Tuğba Garip / Haksöz Haber
Program Mahmud Batuk'un selamlama konuşmasının ardından sözü Hamza Türkmen'e devretmesiyle başladı.
Nimeti kaybetmiş ve imamesi kopmuş bir ümmet olduğumuz gerçeğine dikkat çekerek sözlerine başlayan Hamza Türkmen; 'Kur'an'ın toplumsal yasası'nı hatırlatarak Enfal Suresi'nde Müslümanlara 'bir topluma bahşettiğimiz nimeti o toplum kendi gidişini değiştirmediği sürece asla değiştirmeyiz' ifadesiyle 'sünnetullah'ın bildirildiğini dile getirdi. Türkmen ümmet intifadaya, dirilişe, kurtuluşa çağırılmak isteniyorsa Kur'an'ın bildirdiği toplumsal yasaların/sünnetullahın yakalanması gerektiğini belirterek Müslüman toplumlardaki çözülmenin, mağlubiyetin, düşmenin Kur'an nimetinden, şura nimetinden uzak kalınması sonucu oluştuğunu dile getirdi.
Günümüzde Ümmet Coğrafyası'nda Kur'an'ın rehberliğini merkeze alan şura yönetimlerinin yerine ümmeti parçalayan, insanlar arasına sınır koyan ulus devlet yapısının hakim olduğunu belirten Türkmen; ulus toplum modelinin seküler, fıtratla örtüşmeyen, vahyi alt kimliğe indirgeyen türedi bir şirk mekanizması olduğunu ifade etti. Türkmen ulus devlet anlayışının, kutsalı belirleyen/Kuddüs olan Allah'a rağmen kutsalı belirleme yetisini insana izafe ettiğini ve ulus bayrağı, ulus sınırı, ulus vatanı gibi yeni kutsallar devşirdiğini belirterek; aydınlanma felsefesi, yeni dünya görüşü gibi akımlardan etkilenen/etkilenmek zorunda bırakılan Müslümanların ümmet şemsiyesi altından çıkarıldığını dile getirdi.
Ümmetin ulus devlet açmazından Kur'an'ın işaret ettiği öncü ve uyarcı topluluğun oluşturulması ile çıkabileceğini söyleyen Türkmen; Fatır Suresi 32. ayette toplumun zalimun yani kendi nefsine zulmedenler, muktesidun yani orta gidenler, sabigun yani şahid olan öncüler olarak üç şekilde tasnif edildiğini belirtti. Türkmen her çağa hitap eden Kur'an'ın tasnifini bugüne yorumladığımızda toplumda Müslüman olduğunu ifade ettiği halde tanıklık yapmayan, İslami aidiyete sahip olmayan, yabancı ideolojilerin heva ve heveslerini eteğine sıçratan, eklektik kimlikler oluşturmuş, nefsine zulmeden geniş topluluklar; ıslaha, uyarılmaya ihtiyaç duyan ve arada kalmış insanlar; sabigun olmaya niyetlenmiş tertil fıkhını kavramış, İslami mücadeleyi sürdürmeye çalışan, mütevatir sünnetin yaşanırlığını canlı tutmak adına şahidliği/şehidliği misak bilen öncü insanlar olarak 3 sınıfın var olduğunu dile getirdi. Bu minvalde aslolanın, toplumun gidişatı hakkında bilgi veren ölçütün öncü şahsiyetlerin niceliğinden ziyade uyarıcıya ihtiyacı olan arada kalmış insanlardan İslami bütünlüğü oluşturabilecek, bilinçli, karşılaştığı sorunlara Kur'ani perspektifte çözüm bulabilen, vahyin prensiplerini kavramış ve hayatına geçirmek noktasında sürekli mücadele içinde olan öncü nesil nüveleri oluşturmak olduğunu belirten Türkmen; ulaşmamız gereken birincil hedefin bu dönüşümü, dirilişi sağlamak olduğuna vurgu yaptı. Nitelikli bireylerin yetiştirilmesinin tohum misaline ulaşmak olduğunu belirten konuşmacı; bu ekolü benimseyen adabıyla, üslübuyla, bilinciyle, birlikte iş yürütebilme becerisiyle şahidleşmiş insanların aynı davayı yüklenmiş, dertlenmiş kardeşler olarak niteleneceğini ve dernek, cemaat gibi yapıların ancak bu süreçteki araçlar olarak var olduklarını ifade etti.
