Bursa‘da “Cemaat-i İslami ve Mevdudi” Semineri

Bursa'da “Cemaat-i İslami ve Mevdudi” semineri Ferit Gürbüz'ün sunumuyla gerçekleştirildi.

Bursa Özgür-Der Şubesinin 2013-2014 yılı alternatif eğitim Seminerleri çerçevesinde gerçekleştirdiği seminerler çerçevesinde aralık ayı programında “Cemaat-i İslami Ve Mevdudi” semineri gerçekleştirildi. Ördekli Kültür Merkezinde gerçekleştirilen Semineri Bursa Özgür-Der’den Ferit Gürbüz gerçekleştirdi.

Seminerin aynı zamanda Bangladeş’te Abdulkadir Molla’nın şehit edilmesinin ertesinde gerçekleşmesi de ayrı bir tevafuktu. Bu nedenle Ferit Gürbüz öncelikle Abdulkadir Molla’nın şahsında İslami Mücadelede şehit olan Müslümanları selamlayarak konuşmasına başladı ve Şehit Abdulkadir Molla için izleyicilerden Fatiha isteyerek sunumuna başladı.

Daha sonra seminerin konusu olan Cemaati İslami’yi anlatan Ferit Gürbüz Seminerinde öncelikle Pakistan’ın yakın tarihi ile ilgili kısa bilgiler verdi ve daha sonra da Cemaat-i İslami ve Mevdudiye değinerek sunumunu tamamladı. İzleyicilerden gelen soruların cevaplandırılması ile de seminer son buldu. Ferit Gürbüz sunumunda kısaca şu konulara değindi;

CEMAAT-İ İSLAMİ VE  EBU’L A’AL EL- MEVDUDİ(1903-1979)

PAKİSTAN’IN DÜNÜ VE BUGÜNÜ

Raşit Halifeler zamanında Hindistan’a giren İslam, Emevi halife Abdülmelik zamanında bugün Karaçi’nin de içinde bulunduğu Sind bölgesi fethedildi. İslam bu ülkede sekiz asır hakim olduktan sonra İngilizler önceleri bir ticari şirketle buraya girdi ve daha sonra sinsi planlarını adım adım  uygulayarak   bir asır içinde ülkenin büyük bir kısmını istila ettiler ve 1857 yılında Bahadır Şah komutasındaki  cihad başarısız olunca İslam hakimiyetine son verdiler. Sonrasında ise İslam’a ve Müslümanlara karşı uzun soluklu bir bitirme mücadelesine girdiler.

1887 yılında amacı Hindular’ın iktidarında laik ve demokratik bir bağımsız devlet kurmak olan Hindistan Ulusal Kongresi kuruldu. Buna karşı 1906 yılında “Hindistan’da Müslümanlar Birliği Partisi”  Müslümanların haklarını korumak ve siyasi şuur sahibi kılmak amacıyla kuruldu.

1920’de İngilizler Osmanlının hilafetini sona erdirmek için planlar kurarken Hindistan Müslümanları İslam birliğinin sembolü ve dayanağı olan hilafeti ve kutsal yerleri korumak için  Muhammed Ali Cevher  liderliğinde “hilafet hareketini” kurdular ve büyük fedakarlıklarla mücadele ettiler.  Yine bu yıllarda İngiliz sömürgeciliğini reddetme amacıyla birlikte hareket eden Müslümanlarla Hindulara yönelik toplu kıyımlar yapan İngilizlere karşı, Gandi liderliğinde, iki din mensuplarının ortak olduğu “Boykot Hareketi” başlatıldı

1935 yılında sömürgeci İngilizler, Hindistan için bir anayasa hazırladılar. Bu anayasa Ulusal Kongre Partisinin çoğunluk sağladığı yerlerde ulusalcı laik hükümetler kurulmasına imkân veriyordu.  Bundan yararlanan Hindular, din, dil, kültür, medeniyet farkını görmezden gelen laik ulusalcı hükümetler kurdular. Amaç, Müslümanları kendi din ve değerlerinden ayırmak, asimile etmekti.

