Büyük Tuzak: Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Yasası

Av. Gülden Sönmez, “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı” hakkında tüm partilere ve milletvekillerine uyarılarda bulundu.

İHH İnsani Yardım Vakfı İnsan Hakları ve Hukuk Komisyonu Başkanı Av. Gülden Sönmez; BM’nin istediği bu kanun çalışması; ABD ve İsrail’in istemediği ve benimsemediği grupları dünyada tecrit etmek için ve sorunsuzca “terörü finanse ediyor” yaftası yapıştırmak için gerçekleştiriliyor.

Sönmez, Türkiye’nin bu konuyu derinlemesine incelemeden TBMM’ye jet hızıyla getirilmesinin yanlış olduğunu belirtti.

Kanunun Amacı Ne?

11 Eylül 2001’den sonra ağırlık kazanan ve hızlanan “terörizmin finansmanıyla mücadele” düşüncesi, Birleşmiş Milletler (BM) Terörizmin Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme ve konu ile ilgili alınan BM Güvenlik Konseyi kararları ile dünyada kısmen de olsa uygulamaya konuldu. BM Güvenlik Konseyi’nin bu konu ile ilgili kararlarının icrası için kurulan BM Yaptırımlar Komitesi, üye ülkelerin sunduğu istihbarat bilgilerine dayanarak listeler hazırlıyor, adı geçen gerçek ya da tüzel kişileri çeşitli yaptırım ve cezalara maruz bırakıyor, mal varlıklarının dondurulması gibi uygulamaları talep edebiliyor. Neredeyse tamamen istihbarat bilgilerine dayanarak yürütülen bu faaliyetler, yargı denetimine tabi olmaması, muhataplara kendilerini savunacak hiçbir imkân vermemesi ve yol açacağı yanlış uygulamalar nedeniyle kaçınılmaz olarak geri dönüşü olmayan zararlar oluşturacak. Çok sayıda şirket, sivil toplum kuruluşu, finans kurumu ve gerçek kişilerin terörle mücadele gerekçesi ile yapılan bu uygulama nedeniyle çok ciddi ve onarılamaz hukuksuzluğa maruz kaldıkları sınırlı da olsa ulaşılabilen raporlarda yer buldu. Çünkü özellikle 11 Eylül’den sonra terörle mücadele konsepti ile yürütülen bu uygulamaların gizli tutulmasından dolayı gerçek verilere ulaşmak mümkün olamadı.

Türkiye, ABD ve İsrail’in Oyununun Bir Parçası Hâline Getirilmek İsteniyor

Dünya kamuoyunda önemli bir kesim bu uygulamaların esasen Güvenlik Konseyi üye devletleri ile diğer bazı devletlerin kendi dış politikaları için bir araç olarak kullandıklarını ifade etmektedir. Başta ABD ve İsrail olmak üzere dünyada terör estiren, hukuksuz güç kullanan devletler, kendi ekonomik, siyasi çıkarları doğrultusunda hedeflerindeki coğrafyalarda kendileri için tehdit olarak algıladıkları kişi ve kurumları “terörü finanse ediyor” suçlamasıyla bertaraf edip istedikleri siyasi oyunları kurmayı maalesef başarmıştır. Bu kanun tasarısı da yukarıda zikredilen politikaların ayrıştırılamaz bir parçasıdır. Türkiye de aynı oyunun bir parçası hâline getirilmek istenmekte ve doğal olarak da aynı tehditle karşı karşıya bırakılmaktadır. Bu gerçeği anlamak için sadece bu konuda çalışan ve tasarının hayata geçirilmesinde iş birliği yapan ülkelerin listesine bakmak bile buradaki ard niyeti görmek için yeterlidir. Ülkemizde ve bütün dünyada BM Güvenlik Konseyi’nin yapısı ile ilgili duyulan rahatsızlık ve hukuku Konsey ülkeleri çıkarlarına kurban eden politikalarına yönelik ciddi bir tepki söz konusuyken Türkiye’yi bu hukuksuz uygulamaların bir parçası hâline getirecek bir karardan kaçınılmalıdır.

11 Eylül Anlayışı Yasal Düzenlemeye Büründürülüyor

Bu kanun tasarısı; özgürlüğü, insan haklarını ve insanların güvenliğini birkaç devletin politikalarının güvencesine ve siyasi menfaatlerine kurban eden 11 Eylül anlayışının Türkiye’de yasal düzenlemeye büründürülmesinden başka bir şey olmadığı aşikârdır.

