“Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy sopları olsalar bile, Allah'a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin…” (Mücadele Suresi, 58/22)
Cahiliyenin en önemli özelliği değer yargılarında yol açtığı çarpıtma ve ifsattır. Cahiliye hayatı, insanı, insanın Rabbi ile olan münasebetini tanımlamada vazettiği hükümlerle kendine özgü bir anlayış, zihniyet ve tavır belirler. Ve bu belirlemeler temelinde bir düşünme biçimi ve hayat tarzı inşa eder.
Cahili anlayış tarzı vahyi, vahyi ilke ve esasları ya tümüyle inkâr eden, görmezden gelen ya da onu olduğu gibi kabullenmek yerine kendince esneten, keyfince genişletip daraltan, sonuçta çarpıtan bir tutum içindedir. Kendisinden başka rab ve ilah olmayan Allah Teala dışında ya da O’nunla birlikte çeşitli güçleri, şahısları, sembolleri ilah ve rab edinip, onlara ittibaya yönelen bu yönelim Allah’a teslimiyet iddiasında da olsa, tevhidden ve İslam’dan uzak batıl, çarpık, çelişik bir yönelim içindedir.
Milliyetçilik cahiliyesi
Cahiliyenin günümüzdeki en yaygın formlarından birinin milliyetçilik olduğunu biliyoruz. Neredeyse tüm insanlığı ve maalesef geniş manada Ümmeti de kuşatan bu zihniyetin hayatımızın her anında, her vesileyle karşımıza çıktığına ve karşı konulmak şöyle dursun sanki tartışılamaz bir gerçekmiş gibi kendisini dayattığına ve yaygın biçimde de kabullenildiğine şahitlik ediyoruz. Daha çocukluktan itibaren insanların kavramlarını, zihnini, ilişkilerini belirleyen müthiş dayatmacı bir zihniyettir bu.
Bu cahili asabiye sadece resmi ideoloji aktarımı ve resmi eğitim kurumlarıyla sınırlı kalmıyor. Toplumsal hayatın tamamında etkili biçimde kendini gösteriyor ve insanların düşüncelerini de, özlemlerini de, umutlarını da, üzüntülerini, sevinçlerini de belirliyor.
“Kimsin” ve “bu dünyada ne için varsın” sorularına kendince ürettiği cevapların istisnasız herkesçe tartışılmadan, sorgulanmadan kabullenilmesini istiyor. İtiraz eden, bu kategori içinde tanımlanmayı kabul etmeyenler ise ‘sorunlu’ kişiler, tedavi edilmesi gereken marjinaller gibi algılanıyor, hatta düşman ve hain muamelesi görüyor.
Asabiye duygusunun insanın yapısında var olan bir eğilim olduğu ve vahyin ilk inzal olduğu toplumda da tevhid çağrısına karşı büyük bir barikat oluşturduğu bilinen bir gerçektir. Hatırlayalım amcası ve hamisi Ebu Talip öldüğünde Resulullah (s) ve yakınlarını himaye sorumluluğu altına giren diğer amca Ebu Leheb bu sorumluluktan kurtulmak için yeğenini kendince bir teste tabi tutmuş ve vereceği cevaba bağlı olarak himaye sorumluluğunu üstlenip üstlenmeyeceğini kararlaştırmıştı.
Soru basit ve netti: “Atalarımız nerede?” diye sordu Ebu Leheb. O sırada Şibi Ebu Talib mahallesinde ağır bir kuşatma altında yakınlarıyla birlikte çok zor şartlar altında direnen ve himayeye de çok büyük ihtiyaç duyan ama “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” emrinin muhatabı Resulullah’ın cevabı da aynı netlikteydi: “Ateşte!”
İşte bu cevap Ebu Leheb’i öfkelendirmiş ama aynı zamanda da rahatlatmıştı. İlahlaştırdıkları, yolundan gitmekle övündükleri, takdis ve tazim ettikleri atalarına karşı bu tavır doğal olarak kendisini öfkelendirmiş ama zaten almak istemediği bir yükümlülüğün bahanesini, mazeretini sağladığı için de rahatlatmıştı.
