Çağrı-Derde Kudüs Konulu Seminer Yapıldı

Çağrı-Der'de bu hafta Murat Kirişçi'nin sunumu ile Filistin ve Kudüs konulu seminer düzenlendi.

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Kirişçi; genel geçer bir kanı olarak Siyonistlere toprak satımının Filistinliler tarafından gerçekleştirildiğine dair söylemin tamamen yanlış olduğunu dile getirirken, “Araplar, bizim gibi ne kadar hatalı eksik ve sorunluda olsalar hiçbir zaman Yahudileri sevmemişlerdir ve asla toprak satmamışlarıdır. Toprak satın alanlar genellikle çeşitli oyunlarla manda yönetimi devrinde ki İngilizlerdir. Yahudilere bu toprakları peşkeş çekende İngiliz Mandater yönetimidir” dedi.

Murat Kirişçi programda Kudüs’ün tarihsel süreç içerisinde geçirdiği evreleri anlattı.
Kirişçi, Kudüs’ün Müslümanlar açısından olduğu kadar Hıristiyanlar ve Yahudiler içinde bir kent olmaktan çok daha fazla bir anlama sahip olduğunu vurguladığı konuşmasında; “Kudüs bizim için öneme haiz, Yahudiler için vaat edilmiş topraklar, Hıristiyanlar da orada H.z. İsa doğduğu için kutsal saymaktadırlar. Yahudiler kentin ilk kez Tevrat’ta geçmesi dolayısıyla kentin kutsallığını Kral Davut ve Süleyman’ın yönetimiyle bağlantılı olduğuna inanıyorlar. Tevrat’ta Kudüs ile ilgili birçok tanımlamalar var. Kudüs’ün şiir gibi ince duygulu olduğu dair tanımlamalar var. Yine tüm dünyanın sevinci olarak tanımlanıyor ve kusursuz güzellik adıyla veya kentlerin prensesi adıyla tanımlanıyor. Birçok değişik tanımlama Tevrat’ın değişik yerlerinde zikrediliyor. Bu anlamda Kudüs’ü kendileri açısından övgüye layık olduğuna inanıyorlar” dedi.

Kudüs’ün özellikle milattan önce 950. yıllarda yapıldığı ve milattan önce 550 yıllarında Babiller tarafından yıkıldığı, Yahudilerin buraya tekrar dönmesiyle yaptırılıp ve milattan sonra 70’li yıllarda Kudüs’ün Romalılara başkaldırmasından sonra yıkılan Süleyman Tapınağı olmak üzere kendileri için böyle çekici bir özelliğinin mevcut olduğunu dile getiren Kirişçi, günümüze değin Kudüs’ün tarihsel süreci içerisinde bölge halkının çektiği zulmü ve semavi dinler için şehrin kutsiyetini şu sözleriyle aktardı; “Yahudiler Kudüs’ü kendileri için H.z. İbrahim’e yapılan vaadin yerine getirilmesi olarak tanımlıyorlar. Çünkü bu inançla Filistin’in İbrahim’den olacaklara verileceğine dair kitaplarında açık ayetlerin olduğunu idea ediyorlar. Bizim içinse çok önemli yeri olduğu gibi aynı zamanda bizim ilk kıblemiz olması dolayısıyla ayrı bir kutsiyeti var.

Bugün Kudüs her ne kadar hukuksal olarak Siyonistlerin işgali altında olsa da tarihte Kudüs çeşitli zamanlarda sürekli işgal altında olmuş, Müslümanların yönetimi haricinde, Kudüs’ün ve burada yaşayanların acı çektiklerini ve katliama uğradıklarını, evlerinin yakılıp yıkıldığını hatta birçok tarihi ve kutsal metinlerin yok edildiği bilinen bir gerçek. Aynı zamanda Kudüs hem şehirlerin anası gibi kutsal bir yer olmasına rağmen aynı zamanda birçok katliama beşiklik etmiş bir yer.”

Kirişçi, yeni dönemde Siyonist işgalcilerin bu topraklara girmesinden itibaren sadece orada ki Müslümanların değil, Hıristiyan birçok köyde de Siyonistlerin yaptıkları barbarlıktan çok nasibini almış olduklarını dile getirirken, “hatta bölgede ki iki Hıristiyan köyü 1948’de çok ciddi olarak tahrip edilmiş ve oradaki halka birkaç günlüğüne evinizi terk edin daha sonra biz sizlere evlerinizi geri vereceğiz demelerine rağmen 1949’dan sonra bu bölgelere Hıristiyan topluluklar bir daha girememiştir.” İfadelerini kullandı.

Bizim için anlamına gelince de Mekke ve Medine’den sonra en kutsal üçüncü şehirdir. H.z. Peygamber kıble Mekke olana kadar, Kudüs’ü kıble olarak kabul etmişlerdir. Ve buraya dönerek namaz kılmıştır. Sözlerine yer veren kirişçi, şunları aktarı; “bizim bugün yaşadığımız olaylara dünya Müslümanları gözünden baktığımızda sınırları olan bir şehir değil içerisi hem tarih dolu hem de İslam tarihi dolu. Bu nedenle Kudüs bizim için ideolojik köklerimizin olduğu özel bir yer. Şehrin tam bir geçmişine gidecek olursak milattan önce 3 binli yıllarda Kenanlılar diye bilinen Şuanda da ne kadar Siyonist işgali altında olursa olsun oraya İsrail adını veriyor da olsa dünya da Kenan ili olarak bilinen bir bölge. Kenanlıların Arabistan çöllerinden çıkarılıp uzaklaştırıldıkları bir bölge olarak ifade edilir.”

Kirişçi, bazı dönemlerde şehrin ezilip yok edildiği ve Babil döneminin bu aşamada en büyük tahriplerin yaşandığı dönem olarak niteleyerek “Bu dönemde Süleyman tapınağı dahil bir çok yerin harap edildiği söylenmektedir. Bunlardan hayatta kalan İsraillilerinde başka yerlere götürülüp köle yapıldıkları tarihte anlatılıyor. Bu hem Yahudi tarihçilerin hem de Yahudi olmayan tarihçilerin ortak kanaati. Daha sonra Pers krallığının milattan 500 yıl önce bölgede hakimiyet sürdüğünde Yahudilere bölgeye girişlerinde ve yerleşmelerine izin verildiği, dolayısıyla Pers İmparatoru Kiros’un Yahudi kaynaklarında övülen bir kişilik olarak tanınıyor. Kenanlılarından sonra Hititlerinde burayı ele geçirdikleri tarihte görülüyor. Tam bir medeniyetler dönüşümü, sürekli birileri gidip, geliyor. Sürekli yönetimi değişen bir bölge… Büyük İskender’de Kudüs’e en yakın olarak Mısır’a kadar geliyor ve o dönemde Kudüs’ün Helenleştirilme politikaları ile karşılaştığını görüyoruz. Bu dönemde bir huzur döneminin yaşandığı görülse de, bölgede batı tesirinin ve Helenleştirme politikalarının izlendiğine rastlanmaktayız. Daha sonra Pompei’nin Filistin’e ulaşması var. Bu dönemde bir Yahudi katliamı yaşanmasa da Saray entrikalarının hayata yansımalarından dolayı Kudüs’te birçok sıkıntının yer aldığı ve yine bazı Yahudi yazılı kaynaklarının bu dönemde yok edildiği söylenmektedir” dedi.

Kirişçi, daha sonra şehrin İmparator Konstantin tarafından 325 yılında hakimiyeti altına almasından sonra, Konstantin’in burada ki halkı yaptığı işlere ikna edebilmek için H.z. İsa’nın çarmıha gerildiği idea edilen yere büyük bir kilise yaptırdığını ve o kilisenin şuan da aynı yerde mevcut olduğunu belirtti.