Dünyada Çok Uluslu Yardım ya da Eğitim Çalışmaları Yapan Bütün Gruplar Risk Altında

Özellikle son yıllarda iletişim artması, halklar arasındaki yakınlaşma, sivil toplum kuruluşlarının arasında iş birliğinin çok etkili aşamaya ulaşması, akademik çevreler ve üniversiteler arasındaki ilişkilerin gelişmesi, kontrol ve manipüle edilemeyen sosyal medya ile ana kaynaktan direkt haber ve veriye ulaşma vb sebeplerle sömürgeci devletlerin farklı coğrafyalarda kurduğu birçok oyun bozulmaktadır. Uluslararası ölçekte çalışan sivil toplum kuruluşlarının yapmış olduğu çalışmalar, hazırlanan raporlar ile dünya gündemi, ülke gündemleri etkilenebilmektedir. Bu en çok ABD ve İsrail’i rahatsız etmekte ve buna karşı kendi menfaatleri ile çakışan sivil kuruluşlar, siyasi gruplar, liderleri terörist ilan etmekten de çekinmemektedirler. Türkiyeli kuruluşların da özellikle insani krizlerin yaşandığı bölgelerde oyunbozan olması çıkar gruplarını zarara uğratmıştır ve uğratmaktadır. Bunu küresel ölçekte önlemenin yolları ise örgütlenme özgürlüğünün önünü tıkayacak bir uygulamaya yol açacak olan bu yasa ile pekala kolaylıkla mümkün olacaktır.

Yargılama Olmadan Herkes Suçlanabilecek

Kanun tasarısındaki düzenlemeye ve BM Terörizmin Önlenmesi İle İlgili Uluslararası Sözleşme’nin pratiğine baktığınızda bundan sonra başta ABD olmak üzere Güvenlik Konseyi ülkelerinin hem kendi menfaatlerine hem de istihbarat örgütlerinin paylaşacağı gizli belgelere (çoğunlukla bir senaryo çerçevesinde kurgulanan belgelere) dayanarak terörist olarak ilan ettiği örgüt, grup, siyasi oluşum ve camialar Türkiye tarafından da terörist olarak kabul edilecektir. Bu şekilde terörist ilan edilen kuruluşlarla bir şekilde ekonomik boyutu olan bir ilişki kuran bütün kişi, STK ve şirketler kara listeye alınacaktır. Ayrıca talep edilmesi hâlinde yargısal bir tasarruf olmadan tamamen idari bir tasarruf ile bu kuruluşların mal varlıkları dondurulabilecektir.

Kanun Tasarısı Anayasa’ya Aykırı

Terörün Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanun Tasarısı bu şekilde onaylanırsa Anayasa’nın hukuk devleti ilkesini düzenleyen 2, mülkiyet hakkını düzenleyen 35, suç ve ceza ilkelerini düzenleyen 38 ve yargı bağımsızlığını düzenleyen 138. maddelerine aykırı olacaktır. Hukukilik denetimi ve başvurulacak etkili yargı yolunun Kanun’da açık olarak tanımlanması gerekir. Bu yargı yolunun etkin bir şekilde kullanılabilmesi gerektiği, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi madde 13, Anayasa madde 36 ve idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğunu ifade eden Anayasa madde 125/1 uyarınca tartışmasızdır. Kişi hak ve hürriyetlerini kısıtlayan koruma tedbirlerine yargı makamları karar vermelidir. Yargı kararına bağlı olmak kaydıyla masumiyet/suçsuzluk karinesine aykırı olarak uygulanan ve henüz kesinleşmiş hüküm olmadan kişi hak ve hürriyetlerini araç niteliğinde kısıtlayan koruma tedbirleri ancak yargı makamları tarafından uygulanmalıdır.


İHH İnsan Hakları ve Hukuk Komisyonu Başkanı Av. Gülden Sönmez tarafından hazırlanan rapor:

Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısının Değerlendirilmesi

11 Eylül 2001’den sonra ağırlık kazanan ve hızlanan “terörizmin finansmanıyla mücadele” düşüncesi, Birleşmiş Milletler (BM) Terörizmin Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme ve konu ile ilgili alınan BM Güvenlik Konseyi kararları ile dünyada kısmen de olsa uygulamaya konulmuştur. BM Güvenlik Konseyi’nin bu konu ile ilgili kararlarının icrası için kurulan BM Yaptırımlar Komitesi, üye ülkelerin sunduğu istihbarat bilgilerine dayanarak listeler hazırlamakta, adı geçen gerçek ya da tüzel kişileri çeşitli yaptırım ve cezalara maruz bırakmakta, mal varlıklarının dondurulması gibi uygulamaları talep etmektedir.