Toplumda ekonomik, siyasi, aile yapısı, gelecek tasavvuru gibi çözümlenmesi gereken birçok sorunun olduğunu dile getiren Türkmen; oluşturulacak sabigun nüvesinin şura yönetimini benimseyerek bu sorunlara çözüm bulacak bir ivmeyi yakalaması, örnek toplum yapısını oluşturacak dirayeti barındırması gerektiğini ifade etti. Türkmen Türkiye'de İslami duyarlılığın en güçlü olduğu yılların 1985-1990 yılları arası olduğunu dile getirerek; bu yıllarda kitapların, dergilerin düzenli şekilde takip edildiği, ideolojilerin sorgulandığı, sağcı-milliyetçi dayatmalardan beri duran gençlik yapılanmalarının üzerine eklenmeler yapılarak bugün şuraya ehil, İslami bilince ulaşmış, vahyin yönlendirici olduğu toplumları inşa edebilecek bir yapılanmanın oluşturulması gerektiğini dile getirdi.
İslami mücadelede en fazla zafiyete düşülen konunun 'İslami uyanışa hazır bir topluluk var da biz topluluğu diriltemiyoruz' diyerek toplumu yanlış okumak olduğunu belirten konuşmacı; öncelikle yapılması gerekenin mevcut yapının doğru yorumlanması, potansiyelinin doğru tespit edilmesi olduğunu ifade etti. Türkmen, tertil fıkhını benimsemiş Müslümanların toplum inşasında başarılı olabilmesinin bozulma sürecinin doğru okunabildiği ve bu veriler ile basiretli adımlar atılabildiği sürece mümkün olabileceğini belirterek bu noktada tarihsel sürece baktığımızda bozulmaların şuradan uzaklaşmayla baş gösterdiğini dile getirdi. Afrika ve Endülüs'te kabilelerin ehil insanlarından ve alimlerden oluşan şura heyetleri ile toplumla ilgili karar alma, fetva verme yetkisinin liderlerin, emrin tekelinde değil 70ler olarak bilinen şura meclislerinde bulunduğunu belirten konuşmacı; 'Ne zaman ki Endülüs'te sarayların bulunduğu şehirler fethedildi ve saraylar boş kalmasın denilerek hükümet konakları saraylara taşındı, o zaman insanlar dalıp gidenlerle birlikte dalıp gittiler, iç çürüme başladı ve 20-30 yıl hüküm süren şura yönetimleri sona erdirildi' diyerek nimetten uzaklaşma sürecine dikkat çekti.
Osmanlı'nın uzun yıllar ayakta kalmasına rağmen bugün var olmamasının nedeninin İslami anlamdaki şura yönetimine ters olmasa da eksik, zaaflı bir şekilde yürütülmesi olduğunu dile getiren Türkmen; bu konuda ilk kafa yoran kişi İbni Haldun'un, bulunduğu toplumsal şartlar altında süreci şöyle sıraladığını ifade etti: 'Toplumlar bir asabiye-dayanışma ile oluşur, yükseliş için mücadele verilir, iktidar elde edilir, iktidarla birlikte medeniyet kurulur yani rahatlama görülür, süsleme-gösteriş yaşanır hale gelir, sonuç olarak iç çürüme başlar ve çöküş sürecine girilir.' Konuşmacı Koçi Bey'in 4.Murat'a verdiği risalede çöküşün nedenlerini 'rüşvet mekanizmasının yaygınlaşması, toprak sistemine torpilin bulaştırılması, medreselere kayırmacılık yapılarak kapasitenin üstünde talebelerin alınması' olarak ifade ettiğini belirterek 'Osmanlı neden çöküşe gitti?' sorusuna en önemli cevabı Katip Çelebi ve Naima'nın verdiğini ve Katip Çelebi'nin sağlıklı yönetim sistemleri oluşturulmasında başat etkenin 'Kur'an merkezli bakan alimlerin yönlendirmeleriyle din ve devlet ilişkisinin doğru şekilde kurulması' olarak dile getirdiğine vurgu yaptı.
'Ne oldu da coğrafyaya, astronomiye, denizciliğe, bilime, sanata hakim olan bir topluluk çöküşe uğradı ve dar çerçeveler içinde yaşayan, kilise baskısı altında düşünme yetisi elinden alınan henüz Avrupa adını bile alamamış Roma insanları günümüzün hakimi haline geldiler' sorusunu yönelten Türkmen; İbni Haldunlar, Katip Çelebiler, Naimalar' dan sonra ümmetin haline kafa yoran, bu konuda eser ortaya koyan, topluma yöntem sunan düşünürlerin, alimlerin sayısının çok az olmasının toplumu çöküşe götürdüğüne dikkat çekti. Toplumu harekete geçiren önemli öncülerden biri olan Mevlana Ebul Kelam Azad'ın şahidliğinden örnekler veren konuşmacı; İngiliz sömürüsüne karşı Hindistan'ın bağımsızlaştırılması mücadelesinde Gandhi'den daha etkin rolü olan Azad'ın, Müslümanları 'Kur'an ve sünnete yeniden dönmeye, bidat ve hurafelerden arınmaya, içtihad kapısının yeniden açılmasına öncülük etmeye, sömürgeciliğe karşı dirayetli durmaya ve şura meclisini oluşturmaya' çağırdığını ifade etti. Türkmen, Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh'un toplumun nimeti kaybetmesini; Kur'anı merkeze alarak içtihad yapılmaması ve kendi nefsinden yola çıkarak toplumu uyanışa çağırabilecek bir öncü kadronun oluşturulamamış olması olarak Rad Suresi 11.ayet çerçevesinde izah ettiklerini belirterek toplumu yeniden diriltmek, vahyi yaşanır kılmak adına yola çıktıklarını dile getirdi.
Diriliş ve direniş çizgisinde Türkiye'de örnek verebileceğimiz isimlerin Mehmet Akif Ersoy, Elmalılı Hamdi Yazır, Babanzade Ahmet Naim, İskilipli Atıf, Said Halim Paşa olduğunu belirten Türkmen; Said Halim Paşa'nın Buhranlarımız kitabında ümmetin halini şu şekilde ortaya koyduğunu ifade etti: 'Anadolu toprakları 1000 yıldır İslamla tanışıktır, ancak bu tanışma zaaflıdır, eksiktir. Toplum yeniden İslamlaşmalıdır.' 20. yüzyıla kadar kath-ı rical olarak kavramlaştırabileceğimiz tevhidi iman perspektifi ile eserler ortaya koyabilecek insanların yokluğu haline dikkat çeken Türkmen; 20. yüzyılda ise 'Sünnetullah çerçevesinden nasıl düştük ve sünnetullah çerçevesine nasıl yükselebiliriz?' sorusu ile yöntem tartışmasının gündeme geldiğini ve Seyyid Kutub'un 'Yoldaki İşaretler' kitabı ile cahiliyyeden arınarak önemli eleştiriler dile getirdiğini ifade etti. Konuşmacı ilk defa bulunduğumuz toplumları İslamı yaşamayan cahili toplumlar olarak adlandıran Seyyid Kutub'un, toplumları diriltmesinden korkan yönetim tarafından şehid edildiğini belirterek günümüzde yapılması gerekenin Seyyid Kutub'u dar ağacına götüren nedenin ne olduğuna kafa yorarak cahili alışkanlıklardan arınma yöntemini belirlemek olduğuna vurgu yaptı.
Osmanlı'yı çöküşten kurtarabilmek adına en önemli yapıtın Yusuf Akçura tarafından ele alınan Üç Tarz-ı Siyaset olduğunu belirten konuşmacı; Akçura'nın parçalanmayı önlemek adına Osmanlıcılık, Turancılık ve İslamcılık olarak üç farklı yöntem sunduğunu ve bunlardan Turancılık ekolünün benimsendiğini, kurtuluş olarak öngörülen bu yöntemin çözüm olmak bir yana ciddi kopuşlara ön açtığını dile getirdi. Kendi iç zafiyetleri sonucu bozulmaya başlayan Osmanlı'nın fırsatçı Avrupa tarafından Kahire Toplantısı'nda 40 tane harita mühendisi, Roosevelt, Churchill, Lawrence tarafından belirlenen sınırlarla parçalandığını belirten Türkmen; modern ülke olarak tasarlanan Türkiye'nin içerideki işbirlikçiler desteğiyle batıdan ithal edilen kanunlar ile laik bir ulus devlet olarak kurulduğunu ifade etti. Türkiye'nin içerideki işbirlikçilerle istedikleri formda kurulması örneğinin günümüzde PKK ve işbirlikçileri tarafından Müslüman Kürt halkından batıcı, uluscu, seküler Kürt milleti yaratma isteği olarak karşımıza çıktığını belirten konuşmacı; 'Ümmetten ulus yaratmak' olarak övünülerek dillendirilen, sadece Allah'a ait olan kural koyma yetisini Allah'tan alıp ideolojilere, insanlara veren bu cahili toplumlardan kurtulmanın önemli sorumluluklarımızdan biri olduğuna dikkat çekti. Türkmen bu noktada Mekke cahili toplumunu oluşturan; Al-i İmran suresinde Allah hakkında zanda bulunmak, Maide suresinde Allah'ın hükümleri karşısında yeni hükümler koymak, Ahzab suresinde kadınları cahili süsü ile gayri müslimlere benzetmek olarak ifade edilen 3 önemli unsura vurgu yaparak günümüzde ulus devlet yapısının Mekke cahili toplumuna benzediğini dile getirdi.