Bu durum karşısında bazı Müslüman düşünürler, Müslümanların ve İslam’ın geleceğinin nasıl olacağı konusunu düşünmeye ve bozulmayı engellemek için çareler aramaya koyuldular. Bunların başında “bağımsız bir İslam devleti” fikrini ortaya atan ünlü şair Muhammed İkbaldir. Bu yüzden İkbal, Pakistan’ın fikir babası olarak kabul edilmektedir. Pakistan fikrini siya­sal alanda hayata geçiren ve Pakistan’ın kurucusu kabul edilen kişi ise Muham­med Ali Cinnah’tır. Müslüman Birliği’nin (ML) lideri ve Hindistan Müslüman­larının siyasi lideri olarak konumlanan Cinnah, 1940 yılında “İki Millet Teorisi” olarak bilinen teorisini ortaya atmış ve Hindistan’da Hindular ile Müslümanların iki ayrı millet sayılmaları gerektiğini ve bu yüzden de iki ayrı devlete sahip olma­ları gerektiğini iddia etmiştir. “Cinnah, 1947 yılında İngilizlerin Hindistan’dan çekilme sürecinde de bu talebini hayata geçirmeyi başarmıştır.

Sömürgeci İngilizler 1947 yılı Ağustos ayında hem Hindistan’ın bağımsızlığına kavuşmasına  hem de ikiye ayrılmasına onay verdiler. Hindistan’ın ikiye bölünmesi ile (Ulusçu ve laik Hindistan Devleti ve Pakistan İslam Cumhuriyeti) Cemaat de Hindistan, Pakistan ve Keşmir Cemaatleri diye üçe ayrıldı. Daha sonra da 1971 yılında Pa­kistan’ın da ikiye ayrılmasıyla birlikte yeni kurulan Bangladeş’te ayrı bir Cemaat-i İslami orga­nizasyonu oluşmuştur. Bu üç organizasyonda aynı ideolojik kökene dayanmakla beraber aralarında organizasyonel bir ilişki yoktur. 

Resmi adı Pakistan İslam Cumhuriyeti olan Pakistan devleti Hint alt kıtasında yaşayan bütün Müs­lümanları birleştirecek bir devlet olarak tasavvur edilmiş ve Pakistan ismi de Hint kıtasındaki çeşitli Müslü­man toplulukların ve eyaletlerin baş harflerinin bir araya getirilmesiyle oluşturul­muştur; P=Pencap, A=Afganistan (bugünkü Peştun halkı ve Pakistan’da onların çoğunlukta olduğu Hayber Paktunva), K=Keşmir, S=Sind ve Tan= Belucistan.

Hint Kıtası’nda Müslüman nüfus kıtanın kuzeydoğu ve kuzeybatısında yoğunlaş­maktadır. Kurulduğu tarihte Batı Pakistan ve Doğu Pakistan olarak iki ayrı coğrafi ve idari birimden oluşan ülke 1971 yılında yaşanan iç savaş netice­sinde bölünmüş ve o dönemki Doğu Pakistan bağımsızlığını kazanarak bugünkü Bangladeş Devleti’ne dönüşmüştür.

60 yılı aşan siyasi tarihi boyunca Pakistan’daki siyasi sistem pek çok kez değişmiş ve askeri yönetimler, başkanlık sistemi, yarı başkanlık ve parlamenter sistem ara­sında sık sık değişiklikler yaşanmıştır. En son 18. değişiklik olarak adlandırılan 2010 anayasa değişikliği ile Pakistan bir kez daha parlamenter sisteme geri dön­müştür. Cumhurbaşkanının yetkileri sembolik düzeye indirilerek başbakanlık ülke yönetiminde etkin hale getirilmiştir.

M. Ali Cinnah 1948 yılında vefat etti. Onun yerine geçen liderler devletin İslami olmasını istemiyorlardı. Başta Mevdudi ve cemaati olmak üzere İslami devlet isteyen Müslümanlar çetin bir mücadele vererek “İslami bir anayasa yapılması, İslami kanunların uygulanması, Kur’an ve sünnet ile bağdaşmayan kanunların iptal edilmesi için canla başla çalışmaya koyuldular. Hükümet Mevdudi ve bazı Cemaati İslami mensuplarını  tutuklattı ve 1950 Mayısına kadar yaklaşık 20 ay cezaevinde kaldılar. Onlar cezaevindeyken cemaat İslam Devleti davasını sıkı bir şekilde takip etti ve hükümet “devletin temel ilkelerini” kabul etmek zorunda kaldı. Bu ilkelerin başında Pakistan devletinin İslami olacağını açıkça ifade eden şu madde vardı: “Pakistan’da hakimiyet Allah’a aittir. Hükümetler en yüce Hakim’in iradesini uygulamakla yükümlüdürler.”

Hükümet 1951 yılının Mart ayında Pencap bölgesinde seçim yapılmasına karar verdi Cemaat da seçimlere katılma kararı aldı. Cemaat bu seçimde istediği sonucu alamadı ancak seçimi vasıta kılarak halka davasını anlatma imkanı bulmuş oldu.

1952 Mayısında Mevdudi, İslam anayasası bayrağını kaldırarak bütün ülkeyi baştan sona dolaştı ve her gittiği yerde İslami anayasayı anlatıyor, bunun nasıl gerçekleşeceği hakkında açık ve seçik bilgiler veriyor yol gösteriyordu.

1953 yılının ilk aylarında Pencap’ta Müslümanlarla Kadiyaniler arasında çatışmalar çıktı ve birçok insan öldü. Mevdudi bu münasebetle Kadiyanilik Problemi isimli kitapçığını yazdı. Kitapta Kadiyaniliğin iç yüzünü, gerçek inancını ve Müslümanlara karşı yürüttükleri gizli düşmanlıkları ortaya koydu. Hükümet kitabı bahane ederek hem İslami anayasayı engellemek hem de Mevdudi’nin hakkından gelmek üzere özel bir askeri mahkeme kurdu. Mahkeme hemen toplandı ve adı geçen kitabından dolayı Mevdudi için idam kararı verdi.

Kararda “af dilediği ve davasından vazgeçtiği taktirde idam hükmünün kaldırılabileceği” maddesi yer almıştı.  Dostları cezaevinde kendisine bu bilgiyi ulaştırdılar; vakar ve sükûnetle şunları söyledi:” Ölüm hükümleri yerde değil gökte verilir. Ben Allah’tan başka hiçbir merciden merhamet dilenmem. Ailem, yakınlarım ve dostlarımdan da isteğim namıma af dilemeye kalkışmamalarıdır.”

İdam kararı İslam dünyasında büyük tepki uyandırdı. Kararın derhal kaldırılması yönünde çok sayıda ve sert açıklamalar yapıldı, telgraflar çekildi, basında yazılar çıktı. Bu sert ve yaygın tepki karşısında Pakistan yönetimi hükmü yumuşattı, idamı müebbet hapse çevirdi. Mevdudi üç yıl hapisten sonra Lahor yüksek mahkemesinin kararı ile 1956 yılında serbest bırakıldı.

1955 yılının Ağustos ayında M. Ali Şuderi başbakan oldu. İslami eğilimi ile meşhur olan  Şuderi, şair ve mütefekkir M. İkbal’in tavsiyesi ile Mevdudi’nin İslam’da Cihad kitabını okumuş ve onun hakkında müspet hüküm ve duygu sahibi olmuştu.  Ülkenin bir İslami anayasaya kavuşması için elinden geleni yaptı ve 1956 yılında buna muvaffak olarak anayasanın kabul ve ilanını sağladı. Anayasa ülkede büyük bir sevinçle karşılandı.  Mevdudi de yaptığı bir açıklamada şu ifadeyi kullandı. “Bugün yeni bir hayata başlıyoruz; hür bir halkın, temsilcileri aracılığı ile Pakistan’da hükmün ve hakimiyetin Allah’a ait olduğunu, iktidarın Allah’tan halka emanet edildiğini ve onu ancak Allah’ın ve Resulü’nün (s.a.) koyduğu sınırlar içinde kullanabileceğini ilan eden bir halkın yeni hayatına başlıyoruz. Bize doğru yolu gösteren Allah’a hamdolsun; o göstermeseydi biz yolu bulamazdık!”

Bir ülkede İslam düzeninin kurulup yaşanması için yalnızca bir anayasa yapmak yetmiyordu. Yapılacak çok iş vardı ve Cemaat, neyi ne zaman, nerede, nasıl yapacağını karara bağlamak üzere bir kongre yapma kararı aldı. Mevdudi’nin kongreye konu ile ilgili sunduğu rapor kabul edildi ve bundan sonra hareketin yol haritası olacak rapor daha sonra “İslami Hareket ve Gelecek İçin Yöntem” adıyla yayınlandı.

1958 Darbesi ve Anayasanın Akıbeti

Pakistan Müslümanları anayasanın uygulanmasını beklerken  hükümette ve siyasette faal olan batıcılar, laiklik yanlıları, ulusalcılar ve solcular çeşitli komplolarla Şuderi hükümetini düşürdüler ve dönemin Genelkurmay Başkanı Eyüp Han bir askeri darbe yaparak yönetime el koydu ve bütün ipleri eline aldı, meclisi ve siyasi partileri kapattı, İslami anayasayı da yürürlükten kaldırdı. Laik bir anayasa yürürlüğe koydu ve ülkenin adını da “Pakistan İslam Cumhuriyeti” iken “Pakistan Cumhuriyeti” olarak değiştirdi.

Temmuz 1962’de hükümet, siyasi partilerle ilgili yasak ve sınırlamaları kaldırmak mecburiyetinde kaldı ve Cemaati İslami de böylelikle faaliyetlerine başladı.

1963 Kasım ayında Cemaat yeni hamlede bulundu; hedef İslami bir anayasa ile mevcut anayasanın ve “Pakistan İslam Devleti” olarak da devletin adını değiştirmesi, temel insan haklarının iadesi ve genel seçimlerin yapılmasıydı. Bu hedefe ulaşabilmek için geniş bir halk tabanı elde ettiler ve diğer partilerle işbirliği yaptılar. Yıllık kongrede Mevdudi’ye yönelik suikast teşebbüsünde başarılı olmayan ve Cemaati bir türlü durduramayan hükümetin bundan sonraki adımları daha çılgınca oldu.

Cemaatin yeni taleplerini bir fırsat olarak kabul eden hükümet 6 Ocak 1964 tarihi kararı ile cemaati hukuk dışı ilan etti,  başta Mevdudi olmak üzere 44 üyeyi tutuklattı. Parti teşkilatını lağvetti ve mallarına da el koydu.

Hükümetin aldığı karar hukuka aykırı olduğu için Parti davayı yüksek mahkemeye götürdü ve yüksek mahkeme hem parti kapatma hem de tutuklama kararlarının hukuka aykırı olduğunu hükme bağladı ve hem parti hukuki olarak yeniden faaliyetlerine başladı hem de tutuklular on ay yatmış olarak serbest bırakıldılar.

Demokrasi hareketinin baskısı altında bunalan Eyup Han muhalif partilerle görüşmeye mecbur kaldı ve parlamenter sisteme razı oldu. Bu karar Zülfikar Ali Butto’yu ve Milliyetçi Halk Partisi’ni memnun etmedi. Ülkede karışıklıklar baş gösterdi. Bu kaos  karşısında daha fazla dayanamayan Eyüp Han yönetimi, genel kurmay başkanı Yahya  Han’a devretti. Hadiseler durulacak yerde daha da arttı, ülkede anarşi, yağma, katil, şiddet  kol gezmeye başladı. Yahya Han 1970 Ocak ayında parlamento seçim tarihini ilan etti.

Bu arada Mevdudi faaliyetlerine devam ediyordu. Otuz yıl dört ay üzerinde çalıştığı tefsirini (Tefhim’ul Kur’an) 1972 Haziranında tamamladı.

Cemaatin “emir”liği görevini otuz yıl boyunca yüklenen  Mevdudi emaneti 4 Kasım 1972’de Tufeyl Muhammed’e devretti.

EBU’L A’AL EL- MEVDUDİ(1903-1979) VE CEMAAT-İ İSLAMİ

Mevdudi, 25 Eylül 1903 yılında dünyaya gelir. Baba onu iyi bir Müslüman olarak yetiştirmeye karar verir ve bazı hocalardan da yararlanarak ilk ilköğretim ve eğitimini bizzat üstlenir. Bu dönemde Kuran-ı Kerim, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri alır. Arapça, Farsça ve Urduca dillerini öğrenir. 1918 yılında gazeteciliğe başlar. 1929 yılında hayatını İslam davetine, insanlara İslamı anlatmaya, onu yaşamalarına yardımcı olmaya, İslam’a yönelen tehlikelere karşı mücadele etmeye karar vererek gazeteciliği bırakır. 1932 yılında Tercüman’ül Kur’an Dergisi’nin idaresini üzerine alan Mevdudi, şu hedeflere odaklanır.

