Bulgaristan Müslüman azınlığının makûs tarihi

Bulgaristan'ın asimilasyon politikalarına maruz kalan Müslüman azınlığın Türkiye'ye hazin göçü.

89 göçünün yaşanmasına neden olan asimilasyon 1984 yılında ‘’soya dönüş süreci’’ adı altında yasa çıkarılarak başlatılmış, 1985 yılında da uygulamaya konmuştur. Bu dönemde köylere ve kasabalara baskınlar düzenlenerek herkesin bir Bulgar ismi alması istenmiş, isim almamakta diretenler para ve hapis cezasına çarptırılmıştır. gzt.com’un bu hazin göçü derinlemesine aktardığı yazıyı okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.

İlk toprak kazanımlarından itibaren Osmanlılar Anadolu’dan aileler getirip iskân etmiş ve Niğbolu Savaşından sonra göç ve iskân faaliyetleri hız kazanmış, nihayetinde Bulgaristan, Müslüman beldesine dönüşmüştür. 16. yüzyıla gelindiğinde Vidin ve Rusçuk dışındaki tüm şehirlerde Müslüman ahali Hristiyan ahaliyi sayıca geçmiş, Osmanlı Devletinden bağımsızlığın kazanıldığı dönemde Müslüman nüfusun 1 milyon 600 bin civarında olduğu ve bu rakamın ülkedeki Hristiyan Bulgar nüfusuyla eşit sayıda olduğu tahmin edilmektedir. Zamanla yaşanan kitlesel göçlerin neticesinde ülkedeki Müslüman nüfusun sayısı azalmıştır. Günümüzdeki sayı 1 milyon civarındadır. Sünni Müslümanların oranı %92,3, Şii Müslümanların (Alevi-Bektaşi) oranı ise %7,7’dir.

Bulgaristan Devleti, iki siyasi hadisenin neticesinde ortaya çıkmıştır. Birinci hadise; 17. yüzyılda Çar Deli Petro’nun önderliğinde sıcak denizlere inme ve bütün Slav halklarını tek devlet çatısı altında toplama idealiyle ortaya çıkan Çarlık Rusya’sıdır. Yaklaşık 400 yıl süren Osmanlı-Rusya münasebetlerinde Rusya, her fırsatta Slavların hamisi olduğunu iddia etmiş ve başta Bulgarlar olmak üzere Balkanlarda yaşayan diğer Hristiyan-Ortodoks topluluklarının Osmanlı Devletine isyan etmesinde başat rolü oynamıştır.

İkinci hadise ise 18. yüzyılda meydana gelen siyasi, sosyal, ekonomik ve fikri anlamda tüm dünyayı etkileyen Fransız İhtilalidir. Osmanlı Devleti, ihtilalin gerçekleştiği dönemde Rusya ve Avusturya devletleriyle savaş halinde olduğundan dolayı soruna öncelikle Avrupa’nın iç meselesi olarak bakmış, ihtilalin ilerleyen yıllarda kendi topraklarında sebep olacağı sorunları hesaplayamamıştır. Sorun ayyuka çıktığında ise imparatorluk gerileme sürecine girmiştir. Gerileme sürecinde kurtuluş reçetesi olarak, farklı ulusları bir arada tutmak için reform ve ıslahatlar yapılmıştır. Ancak bu projeler beklentileri karşılamamış aksine parçalanmayı hızlandırmıştır.

Fransız İhtilali

Rusya, Balkanlarda Osmanlı Devletinin gerilemesinden kaynaklanan istikrarsızlık ve otorite boşluğundan faydalanmak istemiş ve bu hedefini gerçekleştirmek için kendisi gibi imparatorluk hüviyetine sahip olan Avusturya-Macaristan ile Balkan topraklarının kontrolü konusunda anlaşmıştır. İki devlet Balkan sorununa çözüm getirmek için 1877 yılı başlarında büyük devletlerin Londra’da toplanmasına ön ayak olmuştur. Londra Protokolünde alınan kararlar çıkarlarına aykırı olduğu için Osmanlı Devleti tarafından kabul edilmemiş, akabinde Rusya, Londra Protokolünü bahane ederek Osmanlı Devletine savaş ilan etmiştir.

1877-1878 tarihleri arasında meydana gelen Osmanlı-Rus Savaşında (93 Harbi) Osmanlı Devleti mağlup olmuş, önce Rusya ile Ayestefanos (Yeşilköy) Anlaşmasını imzalamış fakat anlaşma İngiltere ve Avusturya gibi Balkan coğrafyasıyla yakından ilgilenen devletlerin çıkarlarına aykırı olduğu için iki devletin girişimiyle iptal edilmiş ardından birçok devletin mutabakatıyla 13 Temmuz 1878’de Berlin Anlaşması imzalanmıştır. Yazımızın muhtevasını teşkil eden Bulgaristan Devleti ve teb’ası olan Müslüman azınlık Berlin Anlaşmasının ardından dünyanın gündemine girmiştir.

13 Temmuz 1878'de yapılan Berlin Antlaşması’nın son toplantısı, Gyula Andrássy ile Pyotr Shuvalov arasında Bismarck, solda Alajos Károlyi, Alexander Gorchakov (oturmuş) ve Benjamin Disraeli yer alıyor.

Bulgaristan, Berlin Anlaşmasından sonra önce Osmanlı Devletine bağlı prenslik, 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet’ten sonra ise bağımsız devlet olmuştur. Kuruluşundan itibaren birçok sorunla uğraşan Bulgaristan, krallık döneminde bölgede ve bütün Dünya’da yıkıma sebep olan Balkan Savaşları ve 2.Dünya Savaşına katılmış, bu savaşlardan mağlup ayrılmıştır.

II. Dünya Savaşından sonra Sovyetlerin etkisiyle 1944 yılında Komünistler krallık rejimine karşı geniş halk kitlelerinin desteğini de alarak isyan başlatmış ve kısa sürede ülke muhaliflerin kontrolüne geçmiştir.

8 Eylül 1946’da yapılan halk oylamasında halkın %92’si ülkede krallık rejiminin kaldırılması yönünde oy kullanmıştır. Ardından 15 Eylül 1946 tarihinde cumhuriyet ilan edilmiştir. Bulgaristan’ı 1944-1947 yılları arasındaki bu dönemde ‘’ Vatan Cephesi ‘’ ismiyle bilinen komünistler, sosyal demokratlar, çiftçiler, liberaller ve bağımsız aydınlardan oluşan anti-faşist grup yönetmiştir. Cephenin en güçlü ortağı Sovyet Rusya destekli Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) 1947 yılında yönetimi tamamen ele geçirmiş ve ülkeye 4 Aralık tarihinde Bulgaristan Halk Cumhuriyeti adı verilmiştir.

Eski Komünist Parti binası, Sofya, Bulgaristan.

Müslüman azınlık

Müslüman Türklerin Anadolu’dan Balkan Coğrafyasına ilk seferleri Aydınoğulları Beyi Umur Bey dönemindedir. Fakat bu seferler yerleşme niyetiyle yapılmamış daha çok ganimet kazanmak maksadıyla gerçekleştirilmiş gaza faaliyetleridir. Müslümanlar bu seferlerden sonra Osmanlı Devleti döneminde bölgeye ayak basmıştır. Balkanlara yönelik gaza faaliyetleri Orhan Bey döneminde olmakla birlikte asıl seferler ve yerleşme niyeti I. Murad döneminde olmuştur. İlk mücadeleler Bulgarlarla yapılmış aynı zamanda ilk toprak kazanımları da Bulgar Krallığının kontrolündeki topraklar olmuştur. 1396 yılında yaşanan Niğbolu Savaşıyla bütün Bulgaristan toprakları Osmanlı yönetimine geçmiştir.

İlk toprak kazanımlarından itibaren Osmanlılar Anadolu’dan aileler getirip iskân etmiş ve Niğbolu Savaşından sonra göç ve iskân faaliyetleri hız kazanmış, nihayetinde Bulgaristan, Müslüman beldesine dönüşmüştür.

Devlet-i Ali Osmaninin bütün Balkan Coğrafyasındaki iskân faaliyetleri yaklaşık 200 yıl sürmüş, gönüllü ve zorunlu göç olmak üzere iki şekilde gerçekleştirilmiştir. Göçebeleri yerleşik hayata geçirme, hasım aşiretler arasındaki kavgalara son verme, Avrupa devletlerinin saldırılarına karşı tampon bölge oluşturma ve Balkanların yerli halklarına karşı denge unsuru oluşturmak, iskân politikasının amaçları olarak sıralanabilir.

Bulgaristan’a daha çok Konya'dan Türkmenler ve Yörükler, Kırım’ın kaybedilmesinden sonra Tatarlar ve Büyük Çerkez sürgününden sonra bir kısım Çerkezler iskân edilmiştir. Ayrıca yukarıda değindiğimiz Türk kökenli toplulukların haricinde Arnavut, Roman ve Pomaklar Türk azınlıklarla birlikte yaşayan Müslüman topluluklardır. Başta, Haskovo, Filibe, Kırcaali, Sofya, Razgrad, Şumnu, Eski Cuma, Silistre, Dobriç, Burgaz ve Rusçuk şehirleri olmak üzere birçok yerleşim bölgesinde Müslüman azınlıklar yaşamaktadır.

1396 yılına ait Kuşatma altındaki Niğbolu kalesi gösteren minyatür, Topkapı Sarayı, İstanbul.

16. yüzyıla gelindiğinde Vidin ve Rusçuk dışındaki tüm şehirlerde Müslüman ahali Hristiyan ahaliyi sayıca geçmiş, Osmanlı Devletinden bağımsızlığın kazanıldığı dönemde Müslüman nüfusun 1 milyon 600 bin civarında olduğu ve bu rakamın ülkedeki Hristiyan Bulgar nüfusuyla eşit sayıda olduğu tahmin edilmektedir. Zamanla yaşanan kitlesel göçlerin neticesinde ülkedeki Müslüman nüfusun sayısı azalmıştır. Günümüzdeki sayı 1 milyon civarındadır. Sünni Müslümanların oranı %92,3, Şii Müslümanların (Alevi-Bektaşi) oranı ise %7,7’dir.

Türkler

Müslüman azınlık içinde en çok nüfusa sahip olan grup Türklerdir. Tarihi kaynaklara göre Müslüman Türklerden önce 10 ila 13. Yüzyıllar arasında Kuman, Peçenek ve Uzlar ilk defa Bulgaristan topraklarına yerleşen Türk topluluklarıdır. Bu Türk boyları zaman zaman Bulgar Krallığının ve Bizans İmparatorluğunun hizmetine girmişlerdir. Birçoğu zamanla Hristiyanlık inancını benimseyip Slavlaşmışlardır.

Müslüman Türklerin Bulgaristan topraklarına göçü ise Osmanlı Devleti döneminde fethedilen bölgelere Anadolu’dan getirilen ailelerle olmuştur. Bulgaristan topraklarında Müslüman Türk azınlığı, diğer Müslüman azınlıklar ve Hristiyan teb’a 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşına kadar imparatorluğun kontrolünde küçük çaplı sorunların haricinde huzur içinde yaşamışlardır.

Müslüman Bulgarlar, 1932.

Mezkûr savaştan sonra temelleri atılan ve 1908 yılında bağımsızlık kazanan Bulgarların yönetiminde ise azınlık sorunu ortaya çıkmıştır. Azınlıklar içinde politik gerekçelerle Türk azınlığına sürekli baskı yapılmış, zaman zaman bu baskıların dozu arttırılmış, ölümler ve zorunlu göçler olmuştur. Savaşlar ve hak ihlallerine bağlı olarak meydana gelen göçler Türk azınlığın ülkede sayıca azalmasına neden olmuştur. Günümüzdeki nüfus sayısı resmi kaynaklara göre 750 Bin civarındadır.

Ancak yerel Türk kaynaklarına göre gerçek nüfus bu sayının üzerinde olup 1 milyon civarındadır. Türk nüfusun çoğu Sünni Müslüman, az bir kısmı ise Alevi-Bektaşi ve Ortodoks Hristiyan inancı mensubu olan Gagavuz-Türkleridir. Bazı kaynaklarda Gagavuz Türklerinin Osmanlılardan önce bölgeye yerleştiği yazılıdır. Tüm dünyada 150 bin civarında nüfusa sahip olan Gagavuz Türklerinin Bulgaristan'daki sayıları da 20 bin ile 50 bin arasında olup, çoğunlukla Varna, Kavarna ve Balçık şehirlerinde yaşamaktadırlar.

