HAKSÖZ-HABER
Yeni Şafak yazarı Hüseyin Likoğlu’nun yazısı da bu tuhaf ve acınılası hali yansıtan bir örnek olmuş!
“Bize Atatürkçülüğü Çok Görenler” başlıklı yazısında Hüseyin Likoğlu masonların, Komünistlerin ve Alevilerin Atatürkçülüğünü doğal karşılayanların dindarların Atatürkçülüğünü anlayamamalarına üzülmüş! Doğrusu yazarın zihni çok garip bir şekilde işliyor! Bu kesimlerin Atatürk döneminde baskıyla karşılaştıklarını, rejimin gadrine uğradıklarını ama buna rağmen Atatürk’e sarılabildiklerini ifade ettikten sonra adeta “biz de aynı hakkı kullanmalıyız” demeye getiriyor!
İyi de mecbur musun kardeşim! Masonlar, Komünistler ya da Aleviler celladına aşık oldular diye sen de aşık olmak zorunda mısın?
İşte ortada bir gariplik, tuhaflık olduğunu sen de görüyorsun! Dindarlık ile Atatürkçülüğün yan yana gelemeyeceğini, burada açık bir çelişki olduğunu hissediyorsun. O zaman daha niye 10 Kasım’da Yasin okumak falan gibi saçmalıklara tevessül ediyorsun?
Şu ya da bu yazar, sivil toplum kuruluşu veya siyasetçinin tutumu, konumu çok önemli değil elbette. Herkes saçmalama potansiyeline sahiptir ve bunu istediği şekilde kullanır. Dikkat çekici olan yukarıdan esen rüzgara göre dindar-muhafazakar camianın aldığı çarpık, ilkesiz, tutarsız hal! Sorun seçim kazanıp kaybetmekten öte, inandırıcılığın, samimiyetin kaybı, daha ötesi de bu işin ağır vebalidir!
İşte Hüseyin Likoğlu’nun, ülke sathına yayılan derin kafa karışıklığının taptaze örneklerinden birini teşkil eden yazısı:
Bize Atatürkçülüğü Çok Görenler
Atatürkçülük üzerinden son günlerde yaşanan tartışmalar herkesin malumu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 16 Nisan referandumundan bu yana Atatürk konusunda verdiği mesajlar, son 10 Kasım anmalarının ardından zirve yapmış durumda.
CHP, Erdoğan’ın açıklamalarını biraz daha ihtiyatlı karşılarken, bazı Kemalist yazar-çizerler çılgına dönmüş durumda. Kimi bu değişimin nedenini sorgularken, kimisi de Erdoğan’ın 2019 seçimlerinde Kemalistlerden oy almak için bu söylemi geliştirdiğini iddia ediyor. Tepkilere bakınca şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza: “Atatürk bizimdir. Bizden başka kimse Atatürkçü olamaz.” Atatürkçülük üzerinden oluşan yeni söylemler belli ki yıllarca Atatürkçülük üzerinden siyaset üretenlerde ciddi travma oluşturacak.
Atatürk ve karşıtlığından başka bir sermayesi olmayanlar, bir şeyi daha algılamakta zorluk çekiyor. Atatürkçülük üzerinden yıllarca kötülük yaptıkları muhafazakârların bugün Atatürk konusunda geldikleri noktayı anlayamıyorlar. Başörtülü öğrencileri Atatürkçülük maskesi ile üniversitelerden kovdular. Namaz kılan- oruç tutan subayları Atatürkçülük maskesi ile TSK’dan attılar. Eşi başörtülü olan memurları Atatürkçülük maskesi ile kamudan attılar. Atatürkçülük maskesi ile halkın oyunu almış partileri kapattılar. Hâsılı, Atatürkçülük maskesi ile dindar insanlara her türlüğü kötü muameleyi reva gördüler. Ancak geldikleri nokta hüsran.
