Büyüme ideolojisi

Ali Bulaç

"Büyüme" maddi hayatın araç-gereç seviyesinde azami ölçülerde yeniden üretilerek biriktirilmesi, çoğaltılması, çeşitlendirilmesi ve tüketilmesi esasına dayalı bir iktisat ideolojisidir.

Modern ekonomik gelişme ve teknolojik ilerlemenin temel dinamiği bu ideolojinin işler halde tutulmasına bağlıdır. Büyüme, modern ekonominin hem gücü hem zaafıdır. Büyümeyi sağlamaya çalıştığınız sürece büyürsünüz, bundan vazgeçtiğiniz anda modern üretim yapısı ve piyasa durur. Kural basittir: "İltifat marifete tabidir, müşterisi olmayan mal zayidir." Bir ürüne müşteri olmuyorsanız, o ürünün üretilmesini gerektiren bir sebep de kalmaz.

İnsan bütün dünyayı ve hatta kâinatı temellük etmek ister. İblis, Adem'i, cennette iken dahi "sınırsız mülk ve ebedilik" vaadiyle kandırmıştı. Bizden istenen kanaatkâr, mütevazı ve temel ihtiyaçlara (tekmiliyat ve tahsiniyatı da gözeterek) cevap verecek bir ekonomik faaliyet modelidir. Aksi halde Efendimiz (sas)'in buyurduğu gibi "İnsanın Uhud Dağı kadar altını olsa, bir o kadar daha olmasını ister. İnsanın gözünü bir avuç toprak doyurur". Temel ihtiyaçları ve fizyolojik kapasitesi itibarıyla insan sınırlıdır. Midesi dolar, gözü doymaz. Büyüme ideolojisi insanın bu doymaz, açgözlü, istifçi ve muhteris yanını kışkırtarak ayakta durur. Ancak şu üç nokta önemlidir:

1) Büyümenin, fiziki mekân, maddi zemin ve ekolojik kapasite itibarıyla bir veçhesi var. Her maddi/fiziki hareket sınırlıdır. Ekonomi de maddi bir hareket olduğuna göre, büyümenin de sınırları olması gerekir. Birçok uzman ve aydına göre, kapitalist ekonominin fetişleştirdiği bugünkü ekonomik faaliyet, büyümeyi fiziki sınırlara getirip dayandırmıştır. Daha ötesi tehdit edicidir. Tehdit altına giren salt fiziki dünya değil, insanı da içine alan toplu halde canlı hayattır.

Bir apartmanı düşünün. Sürekli bir biçimde altını kazıyıp boşalttığınız takdirde günün birinde göçer, yüzlerce insan göçük altında kalır. Son iki yüz senedir artan bir hız ve genişleyen bir kapasite kullanımıyla yerin altındaki doğal kaynakları (petrol, doğalgaz, demir, kömür vs.) çekip çıkarıyoruz. Bunun deprem fırtınalarına yol açması mukadderdir. Belki de Efendimiz (sas) tam da bu çerçevede "kıyametin belirtilerinden biri olarak deprem fırtınaları"na işaret etmişti.

2) Büyümenin Batılı ve kuzeyli refah toplumlarına bakan bir yüzü de vardır ki, bu bize "kalkınma ve gelişme siyaseti" olarak döner. Batı-dışı toplumlar büyüme (kalkınma ve gelişme) ideolojisine taptıkça, zengin ülkelerin refahı artar, askerî, politik ve jeostratejik güçleri pekişir. Çünkü büyümenin ekonomik ve teknolojik formlarını onlar tayin ediyor, buluyor, bize öneriyor ve biz onların bir önceki aşamadaki "gelişme düzeyleri"ni yakalamaya çalışırken, onlar "daha ileri formlar" geliştiriyorlar. Onların önceki formları ve üretim tekelini ellerinde tuttukları eşzaman araç gereçleri bizi kendilerine pazar yaparak satıyorlar. Bizim hammadde kaynaklarımız ucuz, onların teknolojik ürünleri pahalıdır. Bizim kalkınma adına geleneksel eğitimimiz, toplum yapımız, aile anlayışımız modernleşmedikçe onların refahı artmaz, zenginliklerine zenginlik katılmaz. Kısaca bizim gibi toplumların "kalkınma programları ve gelişme projeleri" Batı'nın maddi refahını ve değişen yeni üretim süreçlerini artırma esasına dayanmaktadır. Yani biz kalkınma çabasını sürdürdükçe onlara bağımlı olmaya devam ediyoruz.

3) Büyüme, tabiatı gereği eşitsizdir ve eşitsizliklere dayanmaktadır. Başka bir ifade ile büyüme, adaletsizliğin rasyonelleşmesi ve kurumsallaşması sürecidir. Küreselleşme, kapitalist üretim, bölüşüm ve tüketim yapısının küre ölçeğine yayılmasını öngörmektedir ki, bunun sonucunda ülkeler, bölgeler ve sınıflar arasında derin eşitsizlikler yaşanmaktadır. Eşitsizliğin derinleştiği her adımda çatışma, savaş ve patlama potansiyelleri artmaktadır.

Muhafazakâr iktisatçılara sorum şu: Bu çerçevede anlattığımız büyüme süreçlerine sizin hiçbir itirazınız yok mu?

ZAMAN