Tarihte Gagavuz Türkleri.

Pomaklar

Osmanlı kaynaklarında Pomak ismine 19. yüzyılda rastlanılmaktadır. Kökenleri hakkında farklı iddialar ortaya atılan Pomakların Müslümanlaşmış Bulgar, Sırp veya Rum, ayrıca Arap ya da Türk oldukları iddia edilmiştir. Slav kökenli olduklarını iddia edenlerin tezi konuştukları dilin içinde çok sayıda Slavca kelimelerin olmasıdır. Ancak diğer bir görüşe göre Pomaklar; Orta Asya ve Kafkaslardan göç ederek Balkanlara yerleşen Türk kökenli Kumanlar olduğu yönündedir. Nitekim Kuman, Peçenek ve Uzların tahminen 11. yüzyılda göç edip yerleştikleri Balkan coğrafyasında yerli halkla karışarak Slavlaştıkları tarihi kaynaklarda geçmektedir.

İkinci tezin devamında Pomakların Osmanlı fütuhatları esnasında karşılaştıkları Türk soydaşlarından etkilenerek Müslüman oldukları ve Osmanlı Devletinin fetihlerine öncülük ettikleri belirtilmektedir. Haklarındaki bu iddialardan ziyade Pomak topluluğunun gündemimizi en çok meşgul eden tarafı, Bulgaristan’da maruz kaldıkları asimilasyon sürecidir.

Bulgaristan Devleti, Pomakları kuruluş döneminde Türk azınlığın içinde kabul etmiş fakat sonraki dönemlerde ‘’Muhammedi Bulgarlar’’ olarak adlandırmıştır.

Balkan savaşları sırasında Devin köyünde, Müslüman Pomaklar Ortodoks Rahipler tarafından zorla vaftiz ediliyor. (1912)

Bulgar yönetimi ve araştırmacılarının iddialarına göre ‘’Aslında Pomaklar Bulgar ve Hristiyan’dır, Osmanlı döneminde zorla Türkleştirilmiş ve Müslümanlaştırılmıştır.’’

Pomaklar, Bulgaristan’ın Osmanlı Devletinden ayrılmasından sonra 1912, 1942, 1948, 1962, 1971-74 yılları arasında ‘’öze dönüş projesi’’ adı altında gerçekleştirilen asimilasyon politikalarına maruz kalmışlardır.

Bazı dönemlerde Pomakların Bulgar olduklarını ispatlamak için bilimsel veriler kullanılmış, örneğin; kan örnekleri alınıp DNA testleri yapılmıştır.

Ancak Pomaklar bu projeye büyük bir direnç göstermişler ve Bulgaristan, Pomakların direncine birçok kez ölüm, sürgün ve müsadere yoluyla mukabelede bulunmuştur.

Komünist rejimle birlikte Bulgaristan Pomakları nüfus sayımlarında Bulgar nüfusu içinde gösterilmiştir. Dolayısıyla Pomak nüfusu her zaman tartışma konusu olmuştur. Pomakların sayısıyla ilgili değişik rakamlar verilmekte olup en doğru tahmin 250 bin civarında olandır. Çoğunlukla, Rodop Dağları, Smolyan Bölgesi ile Hasköy-Kırcali’de yaşamaktadırlar.

Romanlar

Yaşadıkları ülkelerde en dezavantajlı kesimler arasında kabul edilip, kökenleri hakkında farklı iddialar ortaya atılan Romanlar; Türkiye’de halk arasında “Çingene” ismiyle bilinmektedir. Ancak bu kelime aşağılayıcı bir ifade taşıdığı gerekçesiyle kendilerine “Roman” denilmesini istemektedirler.