Muhafazakâr kesimin Atatürkçülüğüne karşı çakanlara ya da bu zamana kadar Atatürkçü geçinenlere şöyle bir göz attığımızda meselenin özünü görebiliriz. Bu zamana kadar Atatürkçü geçinen üç kesim var. Aleviler, Komünistler ve Masonlar.
Mason teşkilatları 1935’te Atatürk tarafından kapatıldı. Daha sonra İsmet Paşa döneminde tekrar açıldı. Bugün Masonlar en hızlı Atatürkçü olabiliyorsa…
Atatürk’ün Kominizim hakkında ne düşündüğü herkesin malumu. Komünistlerin Atatürk’ün hayatta olduğu dönemde neler yaşadığını herkes üç aşağı beş yukarı biliyor. Olayı Komünistlerin en çok sevdiği şair Nazım Hikmet üzerinden ele alalım. Nazım Hikmet tek parti döneminde defalarca hapis cezalarına çarptırıldı, 12 yıl tutuklu kaldı. Çareyi Sovyetler Birliği’ne kaçmakta buldu. Nazım Hikmet’in mezarı Moskova’da. Nazım Hikmet’in Moskova’daki mezarı başında şiir okuyup, sonra da Türkiye’ye geldiğinde Anıtkabir’de Onuncu Yıl Marşı’nı coşkuyla okuyanlar Atatürkçü olabiliyorsa…
Dersim olaylarını hariç tutarak söylüyorum. Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun ile sadece muhafazakârların tekke ve zaviyeleri kapatılmadı. Alevilerin de bütün dergâhları kapatıldı. Tekke ve zaviyelerden cami ve mescit olarak kullanılabilecek durumda olanların cami ve mescit olarak kullanılması hüküm altına alındı. Aleviler için inanç önderliği diyebileceğimiz Dedelik ve Babalık yine bu kanunla yasaklandı.
Her yıl yapılan görkemli anma törenleri ile bildiğimiz Hacı Bektaş Veli Türbesi de “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” ile kapatıldı.Bu kanunda iki kez değişiklik yapıldı. 1950 ve 1990 yıllarında. 1950 yılında yapılan değişiklikle Hacı Bektaş Veli Türbesi müzeye dönüştürülerek açıldı. Ve her yıl yapılan anma törenleri o değişiklik sayesinde gerçekleşiyor.
Her yıl Hacı Bektaş Veli’yi anma merasimlerine katılanlar, “Bu türbe 1950 yılına kadar niye kapalıydı. Türbeye niye müze muamelesi yapılıyor?” sorusunu sormadan Atatürkçüyüm diyebiliyorsa…
Evet, bütün bunlardan dolayı kimse muhafazakâr camiaya niye Atatürkçüsün deme hakkına sahip değil. Masonların, Komünistlerin ve Alevilerin Atatürkçü olduğu bir ülkede hiç kimse muhafazakârlara Atatürkçülüğü çok göremez. Bu arada kimse bizden Moiz Kohen, namı diğer Munis Tekinalp’in esaslarını belirlediği Kemalist çizgide bir Atatürkçülük beklemesin. Kendimden örnek vereyim.
Perşembe akşamı yatsı namazı için abdest aldım, “Bu akşam Cuma gecesi, yarın da 10 Kasım bütün ölmüşlerimiz için bir Yasin okuyayım” dedim. Bizim Atatürkçülüğümüz böyle…
Hâlâ anlamayan varsa bir ipucu vereyim. Türkiye’de bütün darbeler, 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat… Hepsi Atatürkçülük maskesi ve Kemalist kafa ile yapıldı. Ama hepsinin arkasında ABD ve diğer Batılı güçler vardı. 15 Temmuz da Atatürkçü maske ve Kemalist kafa ile yapılmak istendi. Ama başarılı olamadı ve arkasındakiler deşifre oldu. Bilmem anlatabildim mi?
Yeni Şafak