Bir Genelkurmay Başkanı'nın, kullandığı silahın "kıymet-i harbiyesi"ni bilmemesi kadar abes bir şey olabilir mi?
İşte eski Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'ın "27 Nisan bildirisi muhtıra değildi" açıklamasını da, böyle bir kıymet-i harbiye bilgisizliği gibi görmek lazım.
Böyle bir açıklamanın tam da darbe girişiminden tutuklu bulunanların "Madem darbeciler yargılanıyor, öyleyse neden '27 Nisan e-muhtırasını ben yazdım' diye alenen itirafta bulunanlar yargılanmıyor" sorusunu sordukları ve muhtıra-darbe girişimlerinin yargı huzuruna taşındığı bir zamanda yapılıyor olması, gülümsetici bir etki bırakıyor olsa da, bir başka boyutta, Büyükanıt'ın "Bildiri muhtıra değildi" sözlerinin, bazı işlerin kurmaylar dünyasında ahval-i adiyeden bir mesele haline geldiği, yani bazı işleri olağan kabul eden bir psikolojinin hakim olduğu değerlendirmesini de yabana atmamak lazım.
"27 Nisan'ı ben kaleme aldım" itirafında bulunan Org. Büyükanıt Milliyet'ten Fikret Bila'ya ne diyor bakalım:
"27 Nisan'la ilgili eleştirileri dinliyorum, okuyorum ve üzülüyorum. 27 Nisan sürekli gündeme getiriliyor. Bu bildiri Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahalesi olarak yorumlanıyor. Oysa öyle değil.
"Ben, hizmetteyken Cumhurbaşkanlığı sözünü iki kez kullandım. Birincisi, 12 Nisan 2007'de Genelkurmay Başkanlığı Karargâhı'nda yaptığım konuşmada, bir soru üzerine aynen şöyle demiştim; 'Seçilecek cumhurbaşkanının Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasa'da belirlenmiş ilkelerine sözde değil özde bağlı olacağını umut ediyorum. Tabii ki, yetki yüce Meclis'indir.' Benim söylediğim budur. Bunun aksini söylemek mümkün mü? Mümkün değildir. Çünkü aksini söylerseniz, bundan Anayasa'da belirlenmiş ilkelere bağlı olmadığı sonucu çıkar ki, bu hem cumhurbaşkanına hem de yüce Meclis'e hakaret olur."
"Cumhurbaşkanı sözünü ikinci kez 27 Nisan'da kullandım. Oradaki ifadem de aynen şöyledir: 'Son günlerde Cumhurbaşkanlığı seçim süreci laik-anti laik sürecine dönüşmüştür.' Bunun neresi muhtıra?"
"Şimdi 27 Nisan'a muhtıra dediler, demeye devam ediyorlar. Muhtıra böyle olmaz. Muhtıranın tarihimizde örnekleri vardır. 27 Nisan'a muhtıra diyenler ya muhtıranın anlamını bilmiyorlar veya 27 Nisan bildirisini okumamışlar. 27 Nisan bir muhtıra değildir. Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale değildir. 27 Nisan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin laiklik konusundaki duyarlılığının dile getirilmesidir. Başka bir şey değildir."
"27 Nisan'dan sonraki gelişmelere baktığımızda, 27 Nisan'da dile getirdiğim duyarlılığın en yüksek yargı organı tarafından teyit edildiği görülüyor. (Anayasa Mahkemesi'nin kapatma davasında Adalet ve Kalkınma Partisi'nin laiklik karşıtı odak olduğu ve Hazine yardımının bir kısmının kesilmesi yönündeki kararını kastediyor.)"
Büyükanıt bunları söylüyor ve "bunlar muhtıra değildi" diyor.
Ortada cumhurbaşkanlığı seçimi var, Abdullah Gül ismi tartışılıyor, eşi başörtülü cumhurbaşkanı vs. tartışılıyor, AK Parti'nin cumhurbaşkanı seçip seçemeyeceği tartışılıyor, laiklik tartışılıyor, TSK'nın başkomutanının eşinin başörtülü olması tartışılıyor, Meclis'teki oylama, 367 tartışılıyor, AYM'nin 367 karşısındaki tavrı tartışılıyor ve siz orada Genelkurmay Başkanı olarak askerin tavrını açıklıyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı seçiminin "laik-anti laik tartışmasına dönüştüğü"nü bizzat ifade ediyorsunuz ve siz o ortamda "sözde değil özde laik olsun" gibi bir söz söylüyorsunuz. Bugün bile, sizin yaptığınız konuşmadan sonra AYM'nin AK Parti hakkında laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu kararını verdiğine işaret ediyorsunuz.
Ve şimdi, bu işin muhtıra olarak algılanmaması gerektiğine kamuoyunu inandırmaya çalışıyorsunuz.
Bırakın bu sözlerinize tebessüm edelim.
Darbe girişimleri ve muhtıralar yargıya taşınıyor.
Bir hayli general ve amiral de yargı huzuruna götürülüyor.
27 Nisan da bu arada yargıya taşınır mı?
Bu sorunun Sayın Büyükanıt'ı fevkalade tedirgin etmiş olması yadırganmamalı.
Çetin Doğan geçenlerde, "Balyoz darbesi" gündeme geldiğinde çıktığı TV kanallarında "Ben silahı ne zaman çekerim? Cumhuriyet'in ilkeleri tehlikeye girdiği zaman" demişti.
Bu bir psikoloji demek ki. "Cumhuriyeti tehlikede görecek ve silahı çekecek."
Re'sen...
Nasıl olsa kimseye karşı sorumlu değil!
Cumhuriyet nasıl tehlikeye girdi, hangi şey tehlike oldu, bu tehlike silah çekmeden giderilemez mi, bu tehlikeyi askerden başka kimse görmez mi, Cumhuriyet tehlikeye girdiğinde neden yargı diye bir şey harekete geçmez de asker geçer, asker harekete geçtiğinde Cumhuriyet'i nasıl kurtarır, sonra yine siviller geldiğine göre, neden bu işi baştan da sivillere bırakmaz, Cumhuriyet'in tehlikeye düşmesi hangi tarihte son bulur, Cumhuriyet'in güvenliği neden vatandaşa bırakılmaz?
Böyle yüzlerce soru sorulabilir?
Ama Büyükanıt sözde-özde şablonu getirmekte...
Çetin Doğan "silahı çekerim" için kendine göre bir kıstas oluşturmakta beis görmüyor.
Ve bu kafa yapısı, işte gelip yargının huzuruna çıkıyor.
Bu kaçınılmazdı. Türkiye bu noktaya er geç gelecekti.
Zaman, sivil-asker herkesin kafasını yeniden düzenleme zamanıdır.
AK Partililer'e:
Dilinize sahip olmazsanız, dilinizi provokatif nitelikte kullanırsanız, kendi başınıza da milletin başına da iş açarsınız. Sonunda özür dileyecek sözü kullanmamak da, dil disiplininin, iyi konuşmanın gereğidir.
BUGÜN