Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, çarşamba günü gazetecilerle gerçekleştirdiği “iletişim toplantısı”nda, Darbe Günlükleri ve 2003-2004’teki darbe girişimleri konusunda kendisine sorulan bir soruya, selefi Yaşar Büyükanıt’ın 12 Nisan 2007’de yaptığı basın toplantısındaki sözlerini tekrarlayarak cevap verdi. Yani: “Genelkurmay arşivlerinde böyle bir belge yoktur...”
Org. Başbuğ, işte bu gerekçeye dayanarak Genelkurmay’ın, darbe iddialarıyla ilgili olarak herhangi bir soruşturma başlatmadığını söyledi; tıpkı Büyükanıt gibi.
Bir kurumun, kendisiyle ilgili bir iddia konusunda iki yıl önceki pozisyonunu sürdürebilmesinin koşulları vardır; her şeyden önce aradan geçen süre zarfında konuya ilişkin anlamlı gelişmelerin olmaması gerekir. Oysa, iki genelkurmay başkanının konuşmaları arasında neler oldu neler...
Yaşar Büyükanıt 12 nisan konuşmasını yaptığında, Darbe Günlükleri bir derginin iddiasından ibaretti. Hiç şüphe yok ki, “normal” bir ülkede, kamusal önemi apaçık böyle bir iddia, başka hiçbir şeye bakılmaksızın soruşturulur ve mutlaka bir sonuca varılır. Sonuçta ya iddianın doğru olduğuna hükmedilir ve gereken yapılır ya da iddianın “sahte, yalan” olduğuna hükmedilir ve bu durumda da iddia sahibi sorumsuzluğunun karşılığını görür.
Fakat konuyu “Türkiye standartları” çerçevesinde tartışıyorsak mesele değişir. Bu durumda, eski genelkurmay başkanının “Valla baktık arşive, hiç böyle bir şeye rastlamadık, o nedenle de soruşturma başlatmadık” gerekçesi bir dereceye kadar makbul bulunabilir. Ne var ki, iki yıl sonra, yeni genelkurmay başkanının aynı gerekçeye dayanarak soruşturma açtırmamasını, ölçümüz “Türkiye standartları” olsa bile kabul edebilmek mümkün değildir. Çünkü arada şunlar oldu:
Bir: Özden Örnek’in şikâyetiyle hakkımda “hakaret ve iftira” suçlamasıyla kamu davası açan cumhuriyet savcısı, bir yandan da Nokta’nın ilgili sayısını Genelkurmay Askerî Savcılığı’na gönderdi. Cumhuriyet savcısı, başvurusunda mealen, “biz bu davayı açtık ama, derginin iddiaları da ciddi, meseleyi size havale ediyoruz” diyordu.
İki: Günlüklerde “darbeyi önleyen komutan” olarak geçen dönemin genelkurmay başkanı, aradan geçen iki yılda defalarca “var da diyemem, yok da diyemem; bazı şeyler gizli kalır, belki daha sonra açıklanır” türünden açıklamalar yaptı. Daha sonra “ister sanık ister tanık olarak ifade vermeye hazır olduğunu” beyan etti ve nihayet bu gerçekleşti.
Üç: Hakkımda açılan “hakaret ve iftira” davası beraatle sonuçlandı. Davanın savcısı bile yayımlanan metinler için “görünür gerçekle gerçeğin örtüştüğü anlaşılıyor, sanığa ispat hakkı tanınmalıdır” dedi.
Dört: Darbe Günlükleri, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli davalarından birinin parçası haline geldi. Ergenekon davasının ikinci iddianamesinde, bu metinlerden “Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek tarafından tutulduğu sabit olan günlükler” diye söz edildi.
Yani, Büyükanıt’ın konuşması sırasında bir “haber”den ibaret olan bir metin, aradan geçen iki yılda büyük bir davanın temel metinlerinden biri haline geldi. Bu noktada artık “Baktık, arşivimizde bulamadık, o nedenle soruşturma açtırmadık” gerekçesi pek naif kalıyor.
Bence argümanlarının geçersiz olduğunu İlker Başbuğ da biliyor. Konuşmasında sanki bize şöyle der gibiydi: Tamam olmuş bir şeyler, fakat bizden eski komutanlarımıza karşı soruşturma açtırmamızı beklemeyin, bunu yapamayız.
Bize gelince; biz bunu anlayabiliriz fakat kabul edemeyiz.
-------------------------
Gazetelerin internet sitelerinin yöneticilerini uyarıyorum: Akıllı olun!
Hürriyet’in internet sitesindeki “okur yorumları”yla ilgili olarak yazdığım yazıya gelen değerlendirmelerin sayısına çok şaşırdım, içeriklerinden çok şey öğrendim.
Yazılarıma gelen mektup sayısının ortalamasının 10 kat daha fazlasından söz ediyorum, şaşırmakta haklı olduğumu siz de kabul edin.
İçerik meselesine gelince... Mektuplar, tahmin ettiğim gibi Hürriyet’in internet sitesi okurlarının, “okur yorumları”nda imzalarını gördüğümüz kişilerden ibaret olmadığını açık bir biçimde ortaya koyuyor. Yani, yazımda dile getirdiğim şıklardan ikincisi geçerli: “Bu yorumlar Hürriyet okurlarının genel profilini yansıtmıyor ise, ortaya çıkan manzaranın sorumlusu kim ya da kimlerdir? Bu ‘seçki’ye karar verip, Hürriyet okurları hakkında yanlış bir izlenim edinilmesine yol açanlar kimlerdir?”
Bana gelen mektupların tümü, gazetenin internet sitesindeki haberlere yazılan “farklı görüşten” yorumların hayli keskin bir editör makasının hışmına uğradığını, bu yorum sahiplerinin öğrenilmiş bir çaresizlikle bir daha gazeteye yorum yazmadıklarını ve fakat siteden de soğuyup, postayı kestiklerini gösteriyor.
Tümünü temsilen iki örnekle yetineceğim (okurlar kusura bakmasın, biraz kısaltıyorum):
Rana Şenol’un mektubu: “Hürriyet’teki bazı haberlere yorum yazma teşebbüsünde bulunmuş ve her defasında yazdıklarımın çıkmadığına tanık olmuş biri olarak, orada çıkan yorumların seçmece olduğuna kanaat getirmiştim. Gerçi benim için bir testti bu. Çıkan yorumların sansürden geçip geçmediğinin testi. Yorumlarda küfretmek neredeyse serbest, ama Hürriyet’in genel çizgisine aykırı yorum yazdınız mı çıkmıyor. Bu işten sorumlu birinin, hangi yorumların çıkacağına, hangilerinin çıkmayacağına karar veriyor olduğuna kesinlikle eminim. Ha, genelinde okur kitlesini de yansıtıyor çıkan yorumlar, yansıtmıyor değil. Ama bizim gibi, bayıldığından değil de gündemi nasıl belirlediklerini, hangi haberi saklayıp neyi nasıl çarpıttıklarını görmek için siteye girip okuyanların yorumlarına elbette yer yok.”
Salih Göncü: “‘Hürriyet okuyucuları o yorumculardan mı ibarettir? Değilse, öbürleri nerededir?’ demişsiniz. Ben düzenli bir Hürriyet okuyucusu olarak söyleyeyim: Diğer okuyucuların, yani oradaki haber hakkında ya da yapılan iş hakkında soru soran, kafası karışan, işin aslı öyle değildir diyen, okuma yazma bilip de düzgün bir Türkçe ile yorum yazanların yorumları yayınlanmıyor. Nereden mi biliyorum? Benim en az 10 tane yorumum yayınlanmaya uygun bulunmadı da oradan. ‘Yorum’ adı altında açık açık cinayeti / terörü teşvik eden yorumlar yayınlanıyor ama, ‘ya kardeşim bu haberde böyle denmiş, siz de böyle bir yorum yapmışsınız ama, işin aslı öyle değil böyle bakın kaynak da bu’ şeklindeki yorumlar yayınlanmıyor. İnanmıyorsanız siz kendiniz deneyin.”
Sadece Hürriyet mi?
Okurların tespit ettiği ortak noktalardan biri eleştirel nitelikteydi: “Evet,” diyordu bu okurlar, “Hürriyet hakkında söylediklerinizde haklısınız, fakat sağcısı-solcusu-islamcısıyla öbürleri çok mu farklı?”
Haklı bir eleştiri, fakat ben “Hürriyet” yazısını yazarken öbür gazetelerden hiç söz etmemekle onların böyle bir eleştiriden münezzeh olduğunu imâ etmedim. Eleştirilerimi temellendirmek için bu gazeteyi “örnek” almamın nedeni, Hürriyet’in “Türkiye olduğu” (yani yelpazenin her kanadından okurları bulunduğu) şeklindeki kışkırtıcı iddiaydı.
Gelelim başlıktaki “akıllı olun” meselesine...
İnternetle birlikte bütün dünyada ve Türkiye’de okurların medya ile kurduğu ilişkide geriye dönülemez ve fakat zirve noktasına ulaşmaktan henüz çok uzak yeni bir model yerleşmeye başladı: İnteraktif ilişki...
Bu yeni modelde okurlar medya ile eski usûl pasif bir ilişki kurmayı reddediyorlar; tam tersine okuduğu haberleri, yorumları eleştirmek, haber ve yorum süreçlerine aktif olarak katılmak istiyorlar.
Gazetelerin internet sayfalarındaki “okur yorumları” müessesesi zaten bu ihtiyacı karşılamak için var. Benim, konuyu deşme çabama verilen coşkulu okur desteği, bu müessesenin düzgün, dürüst ve işlevsel bir biçimde uygulanması durumunda, bunu yapan gazetenin internet sitesinin nasıl ihya olacağını açık biçimde gösteriyor.
Önlerinde büyük bir fırsat var; benden söylemesi, akıllı olan kazanır!
TARAF