Asabiye duygusunun cahiliye mensuplarını nasıl yönlendirdiğini, haktan saptırıp, batıla sevk ettiğini biliyoruz. Müseylimetu’l-Kezzab’ı düşünelim. İnkar ve irtidat edip başkaldırdığında çevresinde kısa bir süre zarfında büyük bir ordu toplamayı başarmıştı. Nitekim Ebu Bekir (r) zamanında ilk olarak üzerine gönderilen İkrime b. Ebi Cehil ve Şurahbil b. Hasene kuvvetlerini yenmiş daha sonra Halid b.Velid komutasında toplanan daha büyük bir ordu karşısında yenilip öldürülmüştür.
Bu savaşta Müseylimetu’l-Kezzab’ın İslam ordusundan 3-4 kat daha fazla askere sahip olduğu reisi olduğu Beni Hanife kabilesi ve çevresinden etrafında 40 bin civarında savaşçı topladığı rivayet edilir. Düşünün bir tarafta onca mücadele, sıkıntı, fedakarlık neticesinde oluşan Müminler topluluğu var ve bunun karşısında ise iman ordusundan kat kat kalabalık bir ordu. Ne için bir araya gelmişler? Cahiliye hamiyeti için! Küfürde azgınlık, cahiliye bağlılığı ve sapıklık için! Sapkınlık, dalalet yolunun müşterileri her zaman fazla olur, buna bakıp şaşırmayalım.
Cahiliye asabiyesinin tezahürleri
Cahili asabiye duygusunun vahiyle gereğince eğitilmemiş insanlar arasında her zaman etkili olduğu, insan davranışlarını yönlendirdiği açık olmakla birlikte milliyetçilik adı verilen modern cahiliye olgusunun öncekilere nazaran çok daha etkili, yaygın ve kuşatıcı bir ideolojik bağlılık oluşturduğu açıktır.
İşte yaşadığımız toplumda da bu olgunun tezahürlerini her alanda görmekteyiz. Muhacirlere yönelik ayrımcılıktan, tahkirden tutun tağuti kimliği her şeyiyle ortada olmasına rağmen Ata kültüyle hemhal olmaya, ekonomiden sağlığa siyasetten spora dek her alanda karşımıza çıkan cahili bağlılık ve kutsama gösterilerine kadar her yerde bu olgunun yansımaları mevcuttur.
Muhacir düşmanlığının, İslam ümmetine mensup Müslümanların varlığından nefretin de son günlerde kamuoyunda yoğun biçimde tartışılan sportif rezaletin de arka planında işte bu milliyetçilik cahiliyesi yatmaktadır.
Açık biçimde hududullahın çiğnenmesini getiren; edep, namus, haya duygularını yırtıp atan bir hal, faaliyet, görüntü ne enteresandır ki birileri için bir gurur tablosu teşkil edebilmektedir. Ülkeyi temsil etme, milli forma, bayrağı dalgalandırma, milli marşı herkese dinletme vs. tümü cahili asabiyenin en bağnaz, en fanatik tezahürleri olan bu tür söylemlerle bir toplum sarhoşluğa sürüklenmekte, adeta kendinden geçmektedir.
Karşımızdaki manzara tam manasıyla günahıyla övünme halidir. İnsanlar İslam’ın emirlerini, imanın gereklerini hesap gününün dehşetini bir kenara itip milliyetçiliğin beslediği rekabet duygusuyla kendilerini geçici, sahte, asli manda beş para değeri olmayan bir üstünlük duygusu tatmanın heyecanına kaptırmış gitmektedirler.
Cahiliyeyi yol edinenler
Bu tabloda 2 hususun ayrıştırılması gerektiğini görelim. Laik-Kemalist ideolojinin mensupları, modern hayat tarzının bağlıları pek çok konuda olduğu gibi bu gündemi de asırlık, hatta daha da uzun bir kökü bulunan İslam’la, İslami değerlerle, İslami mirasla mücadelenin bir alanı olarak görmektedirler. Bu alanda elde ettiklerini düşündükleri kazanımın, başarının kendilerine İslam’a ve Müslümanlara ders verme, onları mağlup etme duygusunu sağladığı kanaatindedirler.
Bu kesim için söylenebilecek fazla bir şey yoktur. Onlar güzellik yarışmalarında kızlarının teşhir edilmesini büyük bir ilerleme, gelişme olarak niteleyen atalarının yolunu sürdürecekleridir. O zihniyet örtüden nefret etmekte, çıplaklığı ise hararetle savunmaktadır. Fransa’da güya Müslümanları eğitip kendilerine benzetmeye çalışan sömürgeci artığı zihniyet sahipleriyle, despotlarla aynı zihin dünyasını paylaşmaktadırlar.
Bu zihniyet sahipleri açısından kendi dünya görüşleri noktasında bir tutarsızlık söz konusu değildir. Milliyetçiliğin, ulusalcılığın modern bir din olduğu gerçeği göz önünde bulundurulduğunda bu zihniyet sahiplerinin dinin rolünü sıfırlama ya da marjinalleştirme çabaları ideolojik konumlanmalarıyla uyumludur.
Cahiliyeye meyledenler
Asıl çelişik olan, çarpıklığı yansıtan tutum ise iman ettiğini, Allah Teala’nın emir ve nehiylerine bağlı olduklarını iddia eden ama aynı zamanda da milliyetçilik rüzgarıyla oraya buraya sürüklenenlerin halidir.
Allah Teala’nın yasakladığında, haram kıldığında başarı arayanlar, Rabbu’l-Alemin’in kerih gördüğünü yapıp ya da onaylayıp huzura, sevince, saadete erişebileceğini sananlar hiç şüphesiz tam bir yabancılaşma, müstağnileşme ve akılsızlık batağı içindedirler ve hüsrana duçar olacaklardır.
Milliyetçilik aklı öyle bir örtmektedir ki her şeyi ters yüz etmekte, bağlılığın yönünü saptırmaktadır. Bir tarafta inanıldığı söylenen ilkeler, kurallar, emirler var ama öte tarafta mensup olunduğu düşünülen ama tevhidi hayat rehberi edinmek yerine cahiliyeye bulaşmış bir topluluğun talepleri, duyguları, özlemleri. Bu iki hususun bağdaştırılması mümkün olmadığına göre ilkeler paranteze alınmakta ve şimdilik kaydıyla çelişki içselleştirilmektedir.
Ne garip ve acı manzaralarla karşı karşıyayız. Dindar nesil özlemini dile getiren Cumhurbaşkanı günahkâr güruhla övünüyor. Pek çoğu namazında niyazında bakanlar, belediye başkanları, milletvekilleri sapkın güruhu tebrik kuyruğuna giriyor. Hocalar, akademisyenler, yazarlar ortak gurur tablosundan söz ediyor, ortak değerler vurgusu yapıyorlar. Hatta yıllarca Kuran üzerine çalışmış, tefsir dersleri vermiş olup da işini güzel yapanların Rabbimiz tarafından muhsin olarak tanımlandığını ifade ederek ‘milli sporcuları’ alkışlayanlar bile çıkıyor. Yazıklar olsun!
Bu dini, Allah’ın ayetlerini oyuncak hakline getirmeye ne hakkınız var? Bu yaptığınız insanları Allah adıyla aldatmak değil de nedir?
Cahiliyeye tavır
Osmanlı’nın Batılılaşması sürecinde gündemleşen bir rahatsızlık olduğu söylenir, deniliyormuş ki “artık gavura gavur denmeyecek!” Tam da buna benzer bir durum var karşımızda. Herkes karşısındaki halin haram bir hal olduğunu biliyor ama harama haram demeye yanaşmıyor, cesaret edemiyor.