Balkan savaşları sırasında Devin köyünde, Müslüman Pomaklar Ortodoks Rahipler tarafından zorla vaftiz ediliyor. (1912)

Romanlar Anadolu’da “poşa/boşa”, “karaçi”, “mutrib/mıtrıp/mırtım”, “kıptî”, “arabacı”, “elekçi”, “köçer” gibi isimlerle bilinmektedir. Aynı zamanda İç Anadolu'nun bazı bölgelerinde “abdal” ismiyle de anılmaktadırlar. Romanların, 11. yüzyılda Hint kıt'asından dünyanın farklı yerlerine göç ettikleri, bu bağlamda 11. yüzyılın sonlarına doğru Anadolu üzerinden Balkan Coğrafyasına ve Batı Avrupa’ya geçtikleri bazı akademik araştırmalarda yazılıdır.

Yaşam ve kültürlerinden dolayı yaşadıkları yerlerdeki topluluklar tarafından dışlanan Romanların bir kısmı Osmanlı Devleti döneminde İslam Dinini kabul etmiştir. Bu kararın Müslüman olmayan ırkdaşlarına göre toplum ve devlet nezdinde biraz daha avantajlı duruma geçmek için alındığından bahsedilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde daha rahat yaşam koşullarına sahip oldukları bilinmektedir.

Çadırlarının önünde kalaycılıkla uğraşan bir Çingene ailesini gösteren kartpostal. (TDV)

Bulgaristan Devletinin kuruluşundan sonra Romanlar da diğer azınlık toplulukları gibi sürekli devlet tarafından baskı ve zulme uğramışlardır. Bulgaristan’da yaşayan Roman azınlığının nüfusuna dair farklı sayılar verilmektedir. Bulgar Devletinin verilerine göre bu azınlığın nüfusu 370 bin civarındadır. Ancak Bulgaristan’da yaşayan topluluklar arasında doğum oranı en yüksek etnik grup Romanlardır.

Yıllar boyunca sistematik şekilde asimilasyona uğradıklarından dolayı kimliklerini gizleme ve devlet tarafından gerçek rakamların yansıtılmaması gibi durumlar söz konusu olduğu için sayılarının 600 bin ile 800 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir. Romanlar arasında Müslüman nüfus oranının da 200 bin civarında olduğu yerel kaynaklarca belirtilmektedir.

Romanların çoğu göçebe hayat sürmektedir. 50’li yılların başından itibaren öze dönüş politikası kapsamında bir kısmı devlet tarafından zorla yerleşik hayata geçirilmiştir.

Geçmeyenler veya direnenler baskılarla karşılaşmıştır. Türk ve Pomak azınlıklarından daha fazla asimilasyon mağduru oldukları tahmin edilmektedir. Ayrıca toplum tarafından dışlandıkları için bir kısmının Türk etnik grubundan olduklarını ifade ettikleri bilinmektedir. Aynı zamanda Hristiyan olanlar da kendilerini Bulgar olarak tanıtmaktadır. Müslüman Romanlar, Müslüman azınlığın yaşadığı yerlerde, Hristiyan olanlar da Hristiyanların yaşadığı bölgelerde yaşamaktadır. Dolayısıyla, meskûn oldukları yerlerin belirleyiciliğinde din ön plana çıkmaktadır.

Prenslik Dönemi (1878 – 1908)

1876 yılına kadar Tuna vilâyeti çatısı altında Osmanlı Devleti tarafından yönetilen bölge 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında Ruslarca işgal edilmiştir. Akabinde imzalanan Berlin antlaşmasıyla, Osmanlı Devletine bağlı özerk iki bölgeye ayrılmıştır. Balkan dağlarının kuzeyinde bir Bulgaristan Prensliği ve güneyinde ise, Doğu Rumeli Vilâyeti kurulmuştur. Bu iki bölge yönetimi de fiilen Bulgarların kontrolüne geçmiştir.

İki bölge de iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde ise Osmanlı Devletine bağlı kalmaya devam etmiştir. Bulgaristan, Osmanlı Devletinin zor durumundan faydalanarak 18 Kasım 1885 tarihinde Doğu Rumeli Vilayetini darbe yaparak ele geçirmiştir. Her iki bölgede de 93 harbi öncesine kadar Müslüman ve Hristiyan nüfusu eşit seviyededