Mehmet Ali Birand ile Rıdvan Akar’ın geçen hafta 32. Gün’de eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral Yaşar Büyükanıt’la yaptıkları röportaj önemli bir gazetecilik başarısıdır.
Olayın bir boyutu daha var.
Bu da Büyükanıt’la ilgili.
Büyükanıt Paşa’nın emekli bir Genelkurmay Başkanı olarak televizyona çıkıp içtenlikli bir dille soruları yanıtlaması, askeri darbeler konusunda kimi üstü açık, kimi üstü örtülü bazı itiraflarda bulunması ve bazı yanlışları kabul etmiş olması bu ülkede demokratik siyasetin geleceği açısından önem taşıyor.
Böyle davranışlara pek alışık olmayan bir ülkede yaşıyoruz.
Ayrıca hatırlamakta yarar var:
Büyükanıt Paşa, halefi Orgeneral İlker Başbuğ’la birlikte zamanın Genelkurmay Başkanı Özkök’ün arkasında durarak, bugün Ergenekon’un bir parçası haline gelmiş olan ‘2003-2004 darbe tertipleri’nin sonuçsuz kalmasında rol oynamıştı.
Bu da göz ardı edilemez.
Bu da önemli bir roldür.
Büyükanıt Paşa’yı yakından olmasa da tanıyorum. Kendisiyle Diyarbakır’da, Ankara’da bazıları baş başa olan birkaç görüşme de yapmıştım.
Ayrıca, bu köşede birçok kez eleştirilmiştir Büyükanıt Paşa. Ama her seferinde, “Büyükanıt Paşa’yı böyle eleştiriyorsun, çünkü sen Galatasaraylısın, Paşa da sıkı Fenerbahçeli” diye mesajlar da almışımdır.
Büyükanıt Paşa’nın 32. Gün’de belirttiği bazı görüşlerine bugün de katılmıyorum.
İlk konu, 27 Nisan’la ilgili.
O buna bildiri diyor, bense muhtıra. Olabilir. Önemli olan 27 Nisan’ın içeriğidir.
Büyükanıt Paşa, 27 Nisan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili olmadığını söylüyor.
Bunun hiçbir inandırıcılığı yok.
Bu söylediğine kendisinin de inandığını sanmıyorum. 27 Nisan muhtırası, ‘Çankaya savaşları’nın en kritik aşamasıydı ve hedefi, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı yolunu kesmekti.
Büyükanıt Paşa, askerin siyasetle uğraşmasına karşı çıkıyor.
İyi güzel.
Ama şurası çok açık:
27 Nisan muhtırası asker-siyaset ilişkisinin daniskasıdır. Ve Büyükanıt Paşa, Genelkurmay Başkanı olarak kendisinin bizzat kaleme aldığını itiraf ettiği bu ‘bildiri’yle bir anayasal suç işlemiştir.
Eğer Türkiye gerçekten demokratik bir hukuk devleti olsaydı, Büyükanıt Paşa’nın 28 Nisan’da hükümet tarafından emekliye ayrılması ve bunun hesabını bağımsız yargı önünde derhal vermesi gerekirdi.
Erdoğan hükümeti, ertesi gün yine de siyasal tarihimizde bir ilke imza atarak, Genelkurmay Başkanlığı’nın anayasal olarak hükümete bağlı olduğunu kamuoyuna anımsatmış, biz de hiç yoktan bu kadarı da iyi diyerek teselli bulmuştuk.
Bir de andıç olayı var.
Hukukun üstünlüğü ilkesi açısından son derece vahim olan bu olayın hata olduğunu yıllar sonra itiraf etmiş olması, her şeye rağmen altı çizilmesi gereken samimi bir tutumdur.
Ama bu yeter mi?
Sanmıyorum.
Türkiye eğer günün birinde hukuk devleti olacaksa, o zaman bu ‘andıç’ın hesabının da asker tarafından verilmesi gerekir.
Ve bu andıç olayının içinde, öyle sanıyorum ki, Büyükanıt Paşa da vardır. PKK’nın önde gelen kişilerinden Şemdin Sakık Kuzey Irak’ta yakalanıp Diyarbakır’a getirildiğinde, onun ilk sorgusunda Büyükanıt Paşa’nın da bulunduğu söylenir.
Denir ki:
O tarihte Genelkurmay İkinci Başkanı olan Çevik Bir Paşa’yla, Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak Paşa’nın andıç olayının pişirilmesindeki rollerine Büyükanıt Paşa da uzak ve yabancı değildir.
Geçelim.
Büyükanıt Paşa’nın 32. Gün’deki açıklamalarının bir başka boyutu daha var, diyor ki:
“Rejimin tek muhafızı asker midir? Her kesim üzerine düşeni yapsa, şiddete başvurmadan yasal yollarla tepkisini gösterse, başarılı bir sonuç alınabilirdi. Ama bu yapılmayınca, iş askere kalınca, askerin de yapacağı tek şey kalıyor: Silahı eline almak...”
İşte bu zihniyettir, Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin yerli yerine oturmasını uzun yıllardır önleyen...
Askerin silahı eline alması...
Büyükanıt Paşa, 32. Gün programında, hem askerin siyasetle uğraşmasına karşı çıkıyor, hem “Darbelerin pek yararlı olduğu söylenemez, bunu ifade etmek dürüstçe bir söz olur“ diyor, hem de hâlâ askerin silahını eline alabileceğini söylüyor.
İşte bu zihniyetten kurtulmak lazım. Asker bu zihniyetten kurtulmadığı sürece ve siyaset erbabı da askerin bu zihniyetine kararlılıkla karşı çıkmadıkça, bu ülkede demokrasi taşları yerli yerine oturamaz.
Ama şunu söyleyebilirim:
Eski Genelkurmay Başkanı Büyükanıt Paşa galiba bu zihniyetten kurtulmuş durumda, ama anlaşılan bazı şeyleri daha hâlâ ‘mecburiyet’ten söylemeye devam ediyor.
MİLLİYET