Burjuva kamusallığının çöküşüne dâir

Babasız burjuva kamusallıkları, teknolojik gelişmeleri sırf babaların kontrolünü zora soktuğunu düşündükleri için kutsamaktan geri kalmadılar.

Süleyman Seyfi Öğün / Yeni Şafak

İnsanın toplumsal bir varlık olduğu ezber bir bilgidir. Toplumsallık çok geniş bir dâire. Buna, daha özgül bir ağırlık olarak onun kamusallığını da eklemek lâzım gelir. Bence de kritik olan odur. Çünkü neyin ne olduğu kamusal ilişkilerde ortaya çıkar. Bireyin mahrem çevresinde sağladığı garantili düz orantılı toplumsallaşmasının birikimi; çelişkiler, farklılıklar ve sürprizlerle yüklü olan ters orantıların hüküm sürdüğü kamusal toplumsallaşmasına çarpar. Esas bu çarpışmalardır belirleyici olan.

Kamusal ilişkilerin târihine dâir ortada çok teferruatlı çalışmalar mevcuttur. İlk örüntü, görece sivil düzlemde tezâhür eden, içinde her nev’i agoralar ve ona müzâhir çevrelerdir. Bununla eş zamanlı olarak siyâsal kamusallıklar da sahneye çıkar. İkincisinin, ilkinden hiç haz etmediği de bilinir. İlkini logos’una aykırı, yâni kaotik bulur. Ticârî dolaşımı yok etmek elbette mümkün değildir. Bu yüzden onu vergiye bağlamak, bastırmak, kontrolü altında tutmak ister. Agora da onun sağladığı emniyete ihtiyaç duyar. Hâsılı, agora kamusallığı ile siyâsal kamusallık, birbirlerinden hiç hoşlanmasalar da, kuyrukları birbirine bağlanmış düşman kardeşler olarak varlıklarını devâm ettirirler.

Siyâsal kamusallık, antik devirlerde aristokratik saray kamusallıklarına evrilirler. Saray kamusallığı, kamusal sâhayı kıskançlıkla kendisine mahsus tutmak ister. Avâm buna çok mahdut ölçülerde, belirli ritüeller ve oyunlar ölçeğinde dâhil edilir. Saray kamusallığının tekçi yapısını kapitalizm ve burjuva gelişmeler aşındırdı. Burjuva kamusallık -buna edebî kamusallık diyenler de vardır- saray kamusallığının kültürel hegemonyasını geriletti. Ama daha derinde, yükselen kapitalist üretim, mübâdele ve tüketim ilişkileri kurulu kamusallığın cenderelerini parçaladı. İlk olarak üretimi hâne hâricine çıkardı, imâlathânelerde, giderek fabrikalarda örgütledi. Bu, üretim tarzının kamusallaşması mânâsına geliyordu. Ekonomipolitik disiplini tam da bunu gösterir. Bu, mübâdele tarzını da değiştirdi. Geleneksel agoralar, parasal ilişkilerin yoğunlaştığı piyasalara dönüştü. Piyasaların etrâfında çok farklı, sivil kültürel yapılar tezâhür etti. Burjuva kamusallığı da burada, okuma salonlarında, kütüphanelerde, neşriyat kuruluşlarında, kafelerde kendisine yer buldu. Bujuvaların, aristokratlara karşı geliştirdiği eşitlikçi fikirler, nihâyetinde zirâi dünyâlarda mülksüzleştirilmiş ve kentlere yığılmış lümpen kitlelerin, ekonomide üretkenleşip tüketkenleşmesine; siyâsette ise cumhûriyetçi ve demokratik değerler istikâmetinde, temsil ve katılım boyutlarıyla yurttaşlaşmasına ve kapitalist sisteme dâhil olmasına katkı sağladı. Burjuva kamusallığının inşâ ettiği fikirler, nihâyetinde muhayyel ve uçucuydu. Öznel bir kamusallıktı bu. Modern târih, burjuva kamusallıklarında üretilen dilek yüklü fikirlere göre değil, maddî süreçlerin derin çelişkilerine göre işledi. Hükmünü veren, kamusal târihin maddî dönüşümüne işâret eden kapitalist üretim, mübâdele ve tüketim tarzının oldu. Hâsılı ekonomipolitik kamusallığın fendi, burjuva kamusallığında imâl edilen rüyâları yendi. Burjuvaların özgürlük düşleri, aslında her “kazanımında” yenildi. Katılım ve temsil ne kadar genişlediyse kontrol ve baskılama mekanizmaları (pan opticon) ondan bir kaç kat incelerek gelişti.

Sanâyî kapitalizminin derin çelişkileri onu içinden aşındırdı. Ekonomide düşen, düşmeye de mahkûm olan verimlilik oranları üretim ilişkilerini çözdü. Merkezkaç dinamikler üretimin merkezî yapısını dağıttı. Tekmil müesses dünyâ ve bürokrasileri açığa düşürdü. Kamusal hayatın üretim-tüketim dengesi bozuldu. Kamusal hayatların kültürelleşmesi ve tüketim kamusallıklarının zuhûru aynı sürecin iki yüzüdür. Bu değirmenin suyu aşırı finansallaşmalar, kredi kapitalizmi, kumar kapitalizmi vb sıfatlarla anılmaya başlayan kamusal hayâtın nevzuhûr maddî gerçeklerinden geliyordu. Kamusal hayatların kültürelleşmesi de bunun fonksiyonuydu. Burjuvalar bu süreçlerde düşkünlüklerinin zirvesine ulaştılar. Üretim sönümlendiği ve dağıldığı, sınıfsal yapılar savrulduğu için çarpıklıkları artık yakalayamıyorlardı. Ekonomipolitikten arta kalan sâdece politikti. Onunla, yâni devlet, ulus ve bürokrasiyle kavgaya tutuştular. Bu kavganın bahanelerini bulmak; toplumcu reflekslerine kanallar bulmak zorundaydılar. Bunun yolu da devlet, ulus ve bürokrasilerin örselediği, cinsiyet,etnik ve dinsel temelinde her sivil katmanla, en plastik düzeyde hâmilik ilişkileri kurmaktan geçiyordu. Biraz kuş uçumu baktığımda burjuva erilliğinin derin örseleyici kaynağını oluşturan baba meselesine dâir bir psikodinamiğin bu serencamda başat rol oynadığını düşünürüm.(Yeni veyâ WOKE solculuğunun ileri gelenlerinin biyografik serencâmları, bilhassa püritan babalarıyla olan ilişkileri hârika bir doktora tez konusu olurdu). Yeni nesil burjuvalar üretim tarzındaki dönüşümü tâkip etmediler. Etseler bile Asyagil yeni üretim sâhalarında karşılarına o nefret ettikleri, ama bir türlü de öldüremedikler babalarını çağrıştıran ve çok defâ çoğunlukların desteğini de sağlayabilen paternalist eli sopalı bürokrasiler çıkıyordu. (Târifi gereği paternalist olan ekonomipolitiğin yeni vatanı Asya idi). Yeni burjuva nesiller, dedelerinin hattâ babalarının afyonlayıp efsunladığı bir dünyâyı bıraktılar ve kendilerine tuhaf afyon bağımlıkları geliştirdiler. Dedeleri, babaları hem afyon-efsûn imâlatçısı, tedârikçisi hem de bağımlısıydı. Son burjuva nesiller ise ne imâlatçı ne tedârikçiydi. Onlar doğrudan tüketici, afyonkeş-efsunkeş oldular. Tekmil tezleri, nihâyetinde o beğenmedikleri dede ve babalarının imâl ettiği Aydınlanma’nın sekiz on maddelik bildik tezleriydi. Hâsılı, yine babalarına mağlup oluyorlardı. (Habermas’ın Aydınlanma’nın tamamlanması misyonunun izâhı ne olsa gerekir?)

