Çağdaş tek parti yönetimi!

İhsan Dağı

Tek parti dönemine açıktan övgü dizmek zor. Gericiliğini teşhir etmeye meraklı bazı marjinal gazeteci ve siyasetçiler 'cesaretle' bunu da yapıyorlar, ama o dönemi burnunun direği sızlayarak özlemle anan 'akıllı' kalemler daha usturuplu bir yol izliyorlar.

Tek parti yönetiminin artık 'çağdışı' kaldığını dile getirmekle beraber, bu uygulamanın o dönem için 'çağdaş' olduğunu iddia ediyorlar. Herhalde faşizm ve Nazizmi 1930'ların 'çağdaş' ileri rejimleri sayıyorlar. Türkiye'deki tek parti diktatoryasıyla Nazi Almanya'sını ve faşist İtalya'yı karşılaştıranlar Türkiye'nin 1930'larda 'Avrupa'yı yakalayan 'çağdaş' bir rejimle yönetildiğini sanıyorlar. Doğrudur; Recep Peker, Nadir Nadi gibi şahsiyetler de faşizmi 'çağdaş'lık sanmışlardı.

Biraz daha 'sofistike' olanların tezlerinde bir 'tarih felsefesi'nin izleri de var; 'o dönemin şartlarında tek parti yönetimi kaçınılmazdı,' diyorlar. Neden efendim? Çünkü, verilen bir 'kurtuluş savaşı' vardır, ardından bir milli devlet kurulacak, cahil halk modernleştirilecektir. Dolayısıyla tek parti rejimi gerekli, devrimleri jandarma zoruyla uygulamak kaçınılmazdır. Direnenleri veya direnme ihtimalleri olanları acımasızca yok etmek, sindirmek mubahtır. Ayrıca, 'olayları dönemin şartlarında değerlendirmek gerekir'.

Bu mantıkla tarih olması gerektiği gibi olmuş, yapılması gerekenler yapılmıştır; ne hata vardır ne günah. Yani, 'milli burjuvazi' yaratmak için devletin yağma yapması ve milletin malını üç beş adama peşkeş çekmesi 'makul ve gerekliydi'; dindarları tehdit olarak görüp İstiklal Marşı şairinin bile peşine hafiye takmak doğruydu; Nazım Hikmet'in, Kemal Tahir'in, Necip Fazıl'ın hapishanelere tıkılması, Said Nursi'nin hayatı boyunca eziyete uğraması ve ölüsüne bile saygı gösterilmemesi de aynı mantıkla 'izah edilebilir'di. Menderes'i asmaları da, 28 Şubat yüzkarası da açıklanabilirdi bu mantıkla. Hatta becerebilselerdi Ergenekoncuların tezgâhladıkları darbe de... Tek parti yönetimi 'kaçınılmaz bir durumdu', kurulması gereken bir 'milli devlet' vardı, halk yoksuldu, eğitimsizdi! Bu mantık, bıraksak bugün de hükmünü sürecek. Demokrasi laikliği tehdit ediyor diye askıya alınacak, insan hakları devleti aciz düşürüyor diye inkar edilecek, Meclis cahil cühelanın seçtiklerinden oluşuyor diye kapatılacak...

Cebri de olsa bir 'aydınlanma dönemi' olarak niteliyorlar tek parti yönetimini. Faşizmin öteki adı olan bu 'cebri aydınlanma projesini' makul ve meşru gördükten sonra şimdiki zamanlarda da 'demokrat' olabilmek ve demokrat kalabilmek mümkün mü? Evet demokrat 'görüntü' verilebilir, ama ne zaman 'tek parti ideolojisi' toplumsal ve siyasal alanı kuşatacak topyekûn bir saldırı başlatsa hemen 'saf'lar değiştirilmeye başlanır. Örneğin, darbeciler ortalıkta kol gezerken 'ne darbe ne şeriat' sloganına sarılır; binlerce öğrenci, yıllardır başörtülerinden dolayı eğitim haklarından mahrum edilirken 'en demokrat'ları 'başörtüsü yasağı dursun önce diğer tüm özgürlük sorunları çözülsün' tavrına sığınırlar.

Bir dönemin, hem de şiddetin kol gezdiği, hukukun olmadığı bir dönemin gerekli ve kaçınılmaz olduğunu söylemek ne hakikate saygıyla açıklanabilir ne de siyaseten savunulabilir. Hâlâ sıkıntısını çektiğimiz hukuk ve demokrasi yoksunluğunun temelleri tek parti döneminde atıldı; hem de öylesine derinlere atıldı ki hâlâ ayakta. 'Demokrasi, hukuk ve halk korkusu' adeta devletin genlerine işledi. Ha, "bağımsızlık savaşının ardından 'milli devlet'i kurmak için bunlar gerekiyordu" diyorsanız, yanılıyorsunuz. Kurulan, 'milli devlet' bile değildi; 'parti devleti'ydi, daha doğrusu 'CHP devleti'. Kuranlar da 'devletlerini' dönüştürecek demokratik açılımlara hep direndiler, çünkü 'devletlerini halka kaptırmak' istemediler ve de istemeyecekler. Mücadele, halkın demokrasi yoluyla devlete el koyması mücadelesidir. Bunun için AK Parti dâhil siyasi partiler sadece bir 'araç'tır.

ZAMAN