Bir varmış, bir yokmuş…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde…
Develer tellal iken, pireler berber iken…
Amerika’da bir makina varmış…
Bu makina çok ama çok maharetliymiş…
Kapalı kapılar ardında bir toplumun kaderine kasteden belgeler düzenler, sonra da altına ıslak imza atarmış…
Toplumsal ve siyasal trendleri yakından takip eder, kafası bozuldumu andıçlar yazıp medyaya servis edermiş…
Kocaman gazetelerin manşetlerini bazen bizzat kaleme alır, bazen de dikte edermiş…
Bu makina, dediğim dedik bir anlayışla çalışır, kendisini her konuda mutlak söz sahibi görürmüş…
Dilediğini yapar, kimseye hesap vermeye yanaşmazmış…
Bu makinanın maharetleri andıç hazırlayıp altına ıslak imza atmak ve manşetler kotarıp gündem belirlemekle sınırlı da değilmiş.
Zaman zaman toplum mühendisliğine merak salar, klasik, modern ve postmodern darbelerle toplumu hizaya getirmeyi kendisine görev bilirmiş…
Bu makinanın beleğinde en fazla yer tutan iki kelime varmış…
Ne yapıyorsa irticaya karşı laikliği korumak için yaparmış…
Üstelik irticanın ve laikliğin ne olduğu konusunda da ser verip sır vermezmiş bu makina…
Bu makinanın aslında bir işi varmış, kendisine tevdi edilen…
Lakin başkalarının işiyle daha çok meşgul olurmuş...
Okulda namaz kılan çocuklar, başını örten kadınlar, halkın inşa ettiği mescidler bu makinanın ana gündem maddeleri arasında yer alırmış…
Bu makina insanları inançları ve düşünceleri sebebiyle fişler, kimin faydalı, kimin zararlı olduğuna hükmedermiş…
Mahalledeki bakkallar, manavlar bile makinanın bu yakın ilgisinden nasibini alırmış...
Bu makinanın önemli bir mahareti de büyüklere anlattığı masallarmış…
Masal anlatmakta üstüne yokmuş…
Lakin anlattığı masallar, artık insanlara inandırıcı gelmiyormuş…
Makina, artık anlattığı masalları dinleyip uyuyacak insan bulmakta zorlanıyormuş…