Bu süreç aynı zamanda bir gettolaşmayı da düşündürüyor. Evvelâ kendi hayat tarzlarını düzelttiler. Baba yâdigârı püritanlığın bastırdığı ne varsa açığa çıkardılar. Liberalleşmeleri depüritanizasyonlarının fonksiyonudur aslında. Hoş, her depüritanizasyon, yâni arınmacılıktan arınma da aslında püritenleşme arzusunun bir göstergesi değil midir? (Son durak minimalizm). Hâsılı, babadan kurtuluş babaya bir defâ daha yenilmekle bitiyor. Üstelik bu, babalarından farklı olarak dünyânın arındırılmasından kopuk bir öz arınma ise durum daha vahim değil midir? Evet, son bir arınmayla o lânet, dinozor babalarının toplumsallaşmalarına zerk ettiği püritan unsurları tasfiye ettiler. (Türkiye’nin 1980’den sonraki kültürel iklimi, belki de sâdece Atıf Yılmaz sineması ne kadar çok şey anlatıyor). Hâsılı, son burjuvalar kendi dâirelerinde veyâ gettolarında kendi kültürel tüketim kamusallıklarını kurdular. Meyhaneler, kafeli kitapçılar, lezzet sürprizi lokantalar, cep tiyatroları, akustik müzik kulüpleri, caz barlar, yoga dersleri, belediye şenlikleri, keşif tutkulu turizm, el değmedik sâhil kasabaları, çılgın bijüteri ilh.... Burjuva kamusallığının gettolaşmasıdır bu. Bu gettolarda avâmın fenalıkları, kabalıklarına dâir kahırlara, dezavantajlı gruplara dâir popülist söylemler eşlik eder.

Bir ekonomipolitik teşkilatlanma olan modern kamusal hayâttan, bilhassa sol maksimalist burjuva beklentilerin istediklerini elde edemediği son derecede âşikârdı. Bir zamanların o mâhut sanâyi toplumlarında kamusal hayattan üretim çekildiğinde ve bunun yerini yoğun bir tüketim aldığında büyük bir boşluğa düştüler. Ama yeni duruma uyum sağlamakta yine de zorlanmadılar. Ekonomipolitikten ellerinde sâdece politik kalmıştı. Bu terekeyi mutlaklaştırdılar ve kendi psikodinamikleri (baba düşmanlığı) doğrultusunda devlete aksettirerek şahsîleştirdiler. Burjuvalar kendi enteleküel havâilikleri ve esriklikleri içinde farkında değillerdi ama ithâlen geliştirdikleri fikri modeller, tüketim kapitalizminin geniş kitleleri dur durak bilmez tüketiciler yapmak için toplumları devletsizleştirme/örgütsüzleştirme, bireyleri ise babasızlaştırma siyâsetleriyle birebir örtüşüyordu. Burjuva radikalizmi toplumsala dâir bağlarını ve adanmışlık duygularını sınıfsal olmaktan çıkararak devletlerin örselediği kesimlere doğru kültürel düzlemde en heterojen düzlemde bagajlaştırdılar. Diğer taraftan tüketim, üzerlerinde ağır baskı doğuran baba yâdigârı püritanlığı tasfiye etmelerine yardımcı oluyordu. 1990’larda bilhassa görsel medya üzerinden hâlâ ağırlıkları hissediliyordu. Ekonomipolitik çözülme herkesi şaşkınlaştırmıştı. Bilhassa alt orta sınıfların üniversiteleşen yeni nesilleri bir yol yordam arayışındaydı. Akıl ve fikir talep ediyorlardı. İşte tam bu evrede nedâmet getirmiş ve liberalleşmenin temalarını satan nesiller o boşluğu doldurdular. Artık medyadaki “özgürleşme”, yâni babasızlaşma, yâni özgürleşmenin mahsulü olan özel TV’lerde çok prim yapan, Siyâset Meydanı, Kırmızı Koltuk gibi sayısız tartışma programları tam da bunu gösteriyor. Yeni dinamikler, tıpkı II. Meşrûtiyet sonrasında yaşanmış olan matbûat enflasyonuna benzer bir hava esiyordu. Gazeteler, mecmûalar kamusal sâhalarda cirit atıyordu. Lâkin TV’ler artık burjuva kamusallığının yeni ana mecrasıydı. İşin tuhâfı, sermâyenin, daha evvel yaptığı gibi, medyayı kolonizasyonu bu sürece itiraz etmiyor; tam aksine destek de veriyordu. (Eh, o da devletten şikâyetçi değil miydi?)

