Selamlama ve takdim konuşmasını üstlenen yönetim kurulu üyesi Serdar Bursalı; yaz boyunca Mısır ve Suriye’deki direnişi yakınen izlediklerini, anılan ülkelerdeki kardeşlerimizi desteklemek ve mücadelelerini daha iyi idrak etmek için de söz konusu organizasyonun tertip edildiğini söyleyip 2013-2014 dönemi seminer programının Dünyada İslami Hareketler üstbaşlığını taşıdığını belirttikten sonra Seyyid Kutub’un hayatını özetleyen bir sinevizyon gösterimine geçildi.
Sinevizyonun ardından giriş konuşmasını yapmak üzere mikrofonu direniş şairi Bünyamin DOĞRUER devraldı. DOĞRUER, ümmet coğrafyasının bir direniş mektebine dönüştüğünü ve Mısır’da mücadelesini verdiği tevhidi bilinçlenme süreciyle merhum Seyyid Kutub’un bu sonucun mühim mimarlarından biri olduğunu kaydettikten sonra şunları söyledi:
“Türkiye’de henüz telif eserler yazılmamışken Seyyid Kutub’un eserleriyle gözlerimiz açıldı. Onurlu, şerefli müslümanlar kıyam ederek tarihin nesnesi pozisyonundan sıyrılıp yeniden öznesi haline geldi. Seyyid Kutub da 1966’da idam edildiğinde işte bu kıyam ateşini tutuşturdu. Biliyoruz ki bedeli ödenmeden elde edilen kazanımlar hiçbir işe yaramaz. Bu ideolojiler için de İslam için de böyledir. Bedeli ödenmeyen bir dava boş bir davadır. İşte bugün İhvan’ın önderleri ve talebeleri, Hasan Elbennaların, Seyyid Kutubların ateşledikleri kıyamı bedel ödeyeyerek sürdürmektedirler. Onlar zulümde sınır tanımayan firavunlara karşı Kur’an’ı hayatla buluşturan, tabiri caizse ‘barıştıran’, hayatın içine katan birer sınav önderleridirler.
Allah mutlak galiptir, mutlak kadirdir. Zamanın sahibi odur. Allah’ı bir tarafa bırakarak hiçbir hesap yapamayız. Hak, adalet, özgürlük için Allah’la beraber olan mu’minler, şüphesiz üstün geleceklerdir. Buna inanıyoruz. Biz Allah’ı yanımıza alıp mücadele ediyoruz. Allah’ın yanında mücadele edenler için mağlubiyet söz konusu değildir. Onun için tüm cuntacıların, firavunların bu zulümlere karşı sessiz kalan insanlar, insanlık ve vicdan paydasında aslında çoktan mağlup olmuşlardır. İdeolojisi, ulusu, kavmi, mezhebi ne olursa olsun Mısır’da ve Suriye’deki vahşete ve katliama ses çıkarmayan, mezhebinin, ideolojisinin kendisine çizdiği çerçevenin dışına çıkamayan insanlar iflas etmişlerdir.
İnsan hakları mevhumu, batı hegemonyasının üçüncü dünya ülkelerine pazarladığı bir palavradır. İnsanlar için falan değil büyük şirketler için caridir. Mazlumlar için insan hakları diye bir şey yoktur. Onun için şöyle bir silkinip kendimize gelmekte fayda vardır. Hala sıcak koltuklarında oturup sosyolojik tespitler ve ‘bu olayların arkasında şu var, bu var’ gibi yüzeysel komplo teorileriyle uğraşanlar, dünyanın vicdanına seslenemezler.
Günümüzde direniş hareketlerini sekteye uğratmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ama biz inanıyoruz ki tüm çabaları beyhudedir. Çünkü bir kere kıyam başladı, mazlumlar ayağa kalktı. Olacakları engellemek mümkün değildir. Zamanı Allah aramızda döndürüp durmaktadır. Bunu peygamberlerlerin hayatlarına baktığımızda görüyoruz. Bazı peygamberler ‘vadide’ mücadele etmişler, bazılarınaysa Allah, toplumsal dönüşümü nasip etmiştir. Mücadele bir kulluk vecibesidir. Biz, zaman ve zemin ne olursa olsun, elimizden gelen gayreti ortaya koymakla mükkellefiz. Yani direnişin dışında kalmak gibi bir lüksümüz yoktur. Bu ruhu yaşatmaktan sorumluyuz.”