Modern Cahiliye uygarlığı ile onun getirdiği maddi bilimleri, dinsiz felsefeleri ve bunların İslam dünyasına soktuğu yıkıcı cereyanları sağlam delillerle eleştirmek,

Kur’an, Sünnet ve Müslüman aklına ait sağlam delillere dayanarak şu gerçeği açıkça ortaya çıkarmak: İslam eksiksiz bir dindir, onun sınırları ferdin ve cemiyetin hayatını bütünüyle içine alır, bir Müslüman için hayatının çeşitli alanlarında başka bir düzeni benimsemesi ve uygulaması caiz değildir.

Mevdudi’ye göre bütün dinler ve bunları tebliğ eden peygamberler insanları şu dört hedefe yönlendirmişlerdir:

Tevhide (yaratan, yöneten, gözetleyen, kâmil manada egemen, yegane mabud bir tek Allah’a) iman,

Allah’ın elçilerine (risalete) iman,

İman ile davranış arasındaki çelişkilerden uzaklaşmak,

Allah’ın muradına ve rızasına uygun (Salih) liderliğin/yönetimin (imametin) gerçekleştirmesi,

Mevdudi’nin Kurduğu Cemaat-i İslami’nin Özellikleri

İslam belli bir insan gurubuna, bölgeye, ferde ve cemaate değil bütün insanlığa çağrıdır, yani evrenseldir.

İslamın belli bir kısmını (akaid, ibadet, ahlak, cihad, yardımlaşma…) değil bütünü, fert ve toplum olarak insanlarla islamın ilişkisinin tamamını programa dahil ederler.

Laik ve seküler yaklaşımları dışlar, “din alanı âlimler ve şeyhlere, siyaset ve diğer ictimai alanlar ise siyaset adamlarına aittir.” Şeklindeki ayırıma karşı çıkar, dinin bütün alanları içine aldığı inancını hayata geçirmeye başlarlar,

Yol arkadaşlarını takva ehli olmalarını şart koşarlar.

Yönetim ilkelerinin titizlikle uygulanması, en küçük bir ihlal ve ihmale dahi müsamaha gösterilmemesi konusunda titizdirler.

Cemaat içinde hiçbir kimse tenkit ve ıslah dışı tutulamaz. Her üye kendini, yandaşını ve cemaati tenkit ve ıslah etmeye çalışacaktır.

Cemaat faaliyetini, bulunduğu ülkede açık, kanunlara uygun, şiddet ve silah kullanmaktan, yakıp yıkmaktan uzak olarak yürütür.

Cemaat-i İslami’nin Hareket Yöntemi

Mevdudi, Usül ve Yöntemini Kur’an-ı Kerim’den, Peygamberlerin uygulamalarından aldığını söyler. Bu yöntemi oluşturan unsurlar:

Sözden Önce Örneklik

Dava ile bizzat meşgul olmak ve misyonun gereğini yerine getirmek.

Hikmet ve Güzel Öğüt:

Sabır ve Sebat

Eğitim ve İnşa:

Toplumun Islahı:

Hükümetin Islahı:

CEMAATİ İSLAMİ’NİN ORGANİZASYON YAPISI

Cemaat-i İslami’nin teşkilatı başlangıçta ana hatlarıyla emirlik makamı, merkezi meclis-i şura ve üyelerden teşekkül ediyordu.

1989’da Cemaatin 619 mahalli şubesi, 3095 dostluk halkası ve 554 kadın birimi bulunuyordu.

Mensuplar müessesi partinin manevi kaliteye verdiği önemi göstermektedir. Cemaate üyelik onun İslam yorumunu kabulle başlıyordu. Parti ayrıca hedeflerine ve kararlarına tam bir bağlılık istiyordu. Üyeler nebevi toplumu yeniden kurma görüşüne şekil veriyorlardı. Üyelerin hanımları partinin kadın kollarına, çocuklarıysa talebe kollarına ve çocuk programlarına katılmaya teşvik ediliyorlardı. Üyeler sık sık kendilerini Cemaatin görüşleri çerçevesinde bilgilendiren ve siyasi teşkilatla ilgili çalışmalar konusunda eğiten talim kamplarına gidiyorlardı.