Mali Eylem Görev Gücü (FATF) ile de aynı amaçla çalışmalar yapılmış ve talepte bulunulan ülkeler, yaptırım korkusu, siyasi ve ekonomik baskı ve kaygılarla bu talepleri hızlıca yerine getirme konusunda zorunluluk hissetmiştir. Neredeyse tamamen istihbarat bilgilerine dayanarak yürütülen bu faaliyetler, yargı denetimine tabi olmaması, muhataplara kendilerini savunacak hiçbir imkân vermemesi ve yol açacağı yanlış uygulamalar nedeniyle kaçınılmaz olarak geri dönüşü olmayan zararlar oluşturacaktır. Çok sayıda şirket, sivil toplum kuruluşu, finans kurumu ve gerçek kişilerin terörle mücadele gerekçesi ile yapılan bu uygulama nedeniyle çok ciddi ve onarılamaz hukuksuzluğa maruz kaldıkları sınırlı da olsa ulaşılabilen raporlarda yer bulmuştur. Çünkü özellikle 11 Eylül’den sonra terörle mücadele konsepti ile yürütülen bu uygulamaların gizli tutulmasından dolayı gerçek verilere ulaşmak mümkün değildir. Dünya kamuoyunda önemli bir kesim bu uygulamaların esasen Güvenlik Konseyi üye devletleri ile diğer bazı devletlerin kendi dış politikaları için bir araç olarak kullandıklarını ifade etmektedir. Başta ABD ve İsrail olmak üzere dünyada terör estiren (hukuksuz güç kullanan) devletler, kendi ekonomik, siyasi çıkarları doğrultusunda hedeflerindeki coğrafyalarda kendileri için tehdit olarak algıladıkları kişi ve kurumları “terörü finanse ediyor” suçlamasıyla bertaraf edip istedikleri siyasi oyunları kurmayı maalesef başarmıştır. Bu kanun tasarısı da yukarıda zikredilen politikaların ayrıştırılamaz bir parçasıdır. Türkiye de aynı oyunun bir parçası hâline getirilmek istenmekte ve doğal olarak da aynı tehditle karşı karşıya bırakılmaktadır. Bu gerçeği anlamak için sadece bu konuda çalışan ve tasarının hayata geçirilmesinde iş birliği yapan ülkelerin listesine bakmak bile buradaki ard niyeti görmek için yeterlidir. Ülkemizde ve bütün dünyada BM Güvenlik Konseyi’nin yapısı ile ilgili duyulan rahatsızlık ve hukuku Konsey ülkeleri çıkarlarına kurban eden politikalarına yönelik ciddi bir tepki söz konusuyken Türkiye’yi bu hukuksuz uygulamaların bir parçası hâline getirecek bir karardan kaçınılmalıdır. Bu kanun tasarısı; özgürlüğü, insan haklarını ve insanların güvenliğini birkaç devletin politikalarının güvencesine ve siyasi menfaatlerine kurban eden 11 Eylül anlayışının Türkiye’de yasal düzenlemeye büründürülmesinden başka bir şey olmadığı aşikârdır.

Özellikle son yıllarda iletişim artması, halklar arasındaki yakınlaşma, sivil toplum kuruluşlarının arasında iş birliğinin çok etkili aşamaya ulaşması, akademik çevreler ve üniversiteler arasındaki ilişkilerin gelişmesi, kontrol ve manupile edilemeyen sosyal medya ile ana kaynaktan direkt haber ve veriye ulaşma vb sebeplerle sömürgeci devletlerin farklı coğrafyalarda kurduğu birçok oyun bozulmaktadır. Uluslararası ölçekte çalışan sivil toplum kuruluşlarının yapmış olduğu çalışmalar, hazırlanan raporlar ile dünya gündemi, ülke gündemleri etkilenebilmektedir. Bu en çok ABD ve İsrail’i rahatsız etmekte ve buna karşı kendi menfaatleri ile çakışan sivil kuruluşlar, siyasi gruplar, liderleri terörist ilan etmekten de çekinmemektedirler. Türkiyeli kuruluşların da özellikle insani krizlerin yaşandığı bölgelerde oyunbozan olması çıkar gruplarını zarara uğratmıştır ve uğratmaktadır. Bunu küresel ölçekte önlemenin yolları ise örgütlenme özgürlüğünün önünü tıkayacak bir uygulamaya yol açacak olan bu yasa ile pekala kolaylıkla mümkün olacaktır.

Kanun tasarısındaki düzenlemeye ve BM Terörizmin Önlenmesi İle İlgili Uluslararası Sözleşme’nin pratiğine baktığınızda bundan sonra başta ABD olmak üzere Güvenlik Konseyi ülkelerinin hem kendi menfaatlerine hem de istihbarat örgütlerinin paylaşacağı gizli belgelere (çoğunlukla bir senaryo çerçevesinde kurgulanan belgelere) dayanarak terörist olarak ilan ettiği örgüt, grup, siyasi oluşum ve camialar Türkiye tarafından da terörist olarak kabul edilecektir. Bu şekilde terörist ilan edilen kuruluşlarla bir şekilde ekonomik boyutu olan bir ilişki kuran bütün kişi, STK ve şirketler kara listeye alınacaktır. Ayrıca talep edilmesi hâlinde yargısal bir tasarruf olmadan tamamen idari bir tasarruf ile bu kuruluşların mal varlıkları dondurulabilecektir.

Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ile Türkiye’nin de taraf olduğu, yürürlüğe girmesiyle birlikte iç hukukumuzun bir parçası hâline gelmiş olan BM Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşmenin uygulanması ve Sözleşme hükümlerine uyumun sağlanması amacıyla, “terörizmin finansmanı” suçunun düzenlenmesi ve BM Güvenlik Konseyi ile yabancı devletler ve Türkiye tarafından “terörizmin finansmanının önlenmesi gerekçesiyle mal varlıklarının dondurulması” yönünde alınan kararların ve bu yöndeki taleplerin yerine getirilmesine ilişkin esasların belirlenmesi mümkün olacaktır.

MEVCUT DURUM

29 Haziran 2006 tarihinde 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılan değişiklikten önce, terörizmin finansmanına yönelik eylemler karşısında Terörle Mücadele Kanunu ile Türk Ceza Kanunu’nun örgüt kurma suçuna, örgüt üyelerine yardıma ve suça iştirake ilişkin hükümleri uygulanmakta ve bu içerikte faaliyetler suç kapsamında değerlendirilmekteydi.

18.07.2006 tarihli değişiklikle “Terörün Finansmanı” başlığı altında düzenlenen 8. madde “Her kim tümüyle veya kısmen terör suçlarının işlenmesinde kullanılacağını bilerek ve isteyerek fon sağlar veya toplarsa, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Fon, kullanılmamış olsa dahi, fail aynı şekilde cezalandırılır. Bu maddenin birinci fıkrasında geçen fon; para veya değeri para ile temsil edilebilen her türlü mal, hak, alacak, gelir ve menfaat ile bunların birbirine dönüştürülmesinden hasıl olan menfaat ve değeri ifade eder.” şeklinde bir düzenleme getirmiştir.

Uluslararası boyutta ise BM Mali Eylem Görev Gücü, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi kuruluşların terörün finansmanına ilişkin birtakım önlemler geliştirdiği ve 11 Eylül’den sonra çok özel ve hızlı bir şekilde bu alanda düzenlemelere gidildiği malumdur. BM Genel Kurulu tarafından 9 Aralık 1999 tarihinde “Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme” kabul edilerek imzaya açılmıştır. Türkiye 11 Eylül’den 16 gün sonra, 27 Eylül 2001 tarihinde söz konusu Sözleşmeyi imzalamıştır. Sözleşme, 10 Ocak 2002 tarihli ve 4738 sayılı Kanunla uygun bulunarak Bakanlar Kurulu kararıyla onaylandıktan sonra 1 Nisan 2002 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanmak suretiyle iç hukukun bir parçası hâline gelmiştir.

Türkiye, Terörizmin Önlenmesine Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi olmak üzere konuya ilişkin birçok uluslararası sözleşmeye taraftır. Uluslararası mevzuat ve mekanizmaların bu alanda Türkiye içi uygulamalara etkisine bakıldığında BM Güvenlik Konseyi'nin terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik bağlayıcı nitelikteki 1267 ve 1373 sayılı kararları doğrultusunda Türkiye'nin, terörizmin finansmanına destek sağlayan kişi ve kuruluşların faaliyetlerine engel olunması amacıyla Bakanlar Kurulu kararıyla listeler yayımladığı ve listelerde adı geçen kişilerin Türkiye'deki mal varlıklarının idari bir kararla dondurulduğu, bu kapsamda 13 adet Bakanlar Kurulu kararı çıkarıldığı bilinmektedir.

OECD çerçevesinde kurulmuş olan Mali Eylem Görev Gücü'ne (FATF-Financal Action Task Force) Türkiye de üyedir. FATF’ın hazırladığı raporlarda Türkiye mevzuatındaki terörün finansmanı suçunun kapsamı ve unsurlarına ilişkin düzenlemelerle mevzuattaki 1267 ve 1373 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararları kapsamında terörist mal varlıklarının dondurulmasına ilişkin düzenlemelerin, FATF tavsiyeleri ve BM Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme hükümlerini karşılamadığı, 1373 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı'nın uygulanması için yargısal mekanizmadan başka özel bir düzenleme bulunmadığı, yargısal yollar ve karşılıklı adli yardımlaşma mekanizmaları dışında, diğer ülkelerin dondurma mekanizmalarına tabi olarak başlatılan işlemlerin yürürlüğe girmesiyle ilgili bir düzenlemenin bulunmadığı hususları yer almıştır.

2009 Eylül ayında gerçekleştirilen G-20 Zirvesi'nde alınan ve FATF'ın kara para aklama ve terörün finansmanı bakımından yüksek riskli ülkeleri G-20'ye raporlaması kararı üzerine Türkiye'nin detaylı inceleme kapsamına dâhil edildiği, Türkiye'nin FATF'a sunduğu eylem planı çerçevesinde ilgili kurumların temsilcileri ile yapılan çalışmalar doğrultusunda Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı hazırlanmıştır. Bu konuda FATF vasıtasıyla Türkiye’ye bu hususta adım atması noktasında oluşturulan baskı ile daha önce gündemden düşürülmüş olan tasarı şimdi yine gündeme alınmıştır. Bu sözleşmeyi takip ve yürütmekle görevli olan FAFT’ın Türkiye’ye "22 Şubat 2013 tarihine kadar mevzuat değişikliğine gitmezseniz sizi kara listeye alacağız" şeklinde bir tehditte bulunması üzerine tasarı tekrar gündeme getirilmiştir.