Hz. Peygamberin (S.A.V) vefatından sonra H.z. Ömer’in Hilafeti döneminde Milattan sonra 638 yıllarında Müslümanlar Kudüs çevresine ilk çadırlarını yerleştirip fethin yaklaştığını gösterdiklerini ve Allah’ın izniyle fethin H.z. Ömer’e nasip olduğunu açıklayan Kirişçi, “Kuşatma sırasında Kudüslüler H.z. Ömer’e Kudüs’ün anahtarını teslim edeceklerini söylüyorlar ve Allah’ın izniyle H.z. Ömer burada şehri teslim alıyor. Burada bilinen bazı olaylar var. Orada bir kilise var. H.z. Ömer’den Hıristiyanlık alemi adına orada namaz kılınması ve dua edilmesi isteniyor ama, bunun ileride büyük sıkıntılara yol açacağını düşünerek boş bir arazide namaz kılıyor. Bugün Kudüs’te H.z. Ömer camiinin yükseldiği yerde H.z. Ömer’in namaz kıldığı yer olarak ifade ediliyor. H.z. Ömer’den sonra Hıristiyanlarla yapılan anlaşma ile İslam’ın hayata verdiği nizam dolayısıyla orada insanlar 1099 yılına kadar rahat ve huzur içerisinde yaşıyorlar. 1099 yılı haçlıların Kudüs’e saldırdıkları ve birçok kanlı katliamın yaşandığını görüyoruz. Hatta Hıristiyanlara ve Müslümanlara ait birçok tarihi binayı tahrip ettiklerine şahit oluyoruz. Bu dönemde El Aksa camiinin tepesine bir haç dikilerek kiliseye çevriliyor. Kudüs bu manada Selahaddin Eyubbi’ye kadar zulüm görmüştür” dedi.

Selahaddin Eyubi 1187 yılında Kudüs’ü tekrar geri almasını Hıristiyan kaynaklarında da şerifli bir kişi olarak zaferin nasıl kutlanması gerektiğini tanımlamasının yapıldığını ifadelerini kullanan kirişçi, bundan sonra Haçlı seferleri sonucunda Kudüs haçlıların eline geçtiğini belirttiği konuşmasına şöyle devam etti “daha Sonra Baybars şehri tekrar geri almıştır. Bu arada kentin merkezi konumu ve kutsiyeti nedeniyle cazibe haline gelmiş ve bu arada el değiştirmeye devam etmiştir. Osmanlılarda Kanuni döneminde tekrar Kudüs Müslümanların eline geçiyor. Ve bu şehrin en şatafatlı dönemi oluyor. Bu şekilde Osmanlıların son dönemine kadar Kudüs elimizde kalmıştır. Yani kısacası buradan çıkacak sonuç çeşitli yönetimler olduğu gibi Hıristiyanlar, Yahudiler çeşitli dönemlerde bu şehri yönetmişlerdir. Ama doğal bir sonuç olarak Müslümanların yönetimi altında orada ki insanlar huzur içerisinde yaşamışlardır.”

Kirişçi, yukarıda anlattıklarının tarihin çeşitli karanlık ve aydınlık dönemleri olduğu ifadelerini kullanırken, bizim için en önemli olan tarihin o geçmişinden ziyade Kudüs’ün o merkezi konumunun bugünkü hale nasıl geldiği olduğunu dile getirdi.

Siyonist işgalcilerinin 1800 yıllarında devletleşme işinin artık yapılacağına inandıklarını ve bunun kurgularını yapmaları ile başladığını söyleyen Kirişçi; “Yüzyıllar boyunca bunun hesabını yürütüyorlar. Ve ne zaman orada bir zayıflama görseler bir hesap yaparak bu işe başlıyorlar ve bu işi çok kısa sürede olabileceğine inanarak çalışmalar yapıyorlar” dedi.
Kirişçi bu önemli aşamalarını anlattığı süreç sonrasında Kudüs’ün 19. yüzyıl sonrası ve günümüze gelinene kadar geçen aşamaları anlattı; “1917 tarihli Balfour bildirisine baktığımız zaman bu dönemde İngilizlerin şehirde bir manda yönetimini kurma girişimleri var. Kendi koydukları manda yönetiminin kendi koydukları maddelerde özel bir yer olduğu tüm topraklardan farklı olarak, uluslar arası bir statüsünün olduğu çeşitli dinler ve insanlık için merkez olarak idea edilip, Kudüs’ün farklılaştırıldığı ve yönetiminin de farklı olduğu belirtilmektedir. Hatta birinci dünya savaşından sonra bu toplumların kendi geleceklerini kendileri belirleyecek (Self determinasyon) içerisinde yine Kudüs tüm ülkelerden bağımsız olarak kendine ait özel bir yerini olması gerektiği bu self determinasyon dışında kendi tanımını kendi koyması gerektiği ve bunun tarihten geldiği yönünde çok ciddi bir tanımlama var.”