Cemaat’in her birimi haftalık toplantılar düzenliyor ve toplantılarda şahsi, mahalli ve milli meseleler tartışılıyor ve her üye kendi üstüne bir haftalık faaliyetin hesabını veriyordu. Geçerli bir mazereti olmadan bu toplantılardan ikisini kaçıran bir üye Cemaatten ihraç edilebiliyordu.

Cemaat toplantılarında tartışma ve görüş beyanı teşvik ediliyor, fakat bir defa da karara varılınca tartışma bitiyor ve üyeler bu karara bağlanıyordu. Umumi içtimalar parti içindeki dayanışmayı teşvik ediyordu.

Pakistan’daki diğer bütün partiler bir kişi kültü etrafında kümelenirken, Cemaat-i İslami bir ideoloji partisidir. Bu anlamda Pakistan’ın ideolojik tutarlılığı en fazla önemseyen partisi olduğu söylenebilir. Bir siyasal hanedana ya da karizmatik bir siyasi lidere dayanmıyor oluşu, partinin organizasyonel yönünü de geliştirmesine imkân sağlamıştır. Partinin lideri olan “emir” dâhil bütün kadroları seçimle iş başına gelmektedir. Parti güçlü bir siyasal merkeze sahiptir. Parti merkezinin aldığı kararlarsa parti üyeleri tarafından harfiyen benimsenmekte ve savunulmaktadır.

Mevdudi, İslami usullere uygun bir demokrasi anlayışı getirmeye çalışmaktadır. Burada her ne kadar normal demokratik prosedürler işlese de, son tahlilde bu prosedürlerden İslam’a aykırı bir sonuç çıkmamalıdır.

Bütün bu açılardan bakıldığında parti demokratik siyasal mücadeleyi meşru addetmekte ve buna düzenli olarak katılmaktadır. Parti örgütleri zaman zaman sokak mücadelelerine katılmış olsa da, Cemaat-i İslami silahlı bir mücadeleye ya da şiddet kullanarak gerçekleşecek bir devrime karşıdır. Parti aynı zamanda mezhepçi bir yaklaşıma da karşı çıkmaktadır.

Cemaat-i İslami özellikle 90’lardan itibaren sosyal hizmetlere de ağırlık vermeye başlamıştır. Mevdudi Cemaat-i İslami’yi, iktidarı devralacak disiplinli bir siyasi kadro olarak dizayn etmiş ve bu yönünü muhafaza edebilmek adına geniş ölçekli sosyal programlardan uzak durmayı tercih etmişti. Bugün ise Cemaat-i İslami’ye yakın Hizmet Vakfı, Pakistan’ın en büyük sosyal yardım ağlarından birini sağlamaktadır.

1971’de Doğu Pakistan’ın ayrılarak Bangladeş olmasıyla sonuçlanan olaylar sırasında Ce­maat-i İslami keskin bir şekilde bağımsızlık karşıtı bir pozisyon almış ve iç savaş boyunca Pakistan ordusu ile birlikte hareket etmiştir. O dönem Bangladeş yanlıları ile Cemaat-i İslami arasında yaşanan çatışmalar, bugün Cemaat-i İslami’nın Bangladeş kolu ile Bangladeş hükümeti arasındaki sorunlara da kaynaklık etmekte ve Cemaat-i İslami’nın Bangladeş lideri, dünya basınında büyük ses getirecek şekilde idam istemiyle yargılanmaktadır.”

Etkinlik-Eylem Haberleri

"Sürünün İçinde Dijital Dünyaya Bakışlar"
Başakşehir’den Gazze direnişine bin selam!
Adana Özgür-Der’de “Emperyalizm ve Siyonizm İlişkisi” konferansı düzenlendi
Özgür-Der Gençliği “İslami Perspektiften Psikoloji” kitabını değerlendirdi
Üniversiteli Müslümanlar sabah namazında Fatih Camii’nde buluştu