazı koşullar, bürokrasiye takıldı. Bakan’ın açık emrine rağmen, bakanlıktaki bir bürokrat, şifahen verilen görüşme izninin geri alınması için özellikle uğraştı.
Şimdi öğreniyoruz ki, bizim Duyar’la görüşme izni aldığımız, fakat resmi izin yazısı bir türlü çıkmadığı için gidemediğimiz Afyon’a, aynı günlerde Karagümrük çetesi, aynı bürokratın verdiği izinle nakledilmiş; gittikten iki hafta sonra da, gelen ‘vur emri’ üzerine bizden önce Duyar’ı ‘ziyaret etmiş’ ve 4 kurşunla cezasını infaz etmiş.”
Can Dündar’ın, olan bitenle ilgili yorumuna da bakalım:
“Komplo teorilerini sevmiyorum. Ancak ‘tesadüf’ün bu kadarına inanmayı da saflık sayıyorum. Duyar kilit isimdi. Konuşsa belki Susurluk skandalının bir düğümü daha çözülecekti. Belki hep sağ eliyle vurduğunu sandığımız çetenin sol elini de görecektik. Sabancı’nın neden hedef seçildiğini öğrenebilecektik.
Duyar, sırlarını hücre komşusu Selçuk Parsadan’la paylaşmış olmalıydı. Belki Parsadan’a sıkılan kurşunun nedeni de buydu. Belki de pişmandı karıştığı işten... Kendisi de 2 aylıkken babasını kaybetmiş, annesi ise o 13 yaşında iken, üvey babası tarafından öldürülmüştü. Cezaevinde evlendiği karısından, bir ay önce bir oğlu olmuştu. Adını ‘Özdemir’ koymuştu. Hangi katil, oğluna kurbanının adını verirdi ki?”
Can Dündar’ın o yazıyı kaleme aldığı sırada henüz ortada olmayan birkaç gelişmeyi daha hatırlamalıyız... Mesela Vedat Ergin’in, yargılandığı bir davada sarf ettiği ‘‘Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz, Sabancı suikastıyla ilgili birşeyler ortaya çıkarmak istiyorsa Ali Suat Ertosun’un neden Mustafa Duyar’a yakınlık gösterdiğini sorgulasın’’ sözleri...
Mesela yine Vedat Ergin’in, kardeşiyle birlikte Uşak Cezaevi’ne nakilleriyle kendilerinin öldürülmesinin amaçlandığı, bu naklin sorumlusunun da zamanın Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun olduğu yönündeki sözleri... (Bu naklin, Duyar’ın öldürülmesini izlediğini unutmayalım.)
Ve son olarak, “kendilerinin öldürülmesi girişimi”ne, altı mahkûmun ölümüyle sonuçlanan bir isyanla cevap veren Ergin Kardeşlerin, isyan sırasında videoya kaydedilen ve olaylardan sekiz yıl sonra (2008) Fox TV’de yayımlanan görüntüleri: Görüntülerde önce Nuri Ergin Ergin, sağ elini havaya kaldırarak, “Bu devlet bana Mustafa Duyar’ı öldürttü. Ben öldürttüm. Şimdi canlı söylüyorum” diye bağırıyor. Ardından Vedat Ergin “Veli Abi’yi ara, Veli Küçük’ü ara. Beni sor. Başka da birşey söylemiyorum. Allah’a emanet olun” diyor.
Dündar tatilden dönünce...
Bana bu yazıyı yazma konusunda ilham veren, nasname.com yazarı Cevdet Akbay’ın bir yazısı oldu. Akbay, bütün bu bilgileri hatırlattıktan sonra şu sonuca varıyor:
“‘Bildiğim bütün sırları açıklamaya hazırım’ diyen Mustafa Duyar’la Can Dündar’ı görüştürmemek için uğraşan ve bunda da başarılı olan; Mustafa Duyar’ın konuşmadan öldürülmesini sağlayan bu bürokrat, tahmin ettiğiniz gibi şimdi Ergenekon savcılarını dağıtarak Ergenekon Terör Örgütü üyelerini sokaklara salmaya çalışan eski Ceza ve Tevfik Evleri Müdürü, şimdi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyesi olan Ali Suat Ertosun’dur.”
Tabii, ben bu kadar kesin konuşamam. Fakat Mustafa Duyar’ın öldürülme sürecinde Ali Suat Ertosun’un pozisyonuna bakıp da, bu türden şüphelerin tümden deli saçması olduğunu da öne süremem.
Cevdet Akbay’ın “nasıl bu kadar kesin konuşuyorsunuz” soruma cevaben bana gönderdiği e-posta, bu “araf”ta konumumda bir değişikliğe yol açmadı. Şöyle diyor Akbay:
“(Adalet Bakanı) Denizkurdu izin veriyor ama bir bürokrat izin vermiyor.
Cezaevleriyle ilgili olan bürokrat kimdir? Cezaevleri Genel Müdürü. O da Ertosun’dur. Ertosun’dan başka Can Dündar’ın Duyar’la görüşmesini engelleyecek başka bir bürokrat aklıma gelmiyor.”
Bence bu işi çözse çözse Can Dündar çözer. Acaba bu arada bir şey yazmış mı diye yazılarına bakmaya kalktığımda öğrendim ki 9 temmuzda iki haftalığına izine ayrılmış. Bu hesapla iki gün sonra yazılarına başlayacak demektir.
Doğrusu ben tatil dönüşü ilk yazısını bu meseleyi aydınlatmaya ayıracağını kuvvetle tahmin ediyorum.
Basit ve tamamen gazetecilikle ilgili bir nedenle: Düşünün, 10 yıl önce, çok önem verdiğiniz, belki de kariyerinizin en büyük “iş”i bir bürokrat tarafından engelleniyor. Siz o zaman bu ismi fâş etmiyorsunuz. Fakat 10 yıl sonra ortaya çıkan kimi gelişmeler, o bürokratı bir anda ülkenin en tartışmalı figürü haline getiriyor. Ve siz, o figürle ilgili tayin edici bir iddiayı doğrulayabilecek tek gazetecisiniz.
Ben, bir gazetecinin böyle bir fırsatı tepebileceğine hiç ihtimal vermiyorum.
Yanlış anlaşılmasın, son paragrafı, “o bürokrat”ın Ali Suat Ertosun olduğu varsayımına göre yazdım.
Olabilir ki, “o bürokrat” Ertosun değildir. Eh, bu da gazetecilik açısından önemli bir fırsattır.
Neticede ve her durumda, ben Can Dündar’ın ilk yazısının “Ali Suat Ertosun’lu” olacağına inanıyorum.
Bakalım tutturabilecek miyim?
TARAF