Buyurun “Faşizm” görün!

Sayın Baykal’ın bu çığlığını duyan da, gerçekten faşizme karşı olduğunu zanneder...

Kim kuruyormuş sivil faşizmi?..

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan!..

Nasıl kuruyormuş?

Üst üste tek başına iktidar olarak...

Nasıl tek başına iktidar olmuş peki?

Seçmen ekseriyetinin oylarını alarak...

Yani bu hesapça, millet de faşist!

Buna dense dense, “Dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı” denir.

Aklı başında yandaşları dâhil, hiç kimse de bunu ciddiye almaz.

Açık ki, Sayın Baykal’ın iktidar hırsı kafasını fena halde karıştırmış bulunuyor...

Aksi taktirde, partisinin mazisinde faşizmin dik âlâsı varken, bu zeminde rakibiyle hesaplaşma hevesine kapılmazdı.

Önce açar partisinin tarihine bakardı...

Bir tarafta açlık, kıtlık, yokluk, yoksulluk...

Karne ile ekmek, torpille kuru fasulye...

Yolsuz, okulsuz, susuz köyler, elektriksiz şehirler, sahipsiz, eğitimsiz nesiller...

Öte yandan devlet terörü, zulüm, baskı, şiddet...

1946 seçimlerinde Demokrat Parti’ye oy attıkları için, sırtlarına eğer vurulup binilen gariban seçmenler...

Vergi borcunu ödeyemeyen fukara vatandaşın ahırından danasını çıkaran, çatısından kiremitini alan ceberrut tahsildarlar...

Kıyıdan balık tutmayı bile yasaklayan yöneticiler...

Öte tarafta başta ders kitapları olmak üzere her alanda estirilen inkâr fırtınaları...

Ezana hasret bırakılan öksüz minareler...

Satılan, kiralanan, yıkıma terk edilen camiler...

“Dini yayın yapmamaları” konusunda uyarılan gazeteler... (1942 ve 45 tarihli Matbuat Umum Müdürlüğü kaynaklı genelgeler)...

Ders kitaplarında (1942 baskılı “Lise II” isimli MEB yayını) Kâbe’yi “tavla zarı”na benzetmeler, “âdi taştan” yapıldığını söylemek suretiyle aşağılamalar...

“Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların vesairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, Ümmet kelimesi ile ifade olundu” şeklinde hezeyanlar...

“Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur’an denir” (Sayfa: 90) şeklinde bir yaklaşımla, Kur’an-ı Kerim’in Allah kelamı olduğunu inkâr etmeler...

Allah’ın emriyle gerçekleştiğine her “Müslüman”ın inandığı meşhur “Hicret” olayını “Medine’ye kaçış” olarak küçümsemeler...

Efendimiz’in en yakın sahabelerini “Muhammed’in ölümünden sonra mirasını paylaşmak için bir birlerine düşen arkadaşları!..” gibi göstermeler...

Aynı dönemde, “Ne örümcek ne yosun/ Ne mucize, ne füsun/ Kabe Arab’ın olsun/ Bize Çankaya yeter!” (Kemalettin Kamu) türünden sözde şiirler yazdırmalar...

“İnönü’dür yurdun temel taşı/ O ulusumun başı/ O bize can yoldaşı/ Şanlı İsmet İnönü” benzeri şiirleri “Atatürk şiirleri” yerine koymalar...

Atatürk ölür ölmez paradan-puldan ve devlet dairelerinden fotoğraflarını kaldırmalar...

“Motorların şarkısı olsun yeni bestemiz/ Yeni din ezanları, minareler yerine/ Bulutlara püsküren bacalarda okunsun!” (Yaşar Nabi)...

Bir kısım “yandaş” İlâhiyat Fakültesi hocasına hazırlatılan “Islâhat lâyihası”nda, camilere sıra ve musiki âleti konmasını, içeriye ayakkabı ile girilmesini, “sıralara oturularak tapınılması”nı, ayrıca Cuma hutbesinin “fraklı” filozoflar tarafından okunmasını teklif etmeler (O. Nuri Ergin’in “Türkiye Maarif Tarihi” isimli eserinin beşinci cildinin 1639-40-41. sayfalarında ayrıntı var)...

Şapka giymeyen kanaat önderlerini asmalar...

Düzmece olayları bahane ederek kurdukları özel mahkemelerde hukukçu bile olmayan insanlara yargılattıkları mazlumları temyizi mümkün olmayan şekilde idama mahküm edip ipe çekmeler...

Haccı, Selçuklu-Osmanlı tarihini ve Türk sanat musikisini yasaklamalar...

27 Mayıs darbesine karşı olduğunu bile söyleyemeyerek “Ne içinde ne dışında” olduğunu (ne demekse) beyan ile kaçamak yapan eski önderlerini “Demokrasi kahramanı” ilan etmeler...

12 Mart 1971 müdahalesi sonrasında generallerin zorladığı hükümete partilerinin önderlerinden birini (Nihat Erim) Başbakan vermeler...

Ve daha neler, neler, neler...

Şimdi bunlar Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı “sivil faşizm” getirmekle suçlayacaklar da ben “eyvallah” edeceğim, öyle mi?

Kelam sussa kalem susmaz, kalem de sussa tarih konuşur.

VAKİT