Terörle mücadele üzerinde doktora yapmış 2 yıldızlı Amerikan subayı, Taliban'a karşı verdikleri savaşın istihbarat boyutunu anlatıyordu. En gelişmiş radarlar, insansız uçaklar, sık sık gözümüze çarpan zeplinler, insani kaynaklar ve isimlerini bilmediğimiz birçok yolla direniş güçleri hakkında istihbarat topluyorlardı.
Afganistan'ın şu anda dünyada üzerinde teknolojik ve insani en fazla istihbarat yapılan toprak parçası olduğunu söylüyordu. Kendisi doktora esnasında Rusya'nın bu ülkedeki işgal sırasında kullandığı yöntemleri çalışmıştı.
Bu parlak askerin power point sunumu içindeki bir not, en az istihbarat bilgileri kadar dikkat çekiciydi. Bir kitaptan yapılan alıntıda, Afganistan'ın büyük güçlerin mezarlığı olduğu hatırlatılıyordu. En azından yakın dönemde bu topraklar üzerinde önce zamanın süper gücü İngilizler, sonra da yine zamanın süper güçlerden biri olan Sovyetler pes etmek zorunda kalmıştı. Gerçekten de birçokları Sovyetler'in çöküşünün Afgan mücahitleri karşısında aldığı yenilgiye başladığını düşünüyordu. İşte şimdi de bugünün süper gücü ABD, Afganistan'daydı. Acaba onun da sonu diğerleri gibi mi olacaktı?
Doktoralı subayın kuşkusuz buna karşı tezleri vardı. En önemli tezi de Amerika'nın bu topraklarda tek başına değil, 40'tan fazla ülkeyle bu savaşı veriyor olduğuydu. Gerçekten de BM kararıyla oluşturulan ISAF (Uluslararası Güvenlik Yardım Gücü) bünyesinde bugün itibarıyla 48 ülkenin askerleri bulunuyordu. ABD, 90 bin askerle en büyük ortaktı. Çokuluslu gücün şu anki komutanlığını Amerikalı ünlü asker David Petraeus yapıyordu. Daha önce ISAF'a 2 kez komutanlık yapan Türkiye'nin de şu anda bu güç içinde 1.800 askeri vardı.
Yine de Afganistan'daki savaş genel hatlarıyla Amerika'nın savaşı olarak görülüyor ve büyük güçlerin bu ülkedeki kötü kaderine dair notlar herkesin zihninde bir yerlerde duruyor. Nitekim Amerikan askerî tarihinde 11 Eylül kadar önemli bir yer tutan Pearl Harbor saldırısını bizzat yaşayan asker olarak generalliğe kadar yükselip emekli olduktan sonra Obama tarafından Kabil büyükelçisi olarak görevlendirilen Karl Eikenberry ile yaptığımız sohbette de aynı konu farklı bir şekilde gündeme geldi.
Kendine bağlı 5 büyükelçi ve 1.100 sivil çalışanla Amerika'nın dünyadaki en büyük elçiliğinin başındaki Eikenberry'nin Çin elçisiyle arasında geçen konuşma ilginçti. Eikenberry, Çin elçisine "Afganistan'la ortak sınırınız var. Büyük güçlerden birisiniz. Neden burayla daha fazla ilgilenmiyorsunuz?" diye soruyor. Çinli cevap veriyor: "Biz tarihe bakınca, Afganistan'da büyük güçlerin başına neler geldiğini görüp uzak duruyoruz."
Başta Petraeus olmak üzere Amerikalı komutanlar ve Büyükelçi Eikenberry ile yaptığımız görüşmelerde, ifade edilsin edilmesin bu kâbusun gölgesini hissetmek mümkündü. Tarihin pek umut vaat etmediği çok zor bir coğrafyada başarılı olmaya mecbur hissediyorlardı kendilerini. Bir yıl öncesine kadar umutlar neredeyse tükenmişti. Üst düzey isimler ABD'nin ve NATO'nun Afganistan'da savaşı kaybettiğini açıkça ifade ediyordu. Wikileaks belgelerinde de bu hava var. Aralık 2009 tarihli telgrafında ABD'nin Belçika'daki elçisi, Avrupa Birliği Başkanı Herman Van Rompuy'un kendisine "AB'nin artık ABD veya NATO'nun Afganistan'da başarılı olacağına inanmadığı" sözlerini rapor etmişti.
BM Bosna-Hersek yüksek temsilcisi olarak görev yapan Lord Ashdown da Afganistan'da savaşın kaybedildiğini daha 2007'de ilan etmişti. Geçen ağustos ayında Le Monde'a konuşan Pakistan Cumhurbaşkanı Zerdari de farklı düşünmüyordu: "Uluslararası toplum Taliban'a karşı savaşı kaybediyor. Afgan halkının kalbini zaten çoktan kaybettik."
Bütün bu değerlendirmeleri boşa çıkarmak, savaşı kazanmak, Afganistan'ı yeniden inşa etmek mümkün müydü? Amerika, Afganistan'a bulaşan tüm güçlerin uğradığı mâkus talihten kurtulabilir miydi? Üst düzey Amerikalı yetkililer, bugünkü durumu ve başarı şansını nasıl görüyordu? Afganlılar tüm olup bitenlere ne diyordu? Bir sonraki yazıda bu soruların cevaplarını araştıralım.
ZAMAN