Bunun adı yardım ve yataklık olduğuna göre

Ekrem Dumanlı

Farz edin ki herhangi bir suçtan bazı kişiler aranıyor. Haklarında yakalama emri çıkarılan kişileri saklama, onları adaletin elinden kaçırma hakkınız olabilir mi? Velev ki o şahıslar sizin çok sevdiğiniz, yakınlık duyduğunuz insanlardan oluşmuş olsun.

Bir mahkeme, bir zanlı hakkında yakalama emri çıkardığında onu ne ailesi, ne arkadaşı, ne çalıştığı kurum koruyabilir, saklayabilir. Yargı bu eylemi, 'yardım ve yataklık etmek' suçlamasıyla masaya yatırır ve sadece aranan kişilerin değil, aynı zamanda onları kollayan kişilerin de peşine düşer...

Bir haftadır yaşanan hadisenin yukarıda resmetmeye çalıştığım manzaradan bir farkı yok. Dilerseniz olayı kısaca özetleyelim: "Balyoz Darbe Planı" diye bilinen teşebbüs üzerine cumhuriyet savcıları bir iddianame hazırladı. Ortaya konan bilgi ve belgeler tüyler ürpertici. Mesela kendi ordumuz içinde bir grup İstanbul'daki tarihî camileri bombalayacak, o vahim hadisenin akabinde güdümlü protestocular oluşturulacak, o göstericiler askerî tesislere saldıracak, o tesislerdeki kişiler de 'ayaklanma'yı bertaraf(!) edecek. Çarpıcı bir diğer misal, Türkiye'yi Yunanistan'la savaşa sokmayı hedefliyor. Kendi jetlerimizin vurulmasından söz ediliyor. Maksat belli: Ülkede kaos oluşturup AK Parti hükümetini devirmek, "İstanbul'un üzerine çökmek", "Yeni bir kuşak yetiştirinceye kadar gitmeyecek" bir askerî yönetim kurmak...

İddianame mahkeme tarafından kabul edildi. O gün bugündür bazı çevrelerdeki telaş bitmiyor. 'Balyozcular'ı kurtarmak için askerî ve sivil bürokrasi seferberlik ilan etti adeta. Ancak mızrak çuvala sığmıyor bir türlü. On gün önce 10. Ağır Ceza Mahkemesi 102 sanık hakkında yakalama emri çıkardı. Bu hükmün geriye dönüşü bulunmuyor aslında. İsmi geçen sanıklar yargı karşısına çıkacak, iddialar bu kişilerin yüzüne okunacak vs.

Gel gör ki tam bu aşamada hukuk tarihinde örneği görülmeyen bir koruma ve kollama sistemi oluşturuldu. Hakkında yakalama kararı çıkarılan 102 subay kayıplara karıştı. "Çağrılsak adliyeye geliriz!" diyen emekli komutanlar ikamet adreslerinde bulunamıyor, telefonları kapalı. Açık bir savsaklama ve firar durumu söz konusu. Bazı gazeteler emekli ve muvazzaf subayların belli kışlalarda saklandığını yazdı. Olacak şey mi bu? Genelkurmay Başkanlığı bu hukuksuz sürece nasıl müsaade eder? Savunma Bakanı bu yanlış karşısında niçin suspus olmayı; hatta bazen hukuk dışı yolları çağrıştıran düşük profilli mesajlar vermeyi tercih eder?

Yapılan, resmen suçtur! Nasıl herhangi bir şahıs, mahkeme tarafından hakkında yakalama kararı çıkarılmış kişileri koruyamazsa Genelkurmay Başkanlığı da, Milli Savunma Bakanlığı da aynı hatayı yapamaz. Bu yanlışta ısrar eden suçlu durumuna düşer ve 'yardım ve yataklık' suçundan adalet karşısına çıkmayı hak eder.

Bunca hukuksuzluk alenen yapılırken uzun bir zamandan beri prestij kaybeden medya ne yapıyor? Bunlardan bir kısmı hukuksuzluğun altını dolduracak operasyonel haberler yayınlayarak kanunsuzluğu kutsuyor. Diğer bir kısmı ise sessiz sedasız vaziyeti kurtarmaya çalışıyor. Demek ki hukukun çarkları etkin ve seçkin kişiler için ayrı çalışıyor; normal vatandaşlar içinse ayrı. Bu mudur hukuk devleti olmak, bu mudur demokrasinin bütün kurum ve kuruluşlarıyla işler hale getirilmesi?
 


