İslam, müntesiplerinden öncelikle, Rabbani ölçülere tabi olmayan sosyal ve siyasal işleyişlere karşı çıkmayı ve onlardan ayrışmayı talep eder. İslam’a intisabın ilk adımı olan “Lâ ilahe”nin karşılığı budur.
İslami açıdan değerlendirildiğinde, yaşadığımız coğrafyada hâkim siyasal erk ve ona bağlı olarak sosyal ve siyasal işleyişin cahili bir nitelik taşıdığı açıktır. Âlemlerin Rabbi yüce Allah’ın ölçüleri bu coğrafyada hâkim değil mahkûm konumundadır. Yürürlükteki kanunlar, siyasal, sosyal ve ekonomik işleyiş topyekûn modern cahiliyenin ürünüdür.
Üstelik bu cahili işleyiş Allah’ın dinine cephe almakla ve onu hayat alanlarından uzaklaştırmak için kamusal (y)alanlar üretmekle kalmamakta, Allah’ın dinini vesayet altına almayı ve payandalaştırmayı da temel bir politika olarak benimsemiş bulunmaktadır. Mevcut cahiliye rejimi İslami değerlere karşı kuruluşundan bu yana açık bir tutum içinde olmakla birlikte, yine kuruluşundan bu yana İslam’a etinden ve derisinden faydalanılacak bir koyun muamelesi yapmakta, din istismarını, kendi bekası için vazgeçilmez bir enstrüman olarak görmektedir.
İşte Diyanet İşleri Başkanlığı, cahiliye rejiminin bu amaçla oluşturduğu bir kurumdur. Rejimin İslam’ı vesayet altına alması için kurgulanmış ve bu amaçla donatılmış bir cahiliye kurumudur.
Kemalist bir akademisyen olan Prof. Dr. Bülent Tanör (1940-2002), Diyanet’in kuruluş amacını şöyle ifade etmişti:
“Diyanet İşleri Başkanlığı, teknik bir kamu hizmeti kuruluşu olarak çalışıyor, rejimin talepleri doğrultusunda dinin kişiselleşmesine katkıda bulunuyordu. Yetkileri sınırlıydı, ruhani bir otoritesi yoktu. İslami kurallar öneremez, teolojik araştırma yapamazdı, dinsel mülk sahibi değildi. Kısacası DİB, laikleştirme politikasına dinsel meşruluk kazandırma görevi yüklenmişti... Devlet, dinin siyasal ve toplumsal alana karışması olasılığına karşı DİB’i kullanmaktaydı.” (Bülent Tanör, Kuruluş Üzerine 10 Konferans, 1920 Sonları - 1996)
Diyanet, kuruluşundan bugüne kendisine yüklenen misyonu “hakkıyla” yerine getirmiş ve getirmeye devam etmektedir. Halkın gayret ve imkânlarıyla inşa edilen camileri resmî ideoloji adına vesayet altına alan Diyanet, camileri tam anlamıyla bir devlet dairesine dönüştürmekte, camilerde resmî ideolojinin sözcülüğünü yapmaktadır.
Camilerde İslam’dan, Allah’ın istediği kadar değil, cahiliye rejiminin izin verdiği kadar söz edilmekte, hutbe ve vaazlar, yer yer resmî ideolojinin propaganda aracı olarak işlev görmektedir. Camiler, Diyanet eliyle işlevsizleştirilmekte, hayatla ve İslami mücadeleyle bağları koparılıp “kıl beşini, yap işini” dindarlığının teşvikçisi ve yaşatıcısı haline getirilmektedirler.
Diyanet’in kuruluşunda güdülen gaye ile, Tevbe Sûresi’nin 107 ve 108. ayetlerinde konu edilen Mescid-i Dırar’ın inşa ediliş gayesi ne kadar da örtüşmektedir!
Son olarak İstanbul’un tarihî camilerine “İstanbul’un kurtuluşu” kutlamaları çerçevesinde “Ne mutlu Türk’üm diyene”, “Ordumuza şükran borçluyuz” gibi ırkçı ve militarist mahyalar asılması örneğinde Diyanet’in bu cahili misyonu bir kere daha son derece sırıtkan bir şekilde kendini göstermiştir. Hatırlanacağı gibi Diyanet birkaç yıl önce sırf Emin Çölaşan istedi diye camileri ulusal sembolerle donatma işgüzarlığına imza atmıştı. Her ne kadar bu son mahya olayı Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün bir marifeti olarak kendini gösterse de, camilerin bu şekilde resmî sloganlarla (üstelik en uç sloganlarla) donatılacak devlet daireleri olarak görülmesi, Diyanet eliyle kurulan vesayetin sonucudur.
Cahiliye rejiminin kuruluşundan bu yana Diyanet eliyle din ve camiler üzerinde kurduğu vesayet, bu tür uygulamalarla gündeme gelse de, aslında yeni olan bir şey yoktur. Diyanet kendisine yüklenen misyonu yerine getiriyor ve getirmeye devam edecektir. Aksi zaten Diyanet’in lağvedilmesi demektir. Diyanet’e ayrılan devasa bütçe, Diyanet’in cahiliye rejimi adına üstlendiği misyonun büyüklüğünden başka neyle açıklanabilir?
Evet, mevcut cahiliye rejiminin belki de en önemli sacayağı Diyanet kurumudur. Diyanet’e verilen önem boşuna değildir. Diyanet cahili sistemin Allah’ın dini üzerinde kurmayı amaçladığı vesayetin kullanışlı bir aracıdır. Bu amaçla kurulmuştur ve bu çerçevede işlev görmektedir. Dolayısıyla bu coğrafyanın gerçekleri açısından şu hükmü rahatlıkla verebiliriz: İslam’ın ilk adımı olan cahiliyeden ayrışma, Diyanet’e “lâ” demekle başlar!