Yeni sol ve yeni islâmcılığın yolu bu eksende kesişiyor ve kesişme, babalar arası kanlı hesaplaşmaların ve kan dâvalarının sonunu getirecek bir gelişme olarak kutlanıyordu. Orta sınıflaşan taşranın yeni nesilleri, devletten yedikleri sillelere rağmen devletçi olmakta ısrarlı olan babalarından farklı olarak artık devletçi olmayacaklardı. Devlet en şedit çıkışını 12 Eylül’de yapmış ve çıkış yolu bırakmamıştı. Sivil islâmcı Ali Bulaç’ın Birikim’de yazması, Abdurrahman Dilipak’ın Toktamış Ateş ile kucaklaşması tam da bunun en hatırda kalan fotograflarıdır.

İşler 2000’lerin ortalarına kadar iyi de gitti. (1999 Depremi, 2001 Krizi, Merkez restoratör ittifakın çürümüşlüğünü hatırlayalım). 2010 sonrasında burjuva kamusallığı ekonomisizleşmiş, kültürelleşerek serâpa siyâsallaşmış yeni kamusal hayâtlarında devâm ettirdikleri saltanatı hızla kaybetmeye başladılar. Bu çöküşün ekonomik (2008 ve sonrası) ve siyâsal krizler (Gezi, 17/25 Aralık, nihâyet 15 Temmuz) üzerinden, târihi ayrıca anlatılabilir. Bu zâten, AK Parti ile liberallerin kopuşu ekseninde yapılıyor. Ben daha maddî başka bir zemine, teknolojik dönüşüm zeminine bakmak istiyorum.

Babasız burjuva kamusallıkları, teknolojik gelişmeleri sırf babaların kontrolünü zora soktuğunu düşündükleri için kutsamaktan geri kalmadılar. Gidişâtın, târihsel bir örüntü (pattern) olarak kamusal hayâtı, burjuva kamusallığı ile berâber bir karadelik gibi içine çektiğinin ve kendileri için varoluşsal bir meseleye evrildiğinin farkında değildiler. 1990’lar ve 2000’ler mukayesesi bunu çok berrak bir şekilde ortaya koyar. Burjuva kamusallığı, kamusal örüntünün toplumsallığından beslenir. 2000’ler zirve yapan teknolojik gelişmeler bizzat toplumsalı, yâni kamusal hayâtın çimentosunu aşındırıyor ve içinde bedensel/ruhsal odaklanma ve takıntıların, egoizm ve narsisizmin baskın olduğu dağıtık, kopuk bireysileşmeleri (indivituation) doğuruyordu. Bu ayrışma ve dağılmalar kamusal târihsel birikimi tehdit ediyordu. Yeni oluşan kamusallıklarda toplumsal sönümlenmişti. Ekonominin kamusallıktan çekilmesinden sonra kamusal târih bu defâ da toplumsallığını kaybediyordu. Matbû ve görsel medyanın yerini aldığı söylenen sosyal medya son derecede yanlış bir kavramlaştırmadır. Yeni kamusallıkların sosyalitesi, yâni toplumsallığı çok tartışmalıdır. Üretimin terk ettiği ve dağıtık bir yapıda merkezden kenara savrulduğu 1990’larda sosyalite, yâni toplumsallık, eksilse de bir mübâdele ve tüketim tarzı olarak devâm ediyordu. Kültüralist şişmeler de, üretim açıklarını kapatan parasal şişmeler gibi bu boşluğu şöyle böyle dolduruyordu. 2000’lerden başlayarak teknolojik gelişme parasal mübâdele tarzını nakitsizleştirerek, agoraların yerini alan çok başka dolaşım ağları inşâ ederek her geçen gün biraz daha zayıflatıyor. Pandeminin sloganı olan HES, bildik kamusallığın çözülüşünün tescilli milâdıdır. Sosyal medya olarak bildiğimiz, içinde bildik mânâda sosyalleşmenin olmadığı, en fazla plastik bir düzeyde seyrettiği bir ağdır. Toplumsalı olmayan heterojen yeni, tuhaf, çimentosuz bir kamusallıktır bu.

