Salı günü yurt genelinde yaşanan tuhaf elektrik kesintisinin ardından Çağlayan Adliyesi’nden gelen haber ve devamında yaşananların etkisini üzerimizden atmamız kolay olmayacak. Ve Şehit Savcı Mehmet Kiraz’ın rehin alınması ve şehit edilmesi sürecinde kendine gazeteci diyen militanların, ayan beyan bir terör faaliyetini ‘eylem’ kılıfına sokmak için verdikleri çaba kolay kolay unutulmayacak.
Uzun süre gündemimizde yer alacak bir konu bu, öncesi ve sonrasıyla. Salı günü yaşanan uzun süreli ve geniş kapsamlı elektrik kesintisi, ardından gelen DHKP-C’nin Savcı Kiraz’ı katletmesi, sosyal medyada örgüt hesaplarından gönderilen hastalıklı kaos çağrıları, ardından dün Ak Parti Kartal İlçe Binası’na yapılan silahlı saldırı ve ben bu yazıyı yazarken son dakika olarak düşen Vatan Caddesi’ndeki İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne düzenlenen saldırı... Tüm bunların birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünmemek imkansız.
Berkin Elvan’ı sömürerek başlatılan yeni olaylar zinciri eminim hepinizin aklına Gezi’nin gerçekte ne olduğu sorusunu getiriyordur. Gezi’nin barışçı bir eylem hatta onurlu bir direniş olduğunu iddia edenlerden hala Gezi’yi yeterince anlayamadığımızı düşünenlere hepsinin söyleyecek bir sözü vardır muhakkak ve hepsine söylenecek bir söz. Ama önce son iki günde ne olduğunu ve neden olduğu hakkında tahmin yürütmek benim tercih edeceğim yol olacak.
İki yıl önce Gezi olaylarıyla ilgili yazdığım ilk yazıdan bu yana söylediğim bir şey var: Her ne yaşıyorsak Suriye’yle alakalı.
Salı günü de Çağlayan Adliyesi'ndeki terör haberini ilk duyduğumda yorumum bu oldu: Her ne oluyorsa Suriye’yle alakalı.
Türkiye’deki Şebbihaları az biraz takip edenler, İdlib’de Suriyeli muhaliflerin aldığı zafer sonrası, Türk Baasçıların nasıl da öfkeden deliye döndüğünü muhakkak görmüşlerdir. Aynı günlerde Yemen’de İran destekli Husilere karşı başlatılan Suudi Arabistan liderliğindeki operasyona Türkiye’nin verdiği desteği bunu da hesaba katarak yorumlayanlar için muhakkak bir misilleme şaşırtıcı olmamıştır. Gezi’deki Esad destekçilerini, 17-25 Aralık’ın bir parçası olan MİT TIR'larının IŞİD’e yardım gönderiyor diye durdurulmasının arkasındaki paralel yapıyı, Kobani bahanesiyle sokağa dökülüp Müslüman Kürtleri vahşice öldüren 6-7 Ekim katillerini unutmayan, bugün yaşadıklarımızın Orta Doğu’nun göbeğinde yüz yıllık kaderin değişim mücadelesinin verildiği Suriye’yle yakından alakası olduğunu kolayca görebilir.
Hadi Gezi’nin ilk günlerinde içine kapalı eski Türkiye reflekslerimizden yaşananların bölgesel boyutunu göremiyorduk, hadi post-Kemalizm döneminden geçerken kendi hesaplaşmalarımıza o kadar odaklanmıştık ki Kemalizm'in ikiz kardeşi Baasçılığın yardımına koşanların neden paniklediklerini anlayamıyorduk, hadi kendimizi o kadar özel buluyorduk ki pimi çekilen mezhep çatışmalarının bizi de etkileyeceğine zerre kadar ihtimal vermiyorduk, hadi İran’ı, Almanya’yı ve dahi bölgeyi alabildildiğine işin içinden çıkılmaz hale getirmeyi kafaya koyan Amerika’yı aynı denklem içinde doğru konumlara yerleştiremiyorduk, bugün artık büyük resmi görmenin zamanı gelmedi mi?
İran her şeye ve herkese rağmen oyun kurarken, masa altından oynayıp iş bitirirken, vekalet savaşını artık resmen Şii yayılmacılığına çevirmişken, Türkiye’de seküler-dindar kisvesinin alltında bir Alevi-Sünni çatışması için uzun zamandır faaliyet gösterirken, dışında kalmamızın zaten ihtimal dahilinde olmadığı mezhepçi zulmün karşısında olmak için illa Batı’nın desteğini almamız gerektiğini düşünmekten, Batı’nın o desteği ancak kurduğu oyuna uygunsa vereceğini ummaktan ne zaman vazgeçeceğiz? Neoconların, ‘neonazi’lerin ve Güney’deki sevdiği ülkenin emrindeki Gülen Örgütü’nün, Şiiliği agresif, hırçın ve doymak bilmez bir politikaya çeviren İran’ın ve onun yörüngesine girdiği aşikar DHKP-C gibi mezhepçi örgütlerin, hatta aralarındaki organik bağı görmekten yorulduğumuz ‘yeni CHP’ gibi siyasal partilerin nasıl bir işbirliği içinde olduğunu, bu ortaklığa Kürtleri de eklemek için için verdikleri müthiş çabayı görmemek mümkün mü?
Suriye’de çok hata ettik dediğinizi duyuyorum. Bence de çok hata ettik. Başından beri savruk davranmakla, biz insani yardım peşindeyken Baas’a destek için koşa koşa Sünni öldürmeye giden ancak İran’ın Suriye’yi işgali için ter döken Şii çizgisindekileri görmemekle çok hata ettik. Misliyle cevap vermediğimiz için çok hata ettik. Oraya kendi Kasım Süleymani’mizi göndermediğimiz için çok hata ettik. Türkiye’nin de gerektiğinde oyun kuramayacağını düşünmekle, kendimizi hor görmekle çok hata ettik. Elimizi bir işe atacağımız zaman ‘Aman ha. Batı bize laf eder’ diye tereddüt etmekle çok hata ettik. Yahu, Batı sırf keyfi öyle istediği için bizi delilsiz desteksiz bir şekilde IŞİD’e bağlamış zaten, daha korkacak ne kalmış? Zaten her şeyin planlayıcısı olan Amerikalıları ikna turlarında çok zaman kaybettik. Esad için bu ülkeyi kana bulamayı bile göze alanları gördükçe, Suriye’yi ağzına bile alamayan Müslümanları görmek ağırıma gidiyor. Son iki yılda iş yapacağımızdan çaldığımız zamanda çok şey kaybettik, bari yarım yamalak başladığımız işi bitirelim, ve onurumuzu kaybetmeyelim.
YENİ ŞAFAK