"Milliyetçi" isen Öcalan'ın yanında işin ne?

Mayıs ayı içinde PKK lideri Öcalan ilginç açıklamalarda bulundu. Aradan çekileceğini söyleyerek terör eylemlerinin artacağına dair ipuçları verdi. Bu arada bir de toplumlar arası çatışma ihtimalinden bahsetti. "Kürt-Türk çatışması çıkabilir" diyerek taraftarlarını böyle bir çatışmaya davet etti aslında.

Şimdi neler yaşanıyor? Günler öncesinden hazırlık yapılan bazı ilçelerimizde Kürt-Türk çatışması tezgâhlanıyor. Olayların tamamında devasa soru işaretleri var. Mesela Dörtyol'da çıkan hadisenin seyri her şeyi ele veriyor. Jandarma raporuna göre 4 polisin şehit edilmesinde kullanılan aracın sahibi MHP'li meclis üyesi Bestami Kılıç, saldırı öncesi 3 askerî istihbarat elemanıyla görüşme yapıyor. Bestami Bey, Hürriyet'e konuşmuş, gasp edilen aracı için üzüntüsünü dile getirmiş ve "Keşke ben ölseydim" demiş.

Saat 14'te üç istihbaratçıyla tenha bir yerde buluşan MHP'linin yarım saat sonra arabasının gasp edilmesi, akşama doğru bir başka araçta şüpheli üç kişinin yakalanması, kentte "suçlular yakalandı" haberinin yaygınlaşıp gösteriye dönüşmesi, bir gün sonra kalabalığı galeyana getiren kişilerden birinin MİT görevlisi olduğunu söyleyip daha sonra o kalabalığı eyleme teşvik eden şahsın jandarma uzman çavuş çıkması provokasyon endişelerini arttırıyor.

Dörtyol bu kadar karıştırılmışken BDP yönetimi bir konvoy düzenleyerek tansiyonun çok yüksek olduğu kente doğru harekete geçiyor. Düşünebiliyor musunuz; onca kirli tezgâhın toplumu barut fıçısı haline getirdiği bir yerleşim merkezine PKK'ya yakınlığı ile bilinen bir parti konvoy halinde ilerliyor. Amacınız ne? Zaten bir senaryo yazılmış burada; siz hangi rolü üstlenip piyasada figüran bırakmayacak bir gayretin içine girdiniz?

Bu ülkeyi seven herkese ama herkese seslenmek gerekiyor: Karanlık merkezlerde planlanan Kürt-Türk çatışmasına boyun eğmemek için sağduyulu olmak, soğukkanlı kalmak şart! Belli ki provokatörler milliyetçilik duygularını körükleyerek sosyal barışı yerle bir etmek istiyor. Öcalan'ın yazdığı bir senaryoda ülkücüler görev alabilir mi? PKK liderinin öngördüğü bir kara planda ülkesini seven bir vatandaş rol alabilir mi? Elbette bu tür soruların cevabı hayır! Ancak olayların sıcaklığında bunu hissetmek, anlamak çok zor olabiliyor...
 


Yandaş medya böyle oluşuyor işte

Geçenlerde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bir program yaptı. 24 Temmuz 2010 Cumartesi günü düzenlenen programın ayrıntılarını pek çok kişiden dinleme imkânım oldu. Manzara aynen şöyle:

Programın bir anında, orada bulunamayıp telgraf gönderenlerin mesajları okunuyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın kutlama mesajı okununca derin bir sessizlik çöküyor salona. Ardından CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun mesajı okunuyor ve salon yıkılıyor adeta. "Bravo!" diye bağıranlar, alkış tufanı koparanlar, gözlerinin içi gülenler... Bu tablo salonda bulunan bazı gazetecileri rahatsız ediyor. Haksız da sayılmazlar; sonuçta orası 'CHP medya kolları' olmasa gerek. Biraz sonra Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın mesajı okunuyor ve az sayıda gazeteci (az önceki tabloyu protesto etmek amacıyla) alkışlıyorlar.

Medyanın bir bölümü çok net ve keskin CHP'lilerden oluşuyor. Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçildiği kongrede alkış tufanı koparanlar, masalara-sandalyelere tırmanıp tebrik ve tebcil yağdıran usta gazetecileri herkes duymuş, tanımıştı. Bu, ikinci Kılıçdaroğlu vakası. Sağa sola, "yandaş medya" deyip höykürenler, buldukları ilk fırsatta nasıl derin bir yandaşlık yaşadıklarını gizleyemiyorlar...

ZAMAN