Hemen hemen bütün inanç sistemlerinde kutsal veya dini mekân algısı vardır. Ve insanlar inançlarının gereği bazı ritüelleri yerine getirebilmek için de bu mekânları inşa etmişlerdir. Bu açıdan baktığımızda ise İslam toplumunda camilerin önemli bir yeri vardır. Kur’an’ı Kerim’de ve özellikle Hz. Peygamber’in uygulamalarında da mescitlerin önemi ve fonksiyonu üzerinde durulmuştur. Muhammed Hamidullah’ın aktarımına göre Rasulullah’ın (s) vefatına kadar Medine’de 18 tane mescid farklı semtlerde kullanılmaktaydı.
Mescit Allah’a secde edilen yerdir. Cami ise, toplayan, bir araya getiren anlamlarını içermektedir. Hz. Peygamber döneminde camiinin karşılığı olarak mescitlerin kullanıldığını görmekteyiz. Yani müminleri bir araya toplayan, Allah’ın huzurunda birlikte ibadet edilen ve O’nun huzurunda birlikte sorunların konuşulduğu ve istişare edildiği yerlerdir camiler ve mescitler.
İslam tarihine baktığımız zaman ilk mescidi evinin bahçesine inşa eden kişi Hz. Ebubekir olsa da ancak ilk umuma açık caminin/mescidin Hz. Peygamber tarafından yapıldığını görmekteyiz. Hz. Peygamber Mekke’den Medine’ye hicret ederken henüz Medine’ye ulaşmadan Kuba denilen köyde Kuba Mescidi’ni inşa etmiştir. Medine’ye ulaştıktan sonrada Mescidi Nebevi’yi inşa etmiş, hatta kendiside tuğla taşıyarak mescidin yapımında bizzat yardımcı olmuştur. Ayrıca hicretin ilk yıllarında Mescidi Nebevi dışında pek çok mescidin de inşa edildiği rivayet edilmektedir.
İlk oluşan İslam toplumunda Mescidi Nebevi Müslümanların birlik ve beraberliğini sağlamak açısından çok büyük fonksiyon taşımıştır. Çünkü Müslümanlar bu ilk camilerin de sadece ibadet için bir araya gelmemiş, bu mescitlerde sohbet etmiş, aralarında ki sorunları çözüme kavuşturmuş, çeşitli adli duruşmalar bu mekânda yapılmış, hatta elçiler bu mescitte kabul edilmiştir. Yani Rabbimizin ilk emri olan okuma eylemi ilk İslam toplumu tarafından tüm boyutlarıyla bu mescitte yankı bulmuştu.
İslam toplumuna batığımız zaman Müslümanlar göç ettikleri yerlerde hemen bir mescit yapmışlardır. Çünkü mescit Müslümanların hayatlarını inşa ettikleri mekânlar olarak değerlendirilmiştir. Yani günümüzde olduğu gibi İslam toplumunda mescitler veya camiiler sadece 5 vakit namaz kılınan mekanlar olarak algılanmamış, mimari bir yapı olmanın çok daha ötesinde bir yaşam tarzının, dünya görüşünün yaygınlaştığı yerler olarak işlev görmüştür.
Camiler Allah’a secde edilen, ibadet edilen yerler olmakla beraber, eğitimin yapıldığı, kararların alındığı, davaların görüldüğü ve çeşitli sosyal aktivitelerin gerçekleştirildiği mekânlardı. Yani bir anlamda İslam toplumunda camii demek Müslümanların kendilerini oluşturdukları, kendilerini inşa ettikleri ve ümmet olmanın öneminin yaşandığı mekânlar demekti. Ve bu mekânları da ancak Allah’tan hakkıyla korkanlar inşa ederdi. Tevbe Suresi 18. ayette Rabbimiz bu durumu şöyle izah etmektedir: “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtını veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların, doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.”
Hz. Peygamber dönemine baktığımız zaman mescitlerin fonksiyonunun şu üç madde ile özetleyebiliriz:
1-Mescitler ibadet mekânı olarak kullanılmıştır. Beş vakit namazla beraber Cuma, Cenaze ve Bayram namazlarında inananlar hep birlikte Allah’a yönelmişlerdir.
2-Devletin idari işlerinin yürütüldüğü ve bu bağlamda kararların alındığı mekânlar olarak kullanılmıştır. Askeri, diplomasi, iktisadi ve hukuki işler burada görüşülmüş ve gelen misafirler burada ağırlanmıştır.
3-Mescitler eğitim ve öğretim yeri olarak kullanılmıştır. Hz. Peygamber sohbetlerini burada yapmış, kendisine yöneltilen sorulara burada cevap vermiştir. Ayrıca Mescidi Nebevi’nin hemen arka tarafında bulunan Suffa misafirhanesi ve eğitim alanı da bu mescitlerin bir ürünü olarak işlev görmüştür.
Ancak günümüz dünyasında ne yazık ki camilerimiz sadece 5 vakit namaz için
açılan mekânlar haline geldi. Hatta birkaç yıl öncesine kadar namaz vakitleri dışında kapılarına kilit vurulması gereken mekânlar olarak algılanıyordu. Bu gün bizlere düşen ise, peygamber toplumundaki fonksiyonunu yiterin camilerimizi yeniden asıl işlevine kazandırabilmektir. Camilerle aramızdaki mesafeyi kaldırıp, tıpkı ilk dönem İslam toplumunda olduğu gibi namaz vakitleri dışında da kullandığımız yerler haline getirmeliyiz. Özellikle de çocukları ve gençleri caminin bu geniş havzasıyla tanıştırmak, ders halkalarımızı zaman zaman bu ortamlara taşımak ve caminin toparlayıcı fonksiyonunu yeniden diriltmek gerekmektedir.
Ve çocuklarımız, gençlerimiz Allah’ın evi olarak bildikleri camilerde Allah’a yaraşır kul olmanın şuuruyla büyüsün. Saygının, sevginin, hürmetin ne anlam ifade ettiğini bu mekânlarda yaşasınlar. Saf tutmayı, safları sıklaştırmanın önemini kavrasınlar.
Mustafa Ökkeş “Arkadaşım Cami” kitabında camilerin çocuklarımızın, gençlerimizin arkadaşı olması gerekliliğini işlemiş. Tabii ki camilerimizin yeni Erkamların, yeni Musapların eğitim yuvası olabilmesi için mevzuatın iyileştirilmesi kadar, camii görevlilerinin de eğitilmesi ve Kur’an hizmetlileri olduğu bilincine ulaştırılmaları gerekli. Camiilerimizi resmi ideolojinin tasallutundan kurtarıp Vahyin ve Rasululah’ın gösterdiği“yaşam alanları”na dönüştürdükçe gelecek nesillere de umutla bakacağız. Gelecek umutlarımız için camilerimiz tabii ki çocuklar açmalı… Bu konuda merhale merhale büyüyen çabalarımız ıslah gündemimizin köşe taşlarından olmalı.