'Ne yapalım ki bu cahili yapılardan arınabilelelim?' sorusunu ele alarak sıret-i Resule bakmamız gerektiğini dile getiren konuşmacı öncelikli sorumluluğumuzun vahyi tanıklaştırmak noktasında ideal bir tebliğ, amel ortaya koymak; gecenin üçte biri veya ikisinde tertilen Kur'an okumak ve öğrendiklerimizi hayatlarımızda yaşanabilir kılmak olduğunu ifade etti. Türkmen kişisel veya topluluk olarak sunduğumuz tanıklıklarla birlikte reel siyaseti de takip etmemiz gerektiğini belirterek Resul'ün ve sahabe toplumunun Mekke örfüne dikkat etmesini,müşriklerin diğer topluluklar ile antlaşmalarından yararlanmasını, çevre ülkeleri takip etmesini ve hicret etme noktasına gelen Müslümanları yöneticisinin merhametli olması hasebiyle Habeşistan'a göndermesini, panayırların tavize meyil vermeden tebliğ amaçlı kullanılmasını sistem içi araçların o dönemdeki kullanılış şekillerine örnek olarak gösterdi. Bu minvalde vurgulanması gerekenin tanıklığı gerçekleştirirken tebliği daha geniş kitlelere ulaştırabilmek adına Mü'min kimlikten ödün vermeden sistem içi araçları kullanmak olduğunu ifade eden Türkmen; Resul'ün ve sahabe toplumunun en önemli örnekliklerinden birinin 'korku, açlık, mallardan-canlardan eksiltme' sınavlarına karşı infiale kapılmadan gösterdikleri sabır,sürdürdükleri direniş olduğunu belirtti. Sistem içinde alan açmak formunu açıklayan konuşmacı; İran ve Rum arasındaki savaşta iki tarafta şirk cephesi olmasına rağmen Müslümanların, Rumların Müslümanlara direkt saldırma gibi bir niyetleri olmaması ve Müslümanların tebliğlerinde engel teşkil etmeyecekleri için Rumların kazanmasına sevinmeleri örneğini vererek sistem içerisinde tebliği ulaştırmak adına alan açılabileceğini dile getirdi. Konuşmacı, Kur'an'da aktarılan Yusuf Peygamber kıssasında; Yusuf Peygamber'in zalim bir toplumda hazine sorumlusu görevine getirilmesinin Peygamber'in toplumdaki bir takım araçları, vasıtaları kullanabileceği noktasında işaretler verdiğini dile getirdi.
Müslüman toplumlarda iktidara ulaşmak için parti yolu ve devrim olmak üzere iki farklı formatın gözlemlendiğini belirten Türkmen; parti yolu ile iktidara gelmeye Refah Partisi'ni, devrim yoluyla iktidar olmaya ise İran'ı örnek verdi. Türkmen toplum doğru bir şekilde okunamadığı için iktidar sürecinde başarılı olunamadığı ve toplumun katılmadığı, dönüşmediği bir iktidar anlayışının anlamsız olduğunu belirterek; iktidarın toplumun örgütlenmiş şekli olduğunu ve ancak ümmetin dirilişine zemin hazırladığı, sünnetullah çerçevesinde şekillendirildiği sürece amacına ulaşağını dile getirdi. İran İslam İnkılabı'ndan sonra toplumda hiçbir değişim olmadığına dikkat çeken konuşmacı tevhidi inanış noktasında ilerleme kat etmek bir yana İslam'ın nefret dini haline getirildiğini, vahdet sloganlarıyla devrim yapan insanlardan Suriye'de katliam yapan insanlar yetiştirildiğini, hala bidatların hüküm sürdüğü geleneksel din formunun devam ettirildiğini ifade etti.
Parti yoluyla veya devrimle iktidara gelmek dışında üçüncü bir format olarak 'ötekilerin sahnesinde Müslümanlara alan açmak' yönteminin izlendiğini belirten konuşmacı; bu yönteme örnek olarak komünist yayılmaya karşı ılımlı İslam'ı kullanmak projesiyle başa getirilen Suudi kralı Faysal'ı vererek bu fırsatı doğru değerlendiren Faysal'ın bulunduğu sahnede vesayetten kurtulmak, Müslümanlara imkanlar sağlamayabilmek adına Seyyid Kutub'un, Mevdudi'nin kitaplarını farklı dillerde binlerce dağıttığını, İsrail'i baskı altına almak için 1 sene petrol ambargosu uyguladığını, Arap- İsrail savaşında Müslümanları desteklediğini dile getirdi. Türkmen, Faysal'ın sunduğu formatı Türkiye'de Tayyip Erdoğan'da gördüğümüzü belirterek Erdoğan'ın İslami bir hareket slogan taşımadığını ancak tedricen vesayetten kurtulmak adına mücadele verdiğini ifade etti ve Allah'ın, İslami hareket dışında olan eylemlilikleri Mümtehine suresinde saldıranlar- saldırmayanlar olarak ayırması hasebiyle İslami hareketlere alan açan sistemlere düşmanlık yöneltilmemesi gerektiğini dile getirdi.
Mısır'da keskin nişancılar tarafından şehid edilen Esma'ya babasının yazdığı mektupta 'yüksek bir uygarlığa ulaşmak, ümmeti yeniden uyandırmak, ıslah etmek, inşa etmek istikametinde yürüyordun' sözlerine dikkat çeken Türkmen; ''Mü'min olanlar için aslolan 'Vahyi hayatlarımızda nasıl yaşanır kılacağız?' , 'Toplumu vahy ile nasıl tanıştıracağız?', 'İslama olan ilgiyi Kur'an ile nasıl bütünleştireceğiz?', 'Nasıl bir bilinç intifadası oluşturacağız?' sorularına cevap niteliğinde eylemlilikler ortaya koyabilmemizdedir'' dedi. Türkmen mü'minlerin, kendisini İslam dairesi içerisinde atfeden insanlara yöneltmesi gereken tavrının onları itelemek, dışlamak, etiketlemek değil; zalimun da olsa üslubunu, söylemini geliştirerek karşısındakine hitap edebilecek, bilinç dünyasına erişerek onu vahye yöneltebilecek bir erdemlilik ile yaklaşmak olduğunu dile getirdi.
'Hak olan, tartışmasız olandır' diyen Türkmen; hak temelli din anlayışına yönelen insanların yapması gerekenin gecenin üçte ikisinde veya yarısında tertilen Kur'an okumak, Kur'an'ı tahkik etmek, tedebbür etmek olduğunu ve karanlıktan aydınlığa ulaşmak derdindeki insanların toplumdaki zulme, sömürüye, şirke karşı vahy ile insan arasındaki bağı kurabilecek bir basiret hali üzere çözüm bulması gerektiğini söyledi. Türkmen; Mü'minin, Kur'an ile iletişime geçtikten sonra insanları hakka davet edebilme, vahyi güzel bir şekilde aktarma ve ayrılırken en güzel şekilde ayrılmak gibi Kur'an'ın bizlere öğrettiği tavırları uygulaması gerektiğini ifade etti. Mü'minlerin vahyi kavramak ve tebliğ etmek adına üzerine düşeni yaptıktan sonra istişare mekanizmasını uygulanabilir kılmak noktasında erdemlilik göstermesi gerektiğini belirten konuşmacı; Şu'ra Suresi 38. ayette Allah'ın insanları yönelttiği üzere şura heyetleri ile hareket etme bilincine erişen Müslümanların hakikatin şühedası olan vasat bir ümmet oluşturması gerektiğini dile getirdi. Şahid ve şehid kavramlarının aynı kökten gelmelerine rağmen aynı anlamları taşımadığına dikkat çeken Türkmen; şahid kavramının anı veya olayı bağlayan bir hakkı ifade etme durumu olduğunu, şehidlik kavramının ise parça parça şahidlikten ziyade tüm hayatı kapsayan, bütüncül bir ıslah halini ifade ettiğini belirterek günümüzde Müslümanların mağlubiyetinin yaşayan şehidliği kaybetmesi hasebiyle oluştuğunu dile getirdi. Son olarak çabalarımızın, şahidliği şehidliğe dönüştüren bir bilince ulaşabildiğimiz noktada değerli olacağını dile getiren konuşmacı; ulaşmamız gereken gayenin toplumu/sistemi hakkıyla okuyup sünnetullah çerçevesinde Allah'ın sabitelerini esas alan, cahiliyye alışkanlıklarından beri duran diriliş ümmetini oluşturabilmek olduğunu ifade ederek sözlerini sonlandırdı.
Gelecek programlar hakkında bilgi verilmesinin ardından seminer sona erdirildi.