Bursa'da Küresel Cihad Kavramı Konuşuldu

Bursa'da "Bir Siyaset Usulü Olarak Küresel Cihad" konusu işlendi.

Bursa Özgür-Der’in 2013-2014 yılı alternatif eğitim programları çerçevesinde düzenlenen seminerlerin bu ayki konu başlığı Sedat Ok tarafından sunulan “Bir Siyaset Usulü olarak Küresel Cihad” idi.

Program öncesinde bu hafta  Suriye de Şehit düşen Liva et-Tevhid komutanı Abdulkadir Salih  rahmetle anıldı,

Semineri sunan Sedat Ok sunumunda kısaca şunları katardı ;

İbni Teymiyye’nin Kısaca hayatını aktardıktan sonra ,Konumuzla ilgili olarak İbni Teymiyye’nin Allahtan başkasının yönetmekle ilgili fetvasının modern Selefi alimlerce verilen  tepkiler ve küresel cihat hareketlerinin teolojik köşe taşlarından biri olan Müslüman ülkelerdeki işbirlikçi yöneticilerin ülkelerinin yöneticilerinin savaşılması gereken mürtetler olduğunu önermesine dayanıyorlar. Buna  gösterilen referans Kuranın  Maide süresi 44.ayeti bunu ayrıca İbni Teymiyye’nin yazdığı fetvasıyla da destekliyorlar.

Modern dönem öncesine kadar Selefi alimlerin fetvayı anlaması oldukça tutarlıdır. Modern dönemde selefi gruplarda iki farklı akım oluşmuştur. Suudi selefiye ve Cihadi selefiye dir.

Suudi Selefiler gözünde Cihadi selefi alim  Sefer El-Havali, Seyit Kutup’ un yamağı ve sözcüsü olarak Mısır’da iflas etmiş Kutbi ideolojiyi Muhammet Kutup un “ Danışmanlığı ve İşbirliğiyle”

Suudi Arabistan’a taşıyan  ve böylece Ehli Sünnet inancını kirleten kişilerdir.Usame Bin Ladin Selefi değil ,Olsa olsa Harici bir kutbidir. Suudi Selefiye’ nin ulaştığı bu netice Cihatçılarla Suudcular arsındaki ayrılığın ne boyutta derinleştiğini açıkça göstermektedir.

Daha sonra Usame Bin  Ladin ‘in kısaca hayatı anlatıldıktan sonra Afgan cihadı, Somali Cihadı ve El Kaide ‘nin kuruluş süreci aktarıldı.

Seminerin sonunda sonuç olarak şu vurgu yapıldı.

İslam ülkelerinde birçok âlim ve entelektüel, ortaya çıkan problemlerin temelinde İslam’dan uzaklaşmak olduğu sonucuna varmış ve halkları tekrar İslami çizgiye davet etmek için çeşitli cemaatler kurmuşlardır. Mısır’da İhvan-ı Müslimin hareketi, Pakistan’da Cemaati İslami ve Tebliğ Cemaati, Filistin’de Hizbut-Tahrir ve daha birçok örgütlenmeler ortaya çıkmıştır. Bu cemaatler uzun bir süre diktatör rejimlerle karşı karşıya gelmemiş ve sadece eğitim çalışmalarıyla halkları İslami değerlere yeniden sarılmaya davet etmişlerdir. Oldukça başarılı olan hareketler kimi zaman engellenmeye çalışılmışsa da mesajlarının geniş kitlelere ulaşması engellenememiştir. Bu cemaatlerin önlenemeyen yükselişi karşısında devletler güç kullanma yoluna gitmiş ve bunun sonucunda örneğin Müslüman Kardeşler Cemaati’nin kurucusu Hasan El Benna ve birçok lideri çeşitli şekillerde ortadan kaldırılmıştır.

Devletlerin cemaatlere karşı şiddete başvurması karşısında SeyyidKutub gibi bazı önderler, zamanı geldiğinde kendi terimleriyle “küfürle” karşı karşıya gelmenin kaçınılmaz olduğunu, bu sebeple cemaatlerin “cihad” için hazırlık yapması, uzun vadeli projeler hazırlaması ve üyelerini buna motive etmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Zamanla davet hareketleri silahlı mücadeleye girişmiş silahlı mücadeleyi benimsemeyen hareketler ise mensupları tarafından ağır davranmakla suçlanmış, birçok grup bu hareketlerden ayrılıp silahlı cemaatler oluşturmuştur. Bu silahlı hareketlerin başında Mısır’da Cihad Cemaati, Cezayir’de Davet ve Cihad Hareketi, Libya’da CemaatulMukatele, Suriye’de Said Havva’nın başında bulunduğu İslami Cephe, Filistin’de Hamas, ve daha bir çok hareket gelmektedir. Bu hareketler ülkelerindeki diktatör rejimlerle hesaplaşma yoluna girmiş ancak genelde başarısız olmuşlardır.

1970’lerin sonuna doğru dünya yeni bir sürece girmiş, dünyanın ikinci süper gücü olan Sovyetler Birliği Afganistan’a saldırmıştır. Bu saldırı İslam dünyasında halifelik kaldırıldığından beri hiç gerçekleşmeyen bir olayın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Dünyanın dört bir yanından Müslümanlar, dilini ve kültürünü hiç bilmedikleri Afganistan’a gelerek kendi tanımlamalarıyla kardeşleri olarak gördükleri Afgan halkıyla aynı safta savaşmaya başlamışlardır.

Afganistan, Bosna, Somali gibi ülkelerde yaşanan işgal ve savaşlar gerekse de diğer ülkelerde yaşanan süreçler sonucunda elde ettikleri kazanımları sürekli bir şekilde Batı tarafından baltalanan İslami Hareketler mücadele ettikleri bölgesel aktörlerin aksine asıl düşmanın bu yerel güçleri destekleyen batılı devletler olduğu sonucuna vardılar.

İslam ülkelerindeki halk desteklerine rağmen başarılı olamamalarını ABD’nin diktatör rejimlere verdiği askeri desteğe bağlayan İslamcılar Zevahiri’nin tabiriyle “Köpeklerle değil sahipleriyle muhatap olmayı” tercih ettiler. Bu görüşün diğer adı “Uzak Düşman Stratejisi”’idi.

Bu strateji doğrultusunda kurulanbugünkü küresel cihadi anlayış dediğimiz anlayışın temelleri 1979’da Afgan-Rus savaşında atılmıştır. İkinci büyük kırılma ise dönüm noktası diyebileceğimiz şey 11 Eylül saldırılarıdır. 11 Eylül saldırıları, doğrusuyla yanlışıyla İslam ümmetinin içerisinden bazı gençlerin kendilerini feda etmesiyle Batıya karşı bir meydan okumanın sadece bir parçasıdır. Bu sebeple İslam tarihi açısından bir dönüm noktası değildir ama önemli bir noktadır.  

Küresel cihadi anlayışın cihadiselefilik anlayışı açısından da ciddi bir anlam ifade etmektedir. Çünkü bu önemli bir meydan okumayı beraberinde getirmiştir. Ve bugün Afganistan’daki ve Irak’taki savaşların temel gerekçesini oluşturmuştur.

Etkinlik-Eylem Haberleri

Bursa’da Suriye devrimi ve Gazze konuşuldu
"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi