Ne yaman bir öğretmendir şu hayat. En derin teorileri, en sağlam tezleri, en cüretkâr söylem sahiplerini nasıl da yerle bir eder. İnsan ve toplum için olduğu gibi devletler için de hayatın her daim sıkı bir imtihan olduğunu okunur durur ama tarihi tekerrür ettirmek için de adeta bütün şartlar zorlanır.
Şahlık rejimine karşı İran’da “Büyük Şeytan’a Ölüm” sloganlarıyla ‘inkılap’ gerçekleştirip sistem dışı bir devlet kuran tecrübeli kadrolar baksanıza şimdilerde merkeze yerleşmek adına hangi kritik rollere soyundular? El Kaide ve IŞİD’le veya tanımın en son haliyle ‘Sünni aşırılıkla’ mücadelede sergilediği olağanüstü performans İran’ı hem ABD hem de AB nezdinde sadece sempatik kılmadı. İran aynı zamanda, İslam coğrafyasındaki tehditlere karşı Rusya’dan sonra ABD ve AB’nin de güçlü bir ortağı, güvenilir dost kuvvetlerden biri oluverdi. Öyle ki “büyük şeytan ABD” ile “küçük şeytan İsrail”in arasına kara kediler sokacak kadar.
Suud Geriye, İran İleriye
Aklı başında hiç kimse ABD ve AB’nin ne küresel ne de bölgesel politikalarda İran’ı İsrail’e tercih edeceğini iddia etmiyor zaten. Özellikle İran’la yürütülen nükleer müzakereler neticesinde bölgedeki dengelerin aleyhine döneceğine ilişkin İsrail’in paranoyakça kaygılarını P5+1 ülkeleri frenlemekle meşguller.
İsrail bölgede giderek etkinliğini arttıran İran’a ilişkin kendi başına hareket edemez elbette. Fakat Lübnan’dan sonra Suriye ve Irak’ta da askeri-stratejik nüfuzunu derinleştirip pekiştiren İran nasıl oldu da NATO bloğu için ciddi bir kaygı kaynağı olmaktan çıktı? Bu gibi durumlarda İsrail’in ölçü alınacak hiçbir yanı bulunmuyor elbette. Lakin Batı açısından İran’ı (ne kadar sevimli olduğunu bilemediğimiz) bir askeri müttefik tutmaya mecbur kılan süreç ve şartlar üzerinde etraflıca durmak icap ediyor.
En üst düzeyde yaptığı açıklamalar yanında bizzat sahada da tutarsızmış gibi görünen ABD, ısrarla yalpalama-kararsızlık olarak nitelenen pratikleriyle hem Irak’ta hem de Suriye’de yeni bir stratejik planı yürürlüğe sokuyor. Lozan ve Brüksel’de devam eden müzakerelerde ABD Dışişleri Bakanı Kerry ile İran Dışişleri Bakanı Zarifi’nin görüşmesinin ardından yapılan açıklamalar bu stratejik planın çerçevesine dair işaretler veriyor. İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Salihi’nin “teknik konularda yüzde 90 anlaşma sağlandı” açıklaması her ne kadar Batılı diplomatik kaynaklar tarafından “henüz mutabakat noktasında değiliz” şeklindeki beyanlarla karşılık bulsa da Batı bölgeye ilişkin yeni bir ittifak inşa ediyor.
İran’la nükleer müzakereler sürerken “ABD’nin başını çektiği IŞİD karşıtı koalisyon Rusya gibi Suriye’de rejimin çökmesinden endişe duyuyor” beyanı John Kerry’nin. Aynı Kerry konuşmasının devamında “eninde sonunda Esed yönetimiyle müzakere etmek zorundayız” beyanıyla Suriye için sadece Esed yönetimini değil Suriye üzerinde İran’ın hegemonyasını da ikrar edip desteklemekteydi şüphesiz. Musul başta olmak üzere Irak topraklarının “IŞİD’den temizlenmesi için yapılan kapsamlı operasyonlar” hangi ittifakın eseriydi? ABD havadan, İran ve silahaltına aldığı fanatik Şii milisler Irak coğrafyasında karadan ilerlerken sözde düşmanlıkları sürdürüyorlar fakat fiiliyatta “dost kuvvetler” olduklarını cümle âleme ilan ediyorlardı.
Yeni dönemde dünya Batı bloğu adına kadim ve güçlü bölgesel müttefik Suudi Arabistan’ın geri çekilmesine, yine kadim fakat alabildiğine çirkin ve tehlikeli addedilmiş İran’ın sahada ileri sürülmesine şahit olmaktadır. İran El Kaide ve IŞİD’le mücadele adı atında Afganistan, Irak ve Suriye’de sergilediği performansla Suudi Arabistan’dan daha elverişli bir müttefik olduğunu ispatlamış ve Batı’nın bölgeye ilişkin askeri stratejisini değiştirmiş durumda.
2. Demokrasi Harekâtı İran’dan
Şeytan Ayetleri’nin yayıncısı Aydınlık Gazetesi, Cumhuriyet’ten sonra İranlı yetkililerin en çok rağbet ettiği gazete oluyor. Mesela son olarak Tahran’da kabul ettiği Aydınlık temsilcisi Yakup Aslan’a demeç veren Nur Stratejik Araştırmalar Kurumu Başkanı ve Keyhan Gazetesi yazarı Dr. Sadullah Zarei, İran’ın bölgede neler başardığını bir güzel özetlemiş. Zarei; “İran komşusu Irak’ta demokrasinin yerleşmesine yardım etti” diyor ve başlıyor devletlerinin marifetlerini sıralamaya:
“İran da Suriye halkı ve hükümetine yardım ederek terörizm sorununu kayda değer oranda bertaraf edilmesinde rol aldı. Yine İran’ın yardımıyla Yemen halkı devrimlerini koruyabildi. Yemen’de milli bir uzlaşmaya doğru önemli adımlar atılıyor ki İran da buna yardım etti. İran, askeri güç kullanmadan, baskı altındayken ve büyük ekonomik güçten yoksunken gelişmeleri yönetebiliyor. Umman Denizi’nden Akdeniz’e kadar. Para ve silah olmadan. Tabii ki İran savaş taraftarı değil. İran, gerçek diyalogdan yana.”
Umman Denizi’nden Akdeniz’e kadar ilan ve ifa edilen hegemonya! Silahsız hem de. Ama resmi ama gayrı resmi. ABD’yle kimi zaman paralel kimi zaman müttefik yol alan İran’ın irfan geleneğini, Molla Sadra’sını, Hafız’ını, sinemasını, şiirini, İsfahan mimarisini, devrim marşlarını, Acem diplomasisini konuşmak ne hoş, ne tatlı! İran’ın giriştiği işgal ve katliamları, despot rejimler ve emperyalizmle işbirliğini konuşmayalım hiç. Yoksa fitne çıkar ve mezhep savaşı patlar, değil mi? İrfan geleneğimizi ve inkılap hatıralarımızı yaralamayın lütfen!