Filistin, İngiliz mandasına verildikten sonra oyuna getirildiklerini kaydeden Kirişçi, “İngiliz mandater yönetimi çeşitli yerlerden gelen Siyonist Yahudileri bu bölgelerde ev, toprak satın almasını ve yerleşmesini destekliyor. 1925 yılında Kudüs ve çevresinde 100 bine yakın Arap Bulunurken (Bunların içerisinde Müslüman ve Hıristiyanlarda mevcut) gelen yeni yerleşimcilerle 105 bin Yahudi nüfusundan bahsediliyor. Yahudi nüfusu ağırlıklı olduktan sonra self determinasyon denilen tanımı ortaya koyup bölge üzerine bir tanımlama konuluyor.

İngiliz mandater yönetimi ve askerleri çeşitli şekillerde Kudüs’te toprak alarak dışarıdan gelen Yahudi yerleşimcilere satılıyor. Yahudi nüfusun artması bölgede ciddi huzursuzluklara neden oluyor. Sürekli toprak çatışması yaşanıyor. Bu toprak çatışması mandater yönetimin işine geliyor. Manda yönetimi bu çatışmalarda Arapları zalim, kavgacı ve barbar olarak göstererek, dışarıdan gelen yerleşimcileri ise mazlum olarak gösteriliyor. Müslümanların o dönemde ki birçok hakkı gasp ediliyor. Bu nedenle Müslümanlar arasında yeni bir tartışma baş gösteriyor. Valiye kadar yürüyecek bir isyan ortaya çıkıyor. Milletler cemiyeti bir uluslar komisyon kuruyorlar. Yaptıkları ahlaksızlığı uluslar arası kamuoyunda örtmek için başka bir çare bulamıyorlar. Bu komisyonun 1929 yılında kurulması planlanıyor. 1930 yılında komisyonun Kudüs’e gitmesi planlanıyor. Birçok tanık dinliyorlar ama dinledikleri tanıklar genel itibariyle Hıristiyan Araplar oluyor. Buna rağmen Yahudilerin anlamsız tavırlarını gördükçe çok güçlü bir karar alıyorlar. Ama bunu isteyerek değil mecbur oldukları için alıyorlar. Manda yönetimi aradan çekildikten sonra 2. dünya savaşına kadar Kudüs’te bir rahatlama yaşanıyor.

Yahudiler 2. Dünya savaşından çok iyi faydalanıyorlar. Almanların soykırımlarını bahane eden Polonya, Macaristan ve Rusya’daki Yahudiler benzer kıyımların burada da olacağını bahane ederek Filistin’e göç ediyorlar. Bu nedenle güvenli bir bölge oluşturma talebinde bulunuyorlar” dedi.

2. Dünya Savaşından sonra Filistin Topraklarının Araplar ve Yahudiler diye ikiye ayrılmasını, Kudüs’ünde benzer bir biçimde eski ve yeni diye ayrılarak, eski bölgede yani Kudüs’ün asli bölgesinde Müslümanların diğer bölgede de Yahudilerin yerleşmesi için bir hareket başlattıklarını aktaran Kirişçi; “Yahudiler ilginç bir şekilde şehrin uluslar arası bir statüsünün olmadığını bu statüyü tekrar kazanmaları için önemli olduğunu idea ediyorlar ve adalet istediklerini söylüyorlar. Birleşmiş Milletler 29 Kasım 1947’de bir kararla uluslar arası bir rejime sokup ikili yönetime devretmek istiyor. Fakat Arapların tümü Hıristiyanlar da dahil olmak üzere Birleşmiş Milletlerin yetkisini aştığını söylüyorlar. Bunu nedeni ise dışarıdan gelen bir millettin toprakları üzerinde hak idea edemeyeceklerini belirtiyorlar. Birleşmiş milletlerin orada aldığı karar bir tavsiye niteliğindedir. Yaptırımı olacak bir güce sahip değildir” ifadelerini kullandı.