GENEL GEREKÇE

Artan terör eylemleriyle birlikte terörizmin kaydettiği gelişme ve almış olduğu küresel görünüm, ülkemiz ve dünyada uluslararası barış ve güvenliğe yönelik çok ciddi bir tehdit ve güvenlik sorunu hâline gelmiştir. BM Genel Kurulu tarafından 9/12/1999 tarihinde "Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme" terörizmin finansmanıyla mücadele konusundaki ayrıntılı düzenlemeleri içeren ilk ve en önemli uluslararası Sözleşme olarak kabul edilmiş ve ülkelerin imzasına açılmıştır. Sözleşme, ülkelerin terörizmin tüm yönlerini kapsayacak genel bir yasal çerçevenin mevcudiyetini temin etmek amacıyla terörizmin tüm şekil ve tezahürleriyle önlenmesi, cezalandırılması ve ortadan kaldırılmasına ilişkin olarak yürürlükte bulunan uluslararası hukukî düzenlemelerin kapsamının acilen gözden geçirilmesi ve uygun iç düzenlemelerle teröristlerin ve terör örgütlerinin yasal ve yasal olmayan kaynaklardan elde ettikleri gelirlerle terörizmin finansmanını önlemek ve engellemek için tedbir almasını istemiştir. Sözleşme, özellikle terörist amaçlara hizmet edeceğinden şüphelenilen veya terör suçlarının işlenmesi için kullanılan veya kullanılması için oluşturulan fonların veya bu suçlardan temin edilen kazançların tespitine, bulunmasına, dondurulmasına, bunlara el konulmasına, müsaderesine, faillerinin kovuşturulmasına ve cezalandırılmasına yönelik gerekli ve etkili önlemlerin oluşturulması ve devletler arasında iş birliğinin geliştirilmesi amacıyla cezaî, hukukî ve idarî tedbirler alınması ve karşılıklı yardımlaşmanın arttırılması yükümlülüğü getirmektedir. Uluslararası alanda barış ve güvenliği korumakla görevli BM, terörle ve terörizmin finansmanıyla ilgili çalışma ve sözleşmelerin yanı sıra BM Şartı uyarınca ortak tedbir ve yaptırımları belirleme yetkisi çerçevesinde, terörün ve terörizmin finansmanının engellenmesi hakkında bir kısım Güvenlik Konseyi kararları almıştır. Terör ve terörizmin finansmanıyla ilgili bu kararlar genellikle bazı terör örgütlerini veya teröristlere yönelik olmak üzere bu örgütlerle bağlantılı olan kişi ve kuruluşların mal varlıklarının dondurulmasına ilişkin düzenlemeleri içermekte ve bu konuda devletleri iş birliğine çağırmaktadır. Bu kararların en önemlileri 1267 ve 1373 sayılı kararlardır. 1267 sayılı Kararla terörizme finansal destek sağlayan kişi ve örgütlerin listesi belirlenerek, BM üyesi devletlere bu listede yer alan kişi ya da terör örgütlerinin mal varlıklarının dondurulması yükümlülüğü getirilmektedir. 1373 sayılı Kararla terörizmin finansmanının, Sözleşmede yapılan tanım çerçevesinde taraf ülkelerce suç hâline getirilmesi, terörizmi finanse eden gerçek ve tüzel kişilere ait mal varlıkları ile terörizmin finansal kaynaklarının dondurulması ve terör örgütlerine her türlü desteğin kesilmesi ve uluslararası iş birliğinin sağlanması istenmektedir.

Kanunla, terörizmin finansmanı suçunun Türkiye tarafından onaylanan 1999 tarihli BM Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşmeyle uyumlu hâle getirilmesi ile terör ve terörizmin finansmanıyla etkin mücadele edilmesi bakımından BM Güvenlik Konseyinin 1267 sayılı Kararıyla oluşturulan Yaptırımlar Komitesi ile yabancı devletler tarafından mal varlığının dondurulması yönünde alınan kararlar ve yapılan taleplerin yerine getirilmesi, ülkemiz tarafından yurt dışında bulunan mal varlıklarının dondurulmasına ilişkin talepler hakkındaki usul ve esasların belirlenmesi ve böylece taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerin karşılanması amaçlanmıştır.