Parasal şişmelerin nasıl sonuna geldikse, kültürel şişmelerin de öyle. İlki nasıl şifa olmayıp sistemik çürümüşlüğü arttırdıysa, kültürel şişmeler de burjuva beklentilerin tersine babasız çocukların barışçıl oyunlar oynadığı şenlikli kindergartenler olmadı. O da yozlaşarak kabileleşmelere, kör Bedevî savaşlarına evrildi. Bulutsallaşmış teknolojik gelişmelerin karadeliği yeryüzündeki kamusalllığımızı, yeraltı galerilerini tâkiben, biteviye patlamaların hüküm sürdüğü mağmaya indirdi. Yeryüzü artık sâdece lojistik bir kıymete sâhip. Hâsılı eşanlı olarak bir medeniyet dâvası olarak yerküreyi ve hayallerimizi fişekleyen gökkubbeyi kaybettik. Bulutsallığın hüküm sürdüğü gökkubbede yapay zekâ hüküm sürüyor. Mağmada ise bize sâdece ölümcül kimlikler ve savaşlar kaldı.

Kapitalizmin kendisini ayakta tutması dünyâyı insansızlaştırmakla doğrudan bağlantılıdır. Kapitalizm, sanâyi evresinde feodaliteden arınmalı, merkezîleşmeliydi. Riskli bir süreçti bu. Onun için emeği orta sınıflaşmalar üzerinden iğdiş etti. Bu sûretle toplumsalı insansızlaştırarak bir kamusal hayât inşâ etti. Sanâyi sonrası kapitalizm ise, ilkinin aksine yeniden feodalleşmek zorunda. Evvela emeği ve üretimi tehcir ederek toplumsal çimentolu bir kamusallığı çözdü. Babasızlaştırmalar, örgütsüzleşmeler, kültürelleştirmeler ve tüketim kamusallığı bu zincirin diğer halkalarıydı. Yeni feodalleşme herşeyin şahsîleştiği orijinal feodaliteden farklı olarak insansızlaştırmaya hizmet ediyor. Bugün idrâk ettiğimiz insansızlaştırma insanın yeryüzünden, en dağıtık hâliye yeraltına sürülmesidir. Yeni medeniyetin sermâyesi, yapay zekâ ile işleyen bir bulutsal gökyüzü, lojistik bir yeryüzü ve mağmadır.

Ha, burjuvaları mı soruyorsunuz? Onlar da sürgün yedi ve feodalleşmeden nasibini aldı.. Bugün onlar Twitter, Youtube, İnstagram mecrâlarında kendi Baronluklarını, tâkipçi sayılarını arttırarak Markiliğe, Kontluğa dönüştürme derdinde.

Yorum Analiz Haberleri

“Esed’in düşüşüyle Rusya 'süper güç' olmaktan çıktı”
Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango