Camide Buluşalım

MUSTAFA SİEL

Tevhit Diye Diye Vahdetten Uzaklaşmak

Radikal söylemin en önemli argümanlarından olan önce tevhit sonra vahdet (tevhit zaten vahdeti getirir) söylem ve çabaları, maalesef bu güne kadar ne tevhidi ne de vahdeti sağladı.

Tam aksine zayıfta olsa mevcut vahdeti daha da parçalıyor, fırkalaşmaları arttırıyor ve perçinliyor, hatta hedeflenenin tam aksine insanlarımızı tevhitten iyice uzaklaştırıyor.

Önce tevhit söylemi, bırakın halkla ve diğer camialarla olan ilişkilerimizi koparmasını, tevhidi kesimi bile kendi içinde her geçen gün daha fazla parçalıyor, adeta atomize ediyor.

Önce Vahdet Sonra Tevhit

3.Ali İmran Suresi 103’ten 105’e kadar olan ayetlerde işaret edildiği üzere, önce vahdet, yani siyasi tevhit sağlanmalıdır Ümmet bazında. Ayetlerde işaret edildiği üzere, vahdet çabaları ile eş zamanlı olarak tevhidi öğretiyi Ümmete ulaştırma ve Salih ameli canlandırma çabalarımızda devam etmeli. Ama hikmetle ve güzel öğütle, ümmetin hiçbir ferdini tekfir etmeden, ötekileştirmeden.

Zira tevhide olduğu kadar vahdete de mecburuz. Üstelik eğer Ümmet olarak bir an önce vahdet edemezsek, tevhidi öğretiyi ulaştıracağımız kimse de kalmayacak.

Ters Tepen Çabalar

Önce tevhit söyleminin neticeleri ortada olmasına rağmen maalesef bizim kesim genelde yaşananlardan hiç ders almadan hala bu söylemde ısrar ediyor. Bu da kaçınılmaz olarak arzu edilenin tam aksi sonuç verip, daha fazla parçalanmaya sebep oluyor.

Geçmişte yaşananları bir kenara koyalım, sadece şu son 4 yıllık süreçte yaşananlar bile bize artık şu gerçeği öğretmeli idi, önce sosyal ve siyasi tevhitte diyebileceğimiz vahdet, sonra akidevi tevhit söz konusu olabilir.

Tevhidi Bulanıklığın En Önemli Sebebi Vahdetsizlik

Dikkatli analiz edildiğinde, akidevi tevhitle alakalı sorunların aslında sosyal ve siyasi sorunların,  yani vahdetsizliğin bir neticesi olduğu görülebilir. Zaten İslam’ın parçalanması ve tevhidi netliğin bulanması da bu süreçte gerçekleşmiştir.

Önce siyasi vahdet kaybolmuş, bilahare akidevi tevhit gün geçtikçe bulanıklaşmış ve kaybolmuş, ümmet her iki açıdan da paramparça olmuştur. Bu nedenle Ümmetin ıslahı da aynı yoldan olabilir. Önce siyasi vahdet sağlanmalıdır ki, bu sağlandığı nisbette akidevi tevhidin süreç içinde gerçekleştiğini göreceğiz inşaallah.

Sosyal ve Siyasi tevhit (yani vahdet), Ümmet mazında bulanıklaşmış olan akidevi tevhidin netleşmesinin yollarını açacak, yol taşlarını döşeyecektir. Vahdet gerçekleşmeden asla akidevi tevhit gerçekleşmez. Vahdetten önce akidevi tevhit için uğraştıkça, değil vahdete, daha fazla parçalanmalara maruz kalmamız kaçınılmazdır.

Vahdet Ve Tevhidin Öncüleri Olmalıyız

Eğer tevhidi kesim olarak,  3.Ali İmran Suresi 103’ten 105’e kadar olan ayetlerde emredilen hususları yerine getirerek, hayra davet eden öncüler olabilir; Ümmetin siyasal tevhidine, yani vahdete öncülük eder, bu esnada tevhidi öğretiyi de hikmet ve güzel öğütle muhataplarımıza sunarsak, kaçınılmaz olarak tevhidi mesajlarımız da dikkate alınır ve fayda sağlar.

Velev ki alınmasa bile, eğer vahdet konusunda üzerimize düşeni yapabilirsek, gönül rahatlığıyla, Ümmet için çabalarımız nedeniyle bu günkü gibi tepki görmeden ve daha fazla fırkalaşmaya sebep olmadan tevhidi mesajlarımızı da ulaştırabiliriz.

Ümmetin paramparça olduğu ve her bir parçasını çakalların dişlediği, can ve namus derdinden din derdine sıra gelmediği bir ortamda nasıl sadece tevhidi mesaj vermeye odaklanır, vahdeti ıskalayabiliriz.

Tüm İslami Camialar Refiklerimizdir

Zalim olmadıkları müddetçe, geleneksel yada radikal tüm İslamcı ekol ve gruplar, (bize göre) iman ve İslam anlayışında az yada çok yanlışlar ve zaaflar bulunan refiklerimizdir. Fethullah Gülen Cemaatinin tabanı ve zulmetmeyen Şiiler dahildir bu kapsama.

29.Ankebut Suresi 46. ayette, Ehli kitaptan zulmetmeyenlerle bile ancak zaruri olduğunda en güzel şekilde cedel emredilmişken, refikimiz olan cemaatlere karşı bu ne şiddet bu ne celal?

Bazılarımız diğer cemaatlere tıpkı Gülen ve ekibi gibi davranıyor, yani kafirlere yumuşak zilletli, cemaatlere sert ve haşin, izzetli, özellikle kendilerini antikapitalist İslamcılar olarak niteleyen kesim.

Mazlum Müslümanlara Vurmanın Dayanılmaz Hafifliği

Mazlum olduğu müddetçe hiçbir İslami grup ve ekol ve de halk kitleleri bizim düşmanımız olmamalı, bizim düşmanımız aduvvun mubin olan cin şeytanları ile onların askerleri olan batı ve batıcı insan şeytanları ile bunların etkisiyle zulme sapan İslami camialardır.

Kendini samimi olarak Müslüman sayan herkes ümmet kapsamına alınmalı. Kendini İslamcı sayan tüm kişi ve cemaatler de 3.Ali İmran Suresi 104. ayetteki hayra çağıran topluluklar kapsamında sayılmalı.

Tüm cemaatler birbirleriyle didişmeden ve çelme takmadan Ümmetin vahdeti için samimi çaba sarf ederken, aynı zamanda kendi kurtuluş reçetelerini birbirlerine ve ümmete sunmalı. Elbette kendimizi İslam’ı çok iyi anlamış kişi ve topluluklar olarak görebiliriz ama, hiç birimiz peygamber olmadığımızdan, hiçbir cemaatin Allah adına konuşma ve faaliyet gösterme yetkisi yoktur.

Cedel Değil, Diyalog

Hakkı cedelle değil hikmet ve güzel öğütle gündemde tutabilirseniz, gündeme getirdiğiniz bu hususlardan zamanla diğer cemaatlerin etkilendiğini, halkın farkına bile varmadan kabullendiğini ve benimsediğini görebilirsiniz.

Lakin cedele devam ederseniz, diğer ekol ve cemaatleri - muarızlarınızı pekiştirir, halkı bezdirir ve ürkütürsünüz. Hatta zamanla bu cedel bumerang gibi size döner, dün canciğer olduğunuz arkadaşlarınızla da cedele başlar ve zamanla parçalanırsınız.

Kişilere Ve Cemaatlere Değil Yanlışlara Tavır Almak

Refiklerimiz bize çatsa, cedel etse bile biz en güzel şekilde karşılık vermeye, onlara güzel davranmaya, aradaki zaten zayıf olan köprüleri tamamen yıkmamaya gayret etmeliyiz. Zira eğer iddia ettiğimiz gibi gerçek Kur’an ve sünnet ehli bizsek, hikmet ve olgunluk bize düşer.

Cemaatleri refik görmemiz onların samimi İman, İslam ve İslamcılık iddiaları nedeniyle olup, İman ve İslami anlayışlarında bazen şirke ve fesada varan yanlışlarını değil onaylamak, görmezden gelme anlamına gelmez.

Lakin bu kişilerin ve cemaatlerin samimi İman ve İslam iddiaları ile (bize göre!) yanlış inanış ve amellerini birbirinden ayırmalı; bu kişilere ve cemaatlere dost, yanlışlarına düşman olmalı, iman ve İslam hususlarında yanlış gördüğümüz bu yanlışlıklardan dolayı muhataplarımıza düşmanlık ve öfke ile değil,  hikmet ve güzel öğütle, en güzel şekilde hatırlatmalarda bulunmalıyız.

Kendimizi Merkezde Görmemeliyiz

Cemaatlerin kendilerini lağv etmeleri, bize katılmaları beklenmemeli, bizim eleştirilerimizi dikkate alarak süreç içinde İmani ve İslami hatalarını düzelterek varlıklarını sürdürmeleri yeterli görülmelidir.

Gerek tüm cemaatler ve camialar bazında ve gerekse tevhidi cemaat ve camialar bazında çeşitliliği bir handikap olarak görmemeli, eğer kalplerimizde birbirimize karşı refkat ve şefkatten kaynaklanan bir vahdeti sağlayabilir, bir birlerimizi rakip değil refik görebilir, birbirimizle futbol maçı değil, tatlı bir hayır yarışı yapabilirsek, bunun yeterli, hatta daha doğru olduğunu görebilmeliyiz.

Sadece geleneksel İslamcı cemaat ve camialar değil, İslamcı olmamakla beraber içeriğinden gafil bile olsa samimi olarak kendini Müslüman olarak gören ve İslam’a düşman olmayan halk kitleleri (aleviler dahil) bizim tabanımızdır.

Cihadımız cemaatler ve halk kitleleriyle değil, İslam ve Ümmet düşmanı olup bunu fiiliyata geçiren ve batıl yolunda cihad eden küfrün önderleri, şeytanın parasız askerleri ile olmalıdır.

Düşmanlık Sadece İslam Düşmanlarınadır

2.Bakara Suresi 148. ayette ifade edilen hayırlarda yarışın Allah sizi bir araya getirir ayetinin tecelli etmesi için, cemaatler birbirlerini rakip görmemeli, rakip olarak İslam düşmanı olan gayrimüslimlerle ismen Müslüman niyeti kafir olanları görmelidirler.

60.Mumtehine 8. ayette Allah size düşman olmayanlara yumuşak davranmanızı yasaklamaz emri gereğince, kendini samimi olarak Müslüman görmekle beraber, Milliyetçilik, Kemalizm, Komünizm gibi ideolojilerle İslam’ın çeliştiğinin idrakine varamamış, İslam’a ve Müslümanlara bilinçli bir düşmanlık beslemeyen ve düşmanca çaba sarf etmeyen halk kitlelerini de bilinçli önderlerinden ayrı tutmak gerekir (aleviler dahil).

Bu sözlerimiz ümmete bilinçli olarak açıkça ihanet etmekte olan İran rejimi ve Şiaperestler ile Türkiye içindeki İran ajanları konumunda olan çakma Şiiler ve de Fethullah Gülen ve ekibi için geçerli olmayıp, onlarla zulümlerinden ve ihanetlerinden vaz geçene kadar cihat edilmelidir, eğer vaz geçerlerse üzerlerine gidilmemelidir.

Vahdet Yolunda Öncüler Bizler Olmalıyız

Kendimizi gerçekten Kur’an ve Sünnet ehli Görüyorsak, gereğini yapmalı, değil önce tevhit söylemlerimizle Ümmeti daha bir parçalamak, tam aksine Ümmetin vahdetine öncülük ve önderlik etmeliyiz. Zira Kur’an ve sahih sünnetin açık hükümleri ve uygulamaları bizlere bu görevi vermektedir.

Eğer Ümmetin vahdeti hususunda bu öncülük ve önderlik görevimizi hakkıyla yapabilirsek, zamanla tevhidi söylemlerimizin Ümmet bazında yankı bulduğunu ve süreç içinde kabullenilip içselleştirildiğini, en azından bu konulardaki şirke varan aşırılıkların gün geçtikçe törpülendiğini göreceğiz inşaallah.

Bu şekilde bir taşla iki kuş vurmuş, hem Ümmetin vahdetini sağlama yolunda görevlerimizi yerine getirmiş, hem de Ümmetin İman ve İslam anlayışındaki hataların giderilmesine katkı sağlamış olacağız.

Camide Buluşalım

Vahdet çabalarımıza ilk önce en yakınımızdan başlamalıyız. Zira en yakınımızdakilerle sağlayamadığımız vahdeti uzaktakilerle sağlamamız mümkün olmayıp, sağladımızı düşünüyorsak bu sanal ve aldatıcı bir durumdur.

Vahdete ilk adım ve temel olarak, tüm cemaatler ve halkla camilerde cemaat namazlarında buluşulmalıdır. Yani vahdete ilk adım camilerde cemaatle namaza katılmakla atılmalıdır.

Alevilerin camiye karşı cemevi alternatifini öne sürmelerini eleştirirken, haklı gerekçelerimiz bile olsa camiden uzak durmamız çelişkidir. Dünyanın her tarafındaki (muhtemelen çoğunluğu İslami anlayış ve amelleri bakımından halkımızın durumunda olan) mazlum Müslümanların derdiyle dertlenirken, kendi memleketimizdeki Müslümanlarla aynı saflarda buluşmamakta açık bir çelişkidir.

Ayrıca 3.Ali İmran Suresi 43. Ayette Meryem’e rüku edenlerle beraber rüku et ayetindeki emre aykırıdır. En yakınımızdaki cemaat mensupları ve halkımızla camide omuz omuza gelemeyenlerin, vahdetten bahsetmeleri kuru ütopyadır.

Günümüzde Camilerin Konumu

Caminin peygamberimiz zamanındaki konum ve işlevi ile şimdiki arasında fark kaçınılmazdır. Bu gün Camiler ve vakit namazları aleviler dahil tüm halk kesimlerinin ve İslamcıların ortak buluşma noktası olmalı, namaz sonrası herkes dergahına, derneğine vs. gitmelidir. Camilere hiçbir grup ve cemaat hakim olmamalı, tüm halkın benimseyeceği tarafsız ortak adresler olmalıdır.

Camilerde imamlarca hutbeler dahil Kur’an ve meali okunmalı, ihtilaflı konuları herkes kendi özel mekanında işlemelidir. Böylece camiler Kur’an odaklı cem etme (bir araya getirme) merkezleri olmalıdır, bizi birbirimizden uzaklaştırma merkezleri değil.

Camisiz İslami Hareket, Vahdet Ve Tevhit Olmaz

Camiler ve cemaat namazları bizim için çok önemlidir. Türkiye şartlarında cami merkezli bir İslami hareket olmayacağı açıktır, lakin cami ve cemaatini dışlayan bir İslami harekette kadük kalmaya mahkumdur.

Cami ve cemaatle birliktelik, tek başına bir anlam ifade etmez. Lakin tevhit, vahdet ve Ümmet misyonu olanlar için olmazsa olmaz zeminlerden birisi olup, cami ve cemaatle yeterli ilişki kurulmadan bu misyona ulaşmak mümkün değildir.

Tüm İslamcı Refiklerimizle Ortak Zeminler Oluşturmak

Vahdete ikinci adım olarak ise, en yakınımızda bulunan gerek tevhidi ve gerekse geleneksel tüm İslami camia ve cemaatlerle asgari müştereklerimizde buluşacağımız birliktelikler, faaliyetler, organizasyonlar oluşturmak olmalıdır.

Elbette bizlerin dikey boyutta Türkiye ve dünya çapında cemaat ve camia birlikteliklerimiz olabilir ve olmalıdır. Lakin bu yatay boyutta, yani yerelde gerek aynı ekolden ve gerekse farklı ekollerden İslami camia ve cemaatlerle ilişkiler ve birliktelikler geliştirmemize engel teşkil etmemesi gerektiği gibi, birliktelikler olarak ta üst düzeyde benzer ilişkiler ve birliktelikler geliştirilmesi gerekir.

Ya Hepimiz Kazanacağız, Yada Hepimiz Kaybedeceğiz

Ümmet olarak ya hepimiz kazanacağız yada hepimiz kaybedeceğiz. Dünyevi ve uhrevi kurtuluşumuz için önce dünyevi nimet – siyasal birlik yani vahdet sağlanmalı, bu süreçte de tevhidi söylem muhataplarımıza ulaştırılmalıdır.

Mahalli ve Türkiye bazında ekol, ekoller arası ve halkla vahdet gerçekleştirmeden, küresel bazda tüm Ümmeti kapsayan bir vahdete ulaşmamız ise asla gerçekleşmesi mümkün olmayan ham bir hayaldir.