SÖZLEŞMENİN PRATİĞİNE BAKILDIĞINDA GÖRÜNEN GEREKÇE

Tasarı, ABD’nin 11 Eylül sonrası kurduğu konsepti BM eliyle uygulamanın Türkiye ayağı gibi görünmektedir. Bu durumu hukuku, insan haklarını, özgürlüğü terör estiren devletlerin güvenliğine kurban etmenin legalleştirilmesi olarak yorumlamaksa abartı olmayacaktır. Tabii ki bu konseptin siyasi, ekonomik, askeri vb. uygulamaları söz konusudur. Siyasi kavganın ekonomik ayağını bu Sözleşme ve yasalara dayanarak ekonomik tedbirlerle yönlendirmek çok kolaydır. Sermayenin varlığı, gücü, yönü, rekabetini etkilemek için argüman olarak kullanılabilmeye çok müsaittir. Türkiye dışında, tasarıya kaynaklık eden Sözleşme ve kararlara dayanan uygulamaların bu amaçla kullanıldığı bilinmektedir. “Terörün finansmanın önlenmesi” gerekçesi ile yürütülen mücadelede mal varlığı dondurulan kişilerin nerdeyse tamamının Müslüman olduğu gerçeği ise dikkatle değerlendirilmesi gereken bir konudur. Terörü ve finansmanını bahane ederek Türkiye’de sermayenin etkilenmesi, doğal olarak da Türkiye politikalarının etkilenmesi şaşırtıcı olamayacaktır. Başta Körfez olmak üzere Arap ülkelerinden gelen sermayenin ABD’nin “terörü finanse ediyor” gerekçesine dayanan kararları ile dondurulması veya yönlendirilmesi 11 Eylül sonrası Arap dünyasındaki finans hareketlerini açıkça etkilemiştir. Buradan anlaşıldığı üzere amaç, insanlığa zarar verecek suçların önüne geçmek değil, sömürgeci devletlerin diğer devletler üzerinde ekonomik hegemonyasını sağlamaktır.

Tasarının temelde iki alanda düzenleme yaptığı görülmektedir. Bu düzenlemelerin ilkinin Terörle Mücadele Kanunu'nun 8'inci maddesinde yer alan terörizmin finansmanı suçunun yeniden tanımlanması olduğu; ikincisinin ise, idari nitelikte bir tedbir olarak mal varlığının dondurulması tedbiriyle bu tedbirin uygulanmasının usul ve esaslarının düzenlenmesi olduğudur. Buna göre terörizmin finansmanı suçu yeniden tanımlanırken, Terörle Mücadele Kanunu'nda tanımlanan terörün finansmanı suçunun konusu olabilecek eylemlerin yanında BM Terörün Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme'de yer verilen eylemlerle aynı sözleşmenin ekinde yer alan dokuz adet uluslararası sözleşme ve protokolde sayılan eylemlerin finansmanının da bu kapsama dâhil edildiği, böylece, “terörizmin finansmanı” suçunu oluşturan eylemlerin kapsamının genişletilmekte olduğu ve “terörizmin finansmanı” suçunun uluslararası sözleşmelere uyumlu hâle getirildiği; tasarının idari nitelikte olan mal varlığının dondurulması kurumunu düzenlemekte olduğu ifade edilmektedir.

KANUN TASARISINDA YER ALAN VE ÖNEMLİ SORUN ALANI OLARAK GÖRÜLEN HUSUSLAR

-“Terör”, “terörist”, “terörizm” kavramlarına yüklenen anlam, tanımlayana göre değişkenlik göstermektedir. Böyle olunca da terörizmle mücadele adı altında yürütülen faaliyetler yasalara dayandırılsalar da meşruiyet sorunu yaşamaktadır. Hâl böyleyken “terörün finansmanı”, “teröristin finansmanı”, “terörizmin finansmanı” da ayrı ayrı tartışma konusudur. Terör kelime anlamı itibariyle korku salmak, dehşete düşürmek, yıldırmak anlamında kullanılır. Bu anlam göz önünde bulundurulduğunda organizeli ve sistematik olmayan bir hareket de terör olarak adlandırılabilecek, herhangi bir şiddet eylemi de bu şekilde anlamlandırılabilecektir. Terörizm ise üzerinde uzlaşılmış bir tanıma sahip değildir. Üzerinde uzlaşma olmayan bir terörizm tanımının olmaması bir devletin “terörist” kabul ettiğini diğer bir devletin “özgürlük savaşçısı” olarak ilan etmesi kadar geniş bir fark bile ortaya koymaktadır. Hal böyleyken önemli bir oranda mutabık kalınan kısım terörizmin siyasi bir hedefle birbiriyle bağlantılı sistematik örgütlü faaliyetler olarak görülmesidir.   Birleşmiş Milletler Terörizmin Önlenmesine Dair Sözleşmesinde terörizmi dolaylı ifadesinde  1. Politik bir amacın varlığı 2. Eylemlerin korkutma, tehdit ve şiddet içermesi 3. Şiddet eylemlerinin sivillere yönelik olması üç ana unsuru içermektedir. Türkiye’de yasal mevzuata bakıldığında Terörle Mücadele Kanununda özellikle çok daha farklı tanımların olduğu görülecektir. Başka ülkeler tarafından yapılan tanımlar ve mevzuatta yeni yasa ile Türkiye’yi bağlayacağına göre bu durumda terörist olmayan çok küçük bir toplulukla dünya karşı karşıyadır.   Bu durumda, bu yasa tasarısının yeterince açıklayıcı bir tasarı ve gerekçelendirmeye sahip olmayışı en önemli problemlerinden biri olmaktadır.

-Bu kanun tasarısında Kanun Koyucu İrade BM Güvenlik Konseyi’dir. BM Güvenlik Konseyi ise veto hakkı bulunan beş üye devlet ve bu devletlerin veto haklarını kendi menfaatleri ekseninde kullanmaları sonucu dünya üzerinde yaşanan zulüm ve insan hakkı ihlallerinin, dolayısıyla terörizmin, asıl sorumlusudur.

-Tasarıyla “terörizmin finansmanı” suçunun kapsamı genişletilmektedir.

-Kanun tasarısındaki 4’üncü maddenin ikinci fıkrasındaki "(...) ceza verilebilmesi için fonun bir suçun işlenmesinde kullanılmış olması şartı aranmaz." ifadesi hukuktaki illiyet bağı yokluğu nedeniyle aykırılık oluşturmaktadır. Bu nedenle yaptıkları yardımlar dolayısıyla birçok kişi ve kuruluş kamuoyu nezdinde şaibeli olarak görülecek ve itibarsızlaştırılacaktır.

-Tasarının var olan biçimiyle kanunlaşması hâlinde kamu nüfuzunun kötüye kullanılması tehlikesi doğabilecek; mal varlığını dondurma yönündeki hükümlerin muhalefet partilerine üye yapılara yönelik bir baskı aracı olarak işletilebilecektir.

-Mal varlığı dondurma kararları, "tedbir"den çok "ceza" niteliği taşımaktadır. Bu kararı verecek olan kurul üyeleri yargı makamı gibi karar verecek ancak hukukçulardan oluşmayan ve tamamen idari bir makam olacaktır. Kanun tasarısı ile ilgili komisyon raporlarında da yer aldığı üzere “Mal varlığını dondurma” kararının bir cezaya dönüşebilecek idari bir tedbir değil, yargısal bir karar olarak düzenlenmesi gerekmektedir.

-"Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun Tasarısı" ile mahkeme süreci başlatmadan bu "suçu" işlediğini düşündüğü vatandaşların mal varlığına el koymayı yasal hâle getirmek istemektedir. Günümüzde iktidarların kendilerine muhalif kesimler için kolayca öne sürebildikleri "terör" suçlaması sayesinde pek çok ülkede yüzlerce kişi çoğu zaman dayanaksız bir şekilde hapislerde tutulabilmektedir. Bu gerçekler göz önüne alındığında, bu kanunun kötüye kullanılabileceğini tahmin etmek hiç de zor değildir.

Bu tasarıyla haklarında herhangi bir soruşturma başlamadan sadece polis ve istihbarat verilerine dayanılarak "teröre finansman" sağladığı iddia edilen kişi veya kişilere 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapis verilebilmesinin önü açılacaktır. Değerlendirme Komisyonu 1 yıl içinde soruşturma başlatılmasa bile dondurma kararının devamına hükmedebilecektir. Bu tasarıda, listeler belirlenirken hangi "şüpheli" isimlerin bu listelere konacağı ve suçsuz bulunanların listelerden nasıl çıkarılacağı da dâhil olmak üzere, birçok konuda ciddi sorun bulunmaktadır. Listeden çıkarılma süreci belirsizdir, zira bu listelerdeki bir şüphelinin durumuna uygulanacak yargısal veya idari süreçler yapılandırılmamıştır. Zaten çoğunlukla cezai veya başka türlü bir isnat, kovuşturma veya aslında şüphelinin suçluluğu veya suçsuzluğunu adli anlamda ortaya koyan bir şey yoktur. Tasarıya göre, komisyon üyelerinin en az altı kişinin oyu ile mal varlığının dondurulmasına, mal varlığının dondurulması kararının kaldırılmasına ya da yabancı ülkelerdeki mal varlığının dondurulması hususunda talepte bulunulmasına karar verebilecek, bunu yaparken de hukuki gerekçeye ihtiyaç duymayacaktır. Böylece bu tasarı ile idareye tanınan geniş yetkiler "şantaj ve tehdit" aracı olarak kullanılabilecektir. Burada çok açık bir şekilde yargının görev ve yetki alanına müdahale söz konusudur. Hukuk devletlerinde yapılması gerekenin sözü edilen finansmanın kaynakları konusunda suç unsuru olanların idare tarafından raporlaştırılarak yargıya başvurulmasıdır. Yargının vereceği kararın sonucuna göre uygulama yapılmasıdır. Burada evrensel hukuk kuralı ters yüz edilmek suretiyle idare yargının yerine geçmiş olmaktadır.

-BM veya yabancı bir ülkenin talebi ile Türkiye'deki bir kişinin ya da kurumun hükümete bağlı bürokratlardan oluşan bir komisyon tarafından mal varlığı dondurulacaktır. Yabancı ülkeden talep olmadan da kişi ve kurumlar hakkında bir terör örgütüne fon sağladığı gerekçesiyle mal varlığını dondurma kararı verilebilecektir. Hâlen süren ve karar verilmemiş davalarda komisyon bu yaptırımı uygulayabilecektir.

-İnsan Hak ve Özgürlükleri Açısından bakıldığında tasarı ile hukuk sistemimize dâhil edilmeye çalışılan mal varlığının dondurulması tedbiri (ki bu müessese tedbirden öte bir anlamda cezai müeyyide niteliğindedir), mülkiyet hakkına açık ve orantısız bir müdahale oluşturmaktadır. Mülkiyet hakkına yönelik bu müdahalenin, hâkim kararı aranmaksızın salt bir idari komisyonun değerlendirmesine ve bu değerlendirmeler neticesinde de Bakanlar Kurulu’nun takdirine bırakılması Anayasanın 35’inci maddesine ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1’inci Protokolün 1’inci maddesine aykırılık teşkil etmektedir. Bu nedenle bahse konu tedbire karar verme yetkisinin doğrudan doğruya yargılama mercilerine bırakılması gerekmektedir. Aksi takdirde temel hak ve özgürlüklerin bu yolla sınırlandırılmasında telafisi güç ve imkânsız zararların doğmasına neden olunabilir. Mal varlığının dondurulması tedbirinin doğrudan temel hak ve özgürlüklerle ilgili olması karşısında, tedbirin tamamen idari kararla alınmasına yönelik düzenlemeler temel hak ve özgürlüklerin korunması ve sınırlandırılmasına ilişkin prensiplere aykırılık teşkil etmektedir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile hüküm ve teminat altına alınmış olan mülkiyet hakkının Tasarı ile öngörülen idari merci ve usullerle kısıtlanması kabul edilemez bir yaklaşımdır.

-Mal Varlığının Dondurulması Kararlarının Hukuki Denetimi açısından baktığımızda yargının görev alanına giren konuların Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenmesi, her ne kadar idarenin eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açık olsa da, doğacak sakıncaların giderilmesi için yetkinin yargıya ait olması gerekmektedir. Mal varlığını dondurma talebinin yabancı bir devletten gelmesi durumunda, talep hakkında karar verme yetkisinin ve suçun işlendiğine dair makul sebeplere dayanarak yabancı ülkelerde bulunan mal varlığının dondurulması hakkında talepte bulunma yetkisinin Değerlendirme Komisyonuna tanınması, idari bir kurula yargısal nitelikte karar verme yetkisi tanıma anlamına geldiğinden öngörülebilirlik ve güvenlik ortadan kalkmaktadır. Bu nedenle hukuk devletinin en önemli unsurlarından olan “öngörülebilirlik ilkesi” ve “hukuki güvenlik ilkesi” ihlal edilmektedir. Dolayısıyla idareye yargısal yetkiler tanıyan bu düzenleme Anayasanın 6’ncı, 8’inci ve 9’uncu maddelerine aykırıdır.

-Hukuka aykırı olarak mal varlığının dondurulması kararı verildiği takdirde ortaya çıkacak zararların ilgili devletlerden talep edilip edilemeyeceği ve bunların ne şekilde tazmin edileceği hususunda Tasarıda herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu husus Tasarının barındırdığı büyük eksikliklerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

-Sözleşme ve protokollerin yanı sıra terörizmle mücadelede bir diğer önemli enstrüman BM Güvenlik Konseyi kararlarıdır. Bu kararların en önemli özelliği, BMe üye devletlerin imza ve onayına gerek duyulmaksızın uygulamaya konulabilmeleri ve üye devletler açısından bağlayıcı olmalarıdır (BM Anlaşması madde 25). Öncelikle bu kararların uluslararası alanda hukuka uygun hâle getirilmesi gerekir ki adaletin ve insan haklarının korunduğu hukuka uygun düzenlemeler gerçekleşebilsin.

-Mütekabiliyet ilkesi açısından bakıldığında Tasarıda, devletlerarası "karşılıklılık" ilkesine yer verilmesine karşın, uygulamada Türkiye Cumhuriyeti'nin terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik istemlerinin yabancı devletlerce karşılanacağı hususunda tereddütlerin bulunduğu bir gerçektir.

Sonuç olarak;

Terörün Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanun Tasarısı bu şekilde onaylanırsa Anayasa’nın hukuk devleti ilkesini düzenleyen 2, mülkiyet hakkını düzenleyen 35, suç ve ceza ilkelerini düzenleyen 38 ve yargı bağımsızlığını düzenleyen 138. maddelerine aykırı olacaktır. Hukukilik denetimi ve başvurulacak etkili yargı yolunun Kanun’da açık olarak tanımlanması gerekir. Bu yargı yolunun etkin bir şekilde kullanılabilmesi gerektiği, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi madde 13, Anayasa madde 36 ve idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğunu ifade eden Anayasa madde 125/1 uyarınca tartışmasızdır. Kişi hak ve hürriyetlerini kısıtlayan koruma tedbirlerine yargı makamları karar vermelidir.

Yargı kararına bağlı olmak kaydıyla masumiyet/suçsuzluk karinesine aykırı olarak uygulanan ve henüz kesinleşmiş hüküm olmadan kişi hak ve hürriyetlerini araç niteliğinde kısıtlayan koruma tedbirleri ancak yargı makamları tarafından uygulanmalıdır.

Raporlar Haberleri

Siyonist rejimde askeri sansürün etkileri neler?
"Sürdürebilir ve iyi şartlarda göçmen istihdamı sağlanmalı"
Kays Said diktası tahakkümündeki Tunus'ta neler yaşanıyor?
İslam düşmanlığında buluştular!
Mazlumder "Sahipsiz başıboş köpekler raporu"nu yayınladı