"Buzu Çözülen Çatışma Bölgesi: Dağlık-Karabağ"

Merve Şebnem Oruç yazısında, Azerbaycan ile Ermenistan arasında hâlen devam Dağlık-Karabağ sorununu tarihî arka planıyla birlikte ele alıyor, "normale dönüş pek de kolay gözükmüyor" diyor.

Buzu Çözülen Çatışma Bölgesi: Dağlık-Karabağ

Merve Şebnem Oruç / Yeni Şafak

Güney Kafkasya'da uykuya yatmış, kökenleri çok eskiye dayanan bir mesele uyandı. Azerbaycan-Ermenistan arasında Dağlık-Karabağ nedeniyle, son iki yıldır, yeni bir çatışma sürecine zemin oluşturabilecek bir gerilim hakimdi, ve üzerine söz söylemeyi hak ediyordu; lakin bölgede o kadar çok çatışma var ki, tehlikeli ihtimallere maalesef sıra gelmiyordu. 2014 yazından beri, iki ülkenin askeri güçleri arasındaki tehlikeli ancak sınırlı çatışmalar neredeyse günlük sıklıkta yaşanır hale gelmişti, yine de ancak ölü olduğunda uluslararası gündeme düşmekteydi.

Süregelen vekalet savaşları ve bölgesel/küresel aktörleri karşı karşıya getiren krizlerin, enerji hatları üzerinde kurulmaya çalışılan yeni oyunların, hatta Türkiye-Rusya arasında Rus uçağının düşürülmesi sonrası oluşan durumun, Bakü ve Erivan arasında 50 civarında askerin öldüğü son çatışmalarda bir etkisi olduğu şüphesiz. Yine de çözülmemiş halde bekleyen ve son yıllarda artan gerilimle patlamasının eli kulağında olan bu meselenin ardındaki iç etkenler de oldukça fazla.

Zira söz konusu olan, geçmişi yüz yıl öncesine dayanan, hatta bazılarına göre Orta Çağ'a kadar uzanan bir mesele. 1992'de Azerbaycan ve Ermenistan arasında savaş başlamış, 1994'te iki ülke arasında uzlaşmaya varılamamış olduğu, yalnızca ateşkes anlaşması imzalandığı için filli olarak olmasa da resmen hala savaş devam etmekte. Azerbaycan sınırları içinde bulunan, ancak fiilen Ermenistan tarafından işgal edilmiş bölgede yaşananlar, etnik, dini, coğrafi vb. pek çok yönüyle Yugoslavya'nın parçalanması sonrası Balkanlarda yaşananları hatırlatıyor.

1918'de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kurulduğunda da Azerbaycan toprakları içerisinde yer alan Dağlık-Karabağ bölgesi, 1922'de Azerbaycan'ın SSCB'ye katılmasından sonra otonom bölge haline geldi. Azerilere göre, Sovyet dönemi öncesinde bölgede yaşayan Ermeni sayısı azınlıktayken, o süreçteki zorunlu göçlerle Ermeni nüfusu çoğunluğa dönüştü. Ermenilerse mevcut otonom yapıyı dahi asla kabullenmedi. Buna rağmen, 80'lerin sonuna kadar statüko durumu korundu. SSCB'nin dağılması yaklaşırken Dağlık-Karabağ'daki Azeri nüfusu dörtte bir oranına kadar düşmüştü. Azerbaycan ve Ermenistan'ın bağımsızlıklarını ilan ettikleri süreçte, Dağlık-Karabağ önce Ermenistan'a bağlanmayı talep etti, ardından bir referandumla bağımsızlığını ilan etti. Uluslararası alanda bu ilan karşılık bulmazken ikili ilişkileri daha da karmaşık hale getirdi. Çıkan silahlı çatışmalar, 1992'de on binlerce insanın hayatını kaybedeceği sıcak savaşa dönüştü. Savaşın sonunda Ermenistan Dağlık-Karabağ'ı işgal etti. Dağlık-Karabağ Azeri topraklarının beşte biri, Ermenistan topraklarınınsa üçte biri kadar yüzölçümüne sahip bir bölge olarak, savaşın sonunda ilan edilen ateşkesle beraber bugüne kadar 'donmuş çatışma' durumunu korudu.

Bugün nüfusu 8-9 milyon civarı olan Azerbaycan'da bir milyondan fazla mülteci bulunuyor. Ermenistan'ın işgali sırasında Dağlık-Karabağ bölgesinden kaçan bu mültecilere 'kaçkınlar' deniyor. Bu mülteciler, yıllardır gözlerden kaçan, unutulmuş ve 'donmuş' bir başka mülteci sorunu olarak kaderini beklerken, devletler arası ilişkilerin ötesinde, Azeri ve Ermeni halkları arasında da birbirine karşı 'donmuş' bir husumetin olduğunu söylemek mümkün. “Bu böyle gitmez, bir yerde çözülmesi gerekiyor” denirken yaşananlar da unutulamıyor, böylece çözümün “nasıl”ına ve “ne zaman”ına sıra gelmiyor. Zaten Şubat 1992'de Ermeni birliklerinin Dağlık-Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında yaşayan Azeri sivilleri katlettiği Hocalı Katliamı gibi yakın tarihin kanlı ve korkunç olayları, henüz hafızalarda tazeyken normale dönüş pek de kolay gözükmüyor.

24 yıl önce AGİT bünyesinde sorunun çözümü için kurulan Minsk Grubu, ateşkesi uzlaşmaya çeviremediği gibi, o günden bugüne meselenin uluslararası boyut kazanmasının ötesinde hiçbir gelişme kaydedemedi. Minsk Grubu'nun eş başkanlığını Fransa, ABD ve Rusya yapıyor; üyeleriyse Türkiye, Almanya, Hollanda, İtalya, Portekiz, Belarus, İsveç ve Finlandiya. Fransa'nın, Ermeni meselesine yaklaşımı malum, çok da tarafsız olduğu söylenemez; dolayısıyla sadece eş başkanlara bakarak dahi grubun neden bir arpa boyu yol kat edemediğini, dahası Ermenistan'ı işgal ettiği topraklardan geri çekilmeye davet etmek gibi bir amacı olmadığını anlamak mümkün. ABD, bu konuda tarafsız gibi görünse de içeride Ermeni lobisinin baskısı, dışarıda ipleri tamamen Rusya'nın eline bırakma kaygısı arasında denge arıyor. Rusya ise, her iki ülke ile de yakın ilişkilerini sürdürse de Ermenistan'a daha yakın duruyor. Bunun ötesinde her iki ülkeye de yoğun silah satışı gerçekleştiriyor. Öte yandan, zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip Azerbaycan'la gerilimi tırmandırıp Bakü'nün Kafkasya'da kendi kontrolü dışında bir oyuncuya dönüşme riskini göze alamıyor. Azerbaycan-İsrail arasında petrol ve doğal gaz girişimleri temelinde süregelen yakınlık, Rusya için bu riski artırıyor. Azerbaycan'ın bir başka silah tedarikçisinin de İsrail olduğu biliniyor.

İki ülke arasında artan tansiyonun ardından tek taraflı olarak varılan ateşkes kararı birçok kez ihlal edilirken, Erivan'ın ardından cuma günü Bakü'ye geçen Rusya Başbakanı Dmitri Medvedev bir yandan arabuluculuk vaadinde bulundu, öte yandan Ermenistan'a doğal gaz indirimi ve Azerbaycan'a toprak bütünlüğünün korunması vaadinde bulunarak inci boncuk dağıttı. Yani Rusya, Kafkasya'daki nüfuzunu hatırlatma fırsatını ıskalamadı. Şimdilik tansiyonun düşmesiyle yetinecek gibi görünen Rusya'nın, bununla bölgedeki diğer yerlerde karşı karşıya olduğu ülkelere bir mesaj verdiğini, ve satranç tahtasının ne kadar geniş olduğunu hatırlatmaya çalıştığını söyleyebiliriz.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!