Vaiz bile camide cemaate haramı hatırlattığı için geri adım atmaya zorlanıyor, müftülükten azar işitiyor. Gerekçe ne? Kimseyi ötekileştirmemek gerekiyormuş! Bu ne kadar saçma ve Kuran’dan uzak bir gerekçe!
Öyleyse, Ebu Leheb neden lanetlendi? Ebu Cehil neden Resulullah (s) tarafından Allah’ın düşmanı sıfatıyla tanımlandı? Ad, Semud, Nuh kavimlerinin ne suçu vardı? Resuller onları niye ötekileştirdiler? Cumartesi yasağına uymayan kavim neden helak edildi?
Biz harama haram diyeceğiz ve zerresinin, tozunun bile üzerimize bulaşmasından kaçınacağız. Zalimlerle, kafirlerle, İslam düşmanlarıyla hiçbir ortak değerimiz olamaz bizim. Allah azze ve celle doğu ile batıyı ayırdığı gibi aramızı ayırsın, bunlardan bizi uzak eylesin! Allah’ın dinine tavır alanların, hududullahı tanımayanların ne sevinçlerini, ne hüzünlerini asla paylaşmıyoruz.
Sapkın demagoji
Bu günahkar topluluk içinde sapkınlığıyla öne çıkan isimlere ayrıca değinmeye gerek duymuyorum. Çünkü işin o kısmının zaten tümüyle hayasızlık, hiçbir şekilde konuşulacak bir yanı olmayan rezillik olduğu bellidir. Ama maalesef bu azgın güruh işi o raddeye vardırmış ki sapkınlığı bile güya sözde bu ‘milli başarı’ tablosu üzerinden meşrulaştırma çabasına girişmiştir.
Bazıları bir de kurnazlık yapıp demagojik bir söylemle karşımıza çıkıyor. Özel hayatmış, kişilerin kendi tercihleriymiş, kimseyi ilgilendirmezmiş! “Kuran Kurslarında çocuklara tecavüz edildiğinde itiraz etmiş miydiniz” diye bir de tümüyle aptalca, akıldışı bir kıyas yapıyorlar.
Bu tür çirkin, aşağılık fiiller, zulümler her yerde olabiliyor. Aynı şekilde okullarda ve başka yerlerde de maalesef yaşanabiliyor. Aynı duyarlılık orada da gözüküyor mu, hayır! Neden çünkü amaç çocukları savunmaktan, ahlaka, namusa ihtimamdan ziyade Kuran Kurslarını itibarsızlaştırmak!
Hiçbir Mümin bu tür alçaklıkları, zalimlikleri savunmamıştır, savunmaz. Ama bu ülkede birileri açıkça sapıklığını ilan ediyor ve birileri de onları savunuyor.
Şunun altını çizelim: Bahsedilen alçakça, zalimce fiiller gizli saklı gerçekleşen ve ortaya çıktığında da herkes tarafından lanetlenen cürümlerdir. Kimse bunların savunuculuğunu, sözcülüğünü yapmıyor. Ama cinsi sapkınlık maalesef belli çevrelerce açıkça savunulan, bir hayat tarzı olarak mücadelesi verilen, kimlik haline getirilmek istenen aşağılık eylemler olarak karşımızdadır. Bu iki durumun karşılaştırılması mantıksızdır, kasıtlıdır ve çirkinliği meşrulaştırma hedefine yöneliktir.
Sonuç itibariyle ciddi, sistematik, yaygın bir ifsat kampanyasıyla karşı karşıya olduğumuzu ve bu çirkinliğin milliyetçilik ideolojisinin, anlayışından beslendiğini görmek zorundayız. Bu cahili anlayış ve tutuma tavır almadan gerçek manada tevhidi bir kavrayışa ulaşmanın mümkün olmayacağını kavramalı ve düşünce ve ilişkilerimizi buna göre tanzim etmeliyiz.
Allah Teala bizi cahiliyenin her türünden, her eğiliminden muhafaza eylesin, Cumamız mübarek olsun!