Burma’da Müslüman katliamına dair bazı gerçekler

Serdar Demirel

Burma’da Müslümanlara yönelik sistemli yok etme ve tehcire zorlama politikaları insan hakları şampiyonluğu yapan küresel güçleri harekete geçirmiyor. Onlar sanki ortada birbirine denk iki gücün kavgası varmış gibi tarafları teenni ile hareket etmeye ve hiçbir işe yaramayan tavsiyelerde bulunmaya devam ediyorlar. Oyalama taktikleri sürerken Müslümanların yaşadıkları bölgelerin demografisi kökten değişiyor.

Burma’da Rohingya Müslümanlarına karşı yürütülen sistemli katliam ve tehcir politikalarının sadece Rohingyalı Müslümanlarla alakalı olmadığı ve ülkenin ana kara (Main Land) Müslümanlarını da kapsadığı ortadadır.

Rohingyalı Müslümanlar ana kara Müslümanlarından coğrafya, siyasi, dil ve hatta belli ölçülerde kültürel olarak farklıdırlar. Ancak son yaşananlar ana kara Müslümanlarının da emniyette olmadığını bir kez daha ortaya koymuştur.

1962-2012 yılları arasındaki askerî cunta yönetimi döneminde iki kesimin Müslümanları da farklılıklarına rağmen ortak dinî kimliklerinden dolayı epey eziyet çekmiş, ayrımcılığa mahkum edilmişti. Müslümanlara uygulanan bu sistemli hukuksuzluklar için birçok neden saymak mümkün elbette. Ama bunlar arasından dinî ve siyasi olan sebepler meselenin aslını oluşturmaktadır.

2012 yılında Burma’nın demokratikleşme sürecine girmesiyle asker yönetimi altında gizlenmeye çalışılan çürümüş sistem bütün pislikleriyle su yüzüne çıktı. Bunlar arasından Müslümanlara karşı uygulanan şiddet, ayrımcılık ve ötekileştirme politikaları ise çözüm bekleyen en âcil problemdi. Çünkü Müslüman azınlık örgütlü olmadığından ve bölgede güçlü bir hâmisi bulunmadığından kolay hedefti.

Bugün Müslümanların evleri, câmileri, işyerleri ateşe veriliyor, toplu tehcire zorlanıyor ve zaman zaman kadın ve çocukların da dahil olduğu siviller canlı canlı yakılarak yok ediliyor. Rejim bu olaylardan sorumlu olmadığını, iki taraftan fanatik dindarların bunları körüklediğini, kendilerinin ellerinden geleni yaptıklarını vs. iddia etse de yaşanan olaylar fanatik Budist rahiplerle ve onların  yönlendirdiği halkla izah edilemeyecek kadar organizeli ve derin.

Uzun yıllar askerî cuntayla yönetilmiş ve sindirilmiş bir ülke halkının devlet otoritesini, ki hâlâ asker güçlüdür, kâle almadan bu çapta büyük katliamlara imza atması mümkün değildir. Zaten kamera çekimleri güvenlik güçlerinin olayları yakından izlediklerini ve müdahale etmediklerini göstermektedir. Kısacası Burma’da Müslümanlara karşı yürütülen katliamlar sistemli bir devlet politikasının sonucudur.

Devlet politikası derken bunun arkasında özellikle de generallerin olduğunu görmek gerekir. Budist ve Müslüman toplum arasındaki kimi yerde tarihî, dinî ve kültürel olan gerçek problemleri kimi yerde de sunî gerginlikleri demografiyi değiştirmek amacıyla kullanıyorlar.

İki toplum arasında karşılıklı güvensizliği ve nefreti artıracak sistemli bir siyaset takip etmekteler. 1962 yılından beri ülkeyi dışa kapatarak ve kimseye hesap vermeden yönetmiş askerî cunta yolsuzluklar, diğer sosyal ve siyasi problemlerin baş aktörü olduğu gibi bu meselenin de arkasındaki güçtür.

Askerî cunda rejimi öncesinde Müslümanlar bugüne kıyasla çok daha iyi konumdaydılar. Rohingya Müslümanları da hem vatandaş olarak kabul ediliyor hem de parlamentoda temsil ediliyorlardı. Özellikle de ticarette Müslümanların büyük ağırlığı vardı.

Sözün özü, o dönemde Müslümanlar dini kimlikleriyle siyasi ve ticari hayatta varolabilmişlerdi. Bu durum askerlerin iktidarı gasp etmesiyle sona ermiş ve bugünkü krizin alt yapısı oluşturulmuştur.

YENİ AKİT