SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL; Suriye’de meydana gelen son gelişmeleri yorumluyor:
Suriye Buhranı'nın diğer arab rejimlerinde son 1,5 yıldır bir dip dalgası şeklinde görülen sosyo-politik buhranlardan çok daha çetin olabileceği tahmin ediliyordu..
Çünkü, buradaki diktatörlük, hem geçmişteki Baas rejiminin kanlı uygulamalarının sorulacağı korkuları içindeydi, hem de, Suriye halkı içinden çok küçük bir azlığa dayanıyordu..
Nusayrî alevîleri denilen ve Hâfız Esed ve ailesininin de mensubu olduğu inanç toplumu yüzde 12'lerdeydi.. Yüzde 8 kadar da, çoğu hristiyan olmak üzere, başka dinlerden halk kesimleri vardı.. (Ki, Suriye Dışişleri Bakanı Velîd Muallim'in ismine bakarak, yanılma durumu olmasın.. Velîd Muallim de, tıpkı, Saddam rejiminin uzun yıllar Dışbakanlığını yapan Tarıq Aziz gibi, hrıstiyan kesime mensub bir kimsedir.. Tarıq Aziz'in hristiyan ve asıl isminin Tarıq Mihail Yuhanna Aziz olduğunu ve mensubu olduğu kesimin ve emperyalist güç odaklarının menfaatlerinin sözcüsü gibi davrandığı, bu satırların sahibince 25 yıl öncelerde sözkonusu edildiğinde, bunu bazıları sırf Saddam düşmanlığının sevkıyle yazdığımızı sanıyordu.. Ama, Saddam düştükten sonra, Saddam ve çevresindeki niceleri idâm olunurken, o dönemin bütün uygulamalarının en az 25 yıl en üst uygulayıcı ve sorumlularından birisi olan Tarıq Aziz'in, başta Vatikan olmak üzere, hemen bütün emparyalist Batı'nın açık himayesiyle, cezaevinde bile değil de, ağır hasta olduğu gerekçe gösterilerek, gözhapsinde tutulmakla yetinildiğini ve bunun mânâsını hatırlayalım..)
Bu parantez içi bilginin gözönünde bulundurulması şunun için önemli..
Suriye'de 43 yıllık Baas ve Esed Hanedanı tahakkümü, varlığını, Nusayrî -alevî azlığı + Hrıstiyan azlık unsurlar + Sünnî sermayedâr ve eşraf (denilen) kesim arasındaki dengeye dayandırıyordu..
Sadece en üst değil, hattâ orta dereceli yönetim birimleri ve ordu komutanları bile, hep bu dengeye göre şekilleniyor ve piramidin tepesinde ise, Esed Hanedanı ve Baas Partisi'nin 45 yıllık ideolojik uygulayıcıları bulunuyordu.. Yani, su başlarını devler tutmuş..
Halkın büyük kesimi ise, âdetâ, yok sayılıyor..
BU NASIL BİR İTAAT ANLAYIŞI?
Ama, yazık ki, ordunun büyük gövdesini, kendilerini emir kulu bilen ve kumandanlarca, yönetimin başında bulunanlarca, verilen emirleri yerine getirmenin suç sayılmaması gerektiğini ileri süren ve zanneden geleneksel Emevî kültürünün ve itaat anlayışının bağlısı olan sünnî müslüman kesimin çocukları oluşturuyor.. Ve o 'asker'ler, kendi halklarını ezip geçiyorlar.. Tıpkı, kemalist -laik rejimin ordusunun asıl gövdesini oluşturan askerlerin de, 1925'lerden itibaren, kendi mensub oldukları müslüman halkı, yukardaki diktatörlerin, zorbaların, kaatillerin rejimlerine ve emirlerine itaati kutsal zannederek defalarca ezmeleri örneğinde olduğu gibi..
Ki, İran-Irak arasında, 1980-88 arası 8 yıl süren ve iki taraftan, en az 1 milyon insanın eridiği kanlı savaşta da, Irak ordusunun yüzde 80'i şiî-müslüman halkın çocukları olduğu halde, onlar da, Saddam'ın emriyle hareket etmekten kaçınmıyorlar ve kendileriyle aynı mezhebî safta ve şiî- İslam yorumunu kendi sosyal düzeninin temeli yapmış olan İİC nizamının askerleri ve halkı için en acımasız saldırıları yapıyordu..
Yazının Devamı İçin Tıklayınız…