DOĞRUER’in ardından kürsüye çıkan Anadolu Ajansı Arapça Yayınlar Genel Koordinatörü Turan KIŞLAKÇI, konuşması boyunca Seyyid Kutub’un hayatından pek çok anektod aktardıktan sonra sözü Temmuz ayında yapılan darbeye getirerek şu mühim bilgi ve kanaatlerini paylaştı:
“Sisi, darbeden bir hafta sonra Washington Post’un kendisiyle yaptığı röportajda ‘Neden darbe yaptınız?’ sorusuna –Mursi hakkındaki pek çok spekülasyonu yalanlayacak şekilde– ‘Aslında Mursi ekonomiyi idare ve benzeri pek çok konuda başarılı bir yöneticiydi. Ancak Mısır’ın değil İslam ülkelerinin lideri gibi hareket ediyordu. Hitapları Mısır halkıyla sınırlı değil, hep İslam dünyasına yönelikti. Sebep budur.’ şekilde cevap vermişti.
Mısır toplumunu soyanlar, topluma zulmedenler bugün Mursi’yi suçluyorlar. Şu an dahi halihazırda hapisteki İhvan üyeleri suçlamak için türlü gerekçeler arıyorlar. Ancak bir şey bulamayacaklar ve başarısız olacaklar. Örneğin Mursi’yi yargılamak için belge aramışlardı. Böylelikle çaldıkları minarenin bir kılıfı olduğuna dünyayı inandırabileceklerdi. Ama Mursi’nin maaş dahi almadığı ortaya çıktı.
İhvan üyeleri Mübarek ve öncesi dönemde yıllarla ifade edilen bir hapis tecrübesine sahipler, hapishane şartlarına karşı dayanıklılar. Bu noktada Fi Zilali’lkur’an ve Kardeşim Sen Özgürsün şiirinin hapishanede yazıldıklarını söylemekte fayda var. Yine de bu kez, mevcut tutuklamaların kısa süreceği kanaatindeyim. Çünkü dünya değişti, altmışlı yılların, yetmişli yılların dünyasında yaşamıyoruz. Bugün 85. gün ve insanlar hala sokaktalar. Rabia işareti bütün İslam dünyasınca benimsendi. Ben tekrar bir değişim yaşanacağını düşünüyorum. Halklarımız ayağa kalkmıştır, artık zulmü kabul etmeyeceklerdir.
Son olarak, Mursi’nin ekonomik yönden başarısız olduğunu iddialarını bir örnekle değerlendireyim: Mısır, Suveyş kanalından taraf olduğu anlaşmalar gereği yıllardır vergi alamıyor. Bu nedenle Mursi bir proje hazırlamıştı. Buna göre kanal boyunca on beş ila yirmi tersane yapılacaktı. Kanalı kullanan gemilerin onarım masraflarından Mısır’ın yıllık ortalama yüz milyar dolar kar elde etmesi öngörülüyordu. Şu andaysa ülkenin Birleşik Devletler’den yıllık iki-üç milyara el açtığını dikkatlerinizi çekmek isterim.”
KIŞLAKÇI’yı takiben söz alan Hamza TÜRKMEN’se mühim değerlendirmelerde bulundu:
“Bizler parçalanmış bir coğrafyasının çocuklarıyız. Bu durumun elbette bizim dışımızda cereyan eden olaylara dayalı sebepleri var. Ancak bizden kaynaklanan sebepler de var. Rabbimizin nimeti olan Kur’an’ın ölçülerinden uzaklaştık. Mısır, parçalanmış coğrafyamızın bir parçası. Aynı zamanda en önemli medeniyet havzamız. Bilindiği gibi 19. yüzyıl işgallerinin ardından diktatörlere terk edildi. Ama Mısırlı direnişçi müslümanlar, o zamandan beri mücadeyi sürdürüyorlar. Mısır’ın ıslah önderleri ve direnişçi halkı liberal, sosyalist, ırkçı, ulusalcı dayatmalara karşı pes etmiyorlar.
Rabbimiz Şura suresinde ‘İnananlar, saldırıya uğradıkları zaman birlik olup karşı dururlar.’ demektedir. Bir hadisi şerif de ‘Şarktaki bir müslümanın ayağına diken battığında garptaki bunu duyup da üzülmüyorsa bizden değildir.’ şeklindedir. Gerek rabbani buyruk, ve gerekse rasulullahın söylemi Mısır’daki darbeye karşı takınmamız tavrı da tayin etmektedir. Çünkü Mısır bizim bir parçamız. Bizim için Mısır demek –özellikle Türkiye’deki tevhidi uyanış nazara alındığında– bilgi/beslenme kaynağımız demektir. Mısır demek; Hasan, İhvanı Muslimin’i oluşturan Urvetu’lvuska, Menar, Afgani, Abduh, Elbenna, Kutub, Ezzehra, uyanış ve ıslah demektir.
İhvanı Muslimin, ümmeti yeniden diriltmek noktasında son yüzyıllık tarihimizde modelleşebilen en önemli harekettir. Ama diriliş ve direnişin çocuklarını 20. yüzyılın başından beri sömürgeciler ve onların işbirlikçileri sürekli engellemeye çalışıyorlar. Karşımızdaki mantık İstiklal Mahkemeleri ve Gezi’de de, Mısır ve Suriye diktatörlüklerinde de aynı: garpzedelik ve işbirlikçilik. Zulmün adı orada Nasırizm, burada Kemalizm, Irak ve Suriye’de Baas olabilir. Ama ölen, işkencelere göğüs gören hep biziz. İskilipli Atıf’ı astılar, Hasan Elbenna’yı vurdular, Suriye’de kardeşlerimizin üstüne Scud füzeleri yağdırıyorlar. Seyyid Kutub’un mesajını da dar ağacında boğabileceklerini sandılar. Ama vuruldukça büyüyen de, öldükçe yeşeren de –Allah’a hamd olsun ki– yine biziz.
Seyyid Kutub, belki rasulullahtan bu yana ilk defa cahiliyye toplumundan bahsetti. Yani bir ifsad toplumu içinde yaşadığımızdan, ulus toplumdan ve sömürge toplumundan… Öte yandan tüm birikimiyle o zamana kadar –İhvan dahil– yapıcı bir özeleştiri getirdi. İktidar için değil, ümmeti diriltmek için mücadele etmek gerektiğini ortaya koydu. Nitekim Yoldaki İşaretler de bu manada eleştiri ve strateji kitabıdır. Oluşturduğu ve oluşturacağı etkiden korkulmuş olması Kutub’un asılma sebebidir.
Abdunnasır, firavunların ahlakını kuşanmıştı, bir nevi ‘Ben sizin rabbiniz değil miyim?’ diyordu. Kutub arkadaşıydı, kendisini hakka davet etmişti. Ona ‘Benden özür dilerse idam etmeyeceğim.’ haberini yolladı. Kutub, ‘Ben tağutların önünde eğilmem.’ dedi ve ölerek ölümsüzlüğü seçti. Bu hal rasulullahın, Mekke dönemindeki muşriklere karşı takındığı tavrı hatırlatıyor. Bugün de aynı şekilde Adeviye’de, Suriye’de, Mısır’da ölerek ölümsüzleşen kardeşlerimizi izliyoruz. Kardeşlerimizi katlediyorlar. Ancak yardımı da sadece ve sadece Allah’tan bekliyorlar, şehidlik ediyorlar. Şehidlik, dayanışma ruhunu hayatın tümüne yayabilmektir. Bu nedenle yaşayan şehidler olmamız gerekir. Adeviye’ye baktığımızda da yaşayan şehidleri görüyoruz.
Darbe olduğunda İhvan lideri Muhammed Bedi ‘Elde ettiğimiz hak ve özgürlüklerimizi teslim etmeyeceğiz, direnerek koruyacağız.’ dedi. Bu açıklama istişari bir kararının ilanıydı. Sözlerinin arkasında durdular. Gerçek bir önderlik gösterdiler. Biltaci’nin kızı Esma, Şatır’ın kızı, Bedi’nin mühendis oğlu Ammar, Elbenna’nın torunu… Hareketin önde gelen liderlerinin çocukları vuruldu. Kaçmadılar. Şu an ne tür işkencelere maruz kaldıklarını bilmiyoruz. Bu adanmışlıktır, yaşanan şehidlik işte budur.”
Gece Bünyamin DOĞRUER’in şiirleri ve Grup Kıyam konserinin ardından sona erdi.