Daha sonra yaşanan gelişmelerin Arapların ırkçılık ve saldırganlık yaptığı bahanesiyle Yahudi devletinin kurulacağı ile ilgili çeşitli tanımlamalar ortaya konulduğunu kaydeden Kirişçi şunları aktarıyorlar; “Şehirde bir vesayet kuruluyor ve şehir Birleşmiş Milletler yönetimine giriyor. Araplar buna itiraz ediyor. Ama karşılık bulmuyor.
1948’den sonra İsrail devlet olduktan sonra kendi ordularını kuruyorlar ve Arap halkı ile çatışıyorlar. Kudüs vesayet yönetimi kurulduktan sonra hiçbir yönetim erkinden bulunmayacağı söyleniyordu. Ancak 1948 Mayısın da İsrail devlet olarak kurulduğunu idea ettikten sonra Eylül 1948’de Kudüs’e kendi mahkemesini getiriyor. Bundan sonra İsrail hiçbir hukuki uygulamaya uymuyor.”

Yaşanan bu önemli gelişmeler sonucunda İsrail’in hiçbir ülkenin elde edemeyeceği bir statü elde ettiğini ifade eden Kirişçi; Kudüs’ün Yahudi kenti yapılması tasarısı çok hızla uygulandığını aktardıktan sonra şu ifadelere yer verdi; “Aynı zamanda Doğu Kudüs’ü işgal eden İsrail askeri birliklerinin Müslümanlara çeşitli iftiralar attıklarını görüyoruz. Müslümanların Havralara ateş ettiği ve havraları yıktığı idea ediliyor. Bu konuyla ilgili Müslümanların açıklamaları çok daha net ‘biz uzun zamandır havralardan gelen ateşin kesilmesi için Yahudilere ısrarla bilgi verdik. Bunu yapmalarına devam ettikleri sürece bizde havralara ateş edeceğimizi söyledik’ ve 48 saat Müslümanlar havralardan gelen ateşe karşılık vermiyorlar. Ancak ateş devam edince doğal olarak Müslümanlar da ateş ediyor.
Bugün Yahudi Siyonist işgalciler Doğu Kudüs’e giderken Yahudilerin tapınaklarına Müslümanlar tarafından ateş edildiğini söylüyorlar. Silah mermilerin deliklerini kapatmıyorlar ve bunu bir propaganda aracı olarak kullanıyorlar.

Kirişçi, genel geçer bir kanı olarak yer alan Siyonistlere toprak satımının Filistinliler tarafından gerçekleştirildiğine dair söylemin tamamen yanlış olduğunu dile getirirken, “Araplar ne kadar hatalı eksik ve sorunluda olsalar hiçbir zaman Yahudileri sevmemişlerdir ve asla toprak satmamışlarıdır. Toprak satın alanlar genellikle manda yönetimi devrinde İngilizlerdir. Ama daha sonra nasıl bir ticari hukukla yapmışlardır bilmiyorum ama daha sonra bu toprakları Yahudilere devretmişlerdir” dedi.

Daha sonra genel olarak ‘orta doğu’ kavramının özelinde dayatılan kavramsallaştırmalardan bahsetti. Müslümanların yaşadıkları coğrafyalarda yaşanan olayları analiz ederek arka planlarına değindi. FIS olaylarını (Cezayir) anlattı. Hizbullah’ın israile gereken cevabı verip imajını yıkmasına değindi. Coğrafyalarımızdaki neoliberal kuşatmadan (kola ve cips..), bizim bizi temsil etmeyen tv dizilerinin yakın /komşu coğrafyalardaki etkilerinden bahsetti. İsrailin güvenliği, türkiyenin bölgede üstlendiği rol, ılımlı İslam, dindarlık, ekonomik rekabet, suni gündemler, mezhep çatışmalarına kapı aralayacak tuzaklar, Allah’ın yardımı ve ‘hak ediş’ meselesi gibi konulara değinisinin ardından, katılımcıların katkıları ve soruları alındı, akabinde program sona erdirildi.

Haksöz-Haber

Etkinlik-Eylem Haberleri

Müslüman şahsiyetin özellikleri
Gazze dayanışması sürüyor: Direnen Gazze kazanacak!
Özgür-Der, Gazze’de yemek dağıtımını sürdürüyor
Mücadelede süreklilik ve Gazze’nin öğrettikleri
Sağlık çalışanları Gazze'deki soykırımı Antalya'da protesto etti