Dr. Ahmet Hayri Umeri, Buti’nin Eş’ari-Sufi geleneğinin bütün husumetlerini tevarüs ettiğini savunuyor.
*Bu bağlamda Umeri, Buti’nin husumetini teksif ettiği üç ekole işaret ediyor. Bunlardan ilki, günümüzdeki İ’tizal ekolünün temsilcisi sayılan Afgani-Abduh çizgisidir. İkinci ekol ise Hanbeliliğin günümüzdeki yansıması sayılan Selefilik ekolü veya akımıdır. Üçüncü akım ise her ekolden renkler barındıran, taşıyan veya birçok ekole nispet edilebilecek olan siyasal İslam’dır. Buti bütün mesaisini bu üç ekolle mücadeleye ve onlarla fikri tartışmalara hasretmiştir. 1970’li yıllarda Suriye’de iktidarı ele geçiren Baas rejimiyle Buti arasında siyasal İslam’a karşı ortak ama organik olmayan bir cephe açılır. Umeri’nin de işaret ettiği gibi, Buti’nin bu akımlara karşı mücadelesi rejimle irtibatlı değildir. Onun telkinleri veya dayatmalarıyla söz konusu ekollere cephe açmış değildir. Bilakis tamamen kendi kanaatiyle hareket etmektedir. Ve bunun siyasi bir hesaplaşmayla alakası da yoktur. İhvan’ın Hama mihnesinden sonra hiçbir şamatada bulunmamış lakin onların acılarını da paylaşmamıştır. Umeri’nin unuttuğu hususlardan birisi Buti’nin Şam’daki batini rejimin muhalif olmadığı belki benimsediği isimlere de karşı olmasıdır. Hallac bu isimlerden birisidir. Şam rejiminin Afgani’ye düşmanlık duyması için de bir sebeb yoktur. Ahmet Hayri Umeri’nin deyimiyle elbette ki Buti bu anlamda bir saltanat alimi veya otorite yardakçısı değildir. Kendi kanaatini seslendirmektedir.
*
Buti siyasal İslami akımlara karşı ilk saldırılarını ve hücumlarını 1967’de başlatıyor. O dönemde ilk yazdığı makalelerden birisinde Hizbu’t tahrir’i hedef alıyor. Umeri’nin tespitlerinden birisi de Buti’nin siyasal İslam’a karşı muhalefetinde rejimden daha samimi oluşudur. Rejim belki de pragmatik sebeblerden dolayı siyasal İslam’a karşı iken Buti bunu bizzat sahih İslami çizgiye bağdaşmadığı gerekçesiyle yapar. Çıkış noktası -doğru ya da yanlış- tamamen dini zemine bağlıdır. Umeri’ye göre, modern ve siyasi İslami hareketler, Mezhepçi-Sufi –Eş’ari geleneğe karşı idiler. İhvan özellikle Suriye bağlamında bu gelenekle çatışmasa bile siyasi anlayışı Buti’nin duruşuyla uyumlu değildi ve aksine çatışıyordu. Umeri’ye göre, Buti, Suriyeli İhvan mensupları (veya muhibbanları) Ali Tantavi ve Mustafa Sıbai gibi akıcı bir kaleme de sahip bulunmuyordu. Umeri’ye göre, Buti sebebli veya sebebsiz veya yerli yersiz herkese çatıyor ve sataşıyordu. Ayetullah Humeyni’nin klasik ulemayı hayız nifas uleması diyerek küçümsemesi gibi Umeri de Buti’yi aynı lakapla anıyor. Hatta bunun dışına çıkanları hor gördüğünü ve kalem darbeleriyle onları hırpalamaya çalıştığını ileri sürüyor. Bu bağlamda dört mezhebin bağlayıcılığını ve onun dışına çıkmanın ise zararlarını anlattığı Ella Mezhebiyye kitabını nazara veriyor ve bu kitabında Nasirüddin Elbani ile münakaşalarını hatırlatıyor. Umeri, Buti’nin Abduh ve Afgani çizgisini masonluktan öte doğrudan küfürle suçladığını ve Muhammed Abduh’a küfür isnat ettiğini ve Cemaleddin Afgani’yi de bu küfür meselesini sukutla geçiştirdiğini yazdığını aktarıyor.
*
Umeri’nin Buti’den aktardığına göre, Afgani içki de kullanıyormuş. Umeri’ye göre, Buti’nin bütün takıntısı Afgani’nin ‘şarkın uyarıcısı’ olarak anılmasında yatıyor. Ona göre, Buti şarkın uyanmasını istemiyor. Uyarıcılara da saldırıyor. Elbette bu noktada Umeri’ye değil de Buti’ye katılıyorum. Lakin Umeri’nin haklı olduğu bir nokta var. O da Buti İbni Arabi gibi ekoldaşlarını kayırırken hasımlarına karşı aynı nezaketi veya genişliği gösteremiyor. Aynı ekolden geldikleriyle alakalı iddiaları tevil ederken hasımlarıyla ilgili iddiaları ise olduğu gibi kabul etmektedir. Yani Buti meşresine uyanlara karşı geniş yürekli olurken fikirdaş olmadıklarına karşı ise oldukça tahammülsüz görünüyor. Burada Buti’nin geleneği dinamizm ve esneklik yüklü değil. Bundan dolayı statik bir veçhe arz ediyor. Bu anlamda Buti’nin çizgisi, Bediüzzaman’ın toplayıcı çizgisinden ziyade Şeyhülislam Mustafa Sabri ve Zahid el Kevseri’nin teknik veya hatları ayıran çizgisine yaklaşıyor. Umeri’nin aktardığı ilginç kesitlerden birisi ise Hama olaylarından bir yıl sonra yaptığı bir konuşmada Hafız Esat’ı mazbut, içki ve sigaradan uzak duran bir kişi olarak anması ve bu anlamda ona olumlu sıfatlar yüklemesidir. Bu bize Hasan Basri ile Iraklı hacıların Hicaz’daki bir muhaveresini hatırlatıyor. Iraklı hacılar Harem’de bit pire öldürmenin hükmünü sorarlar. Hasan Basri ise, ‘Peygamber torunu Hazreti Hüseyin’in kanını akıttınız ve onu koruyamadınız burada ise bit pirenin kanının hesabını yapıyorsunuz’ diye karşılık verir ve onları tersler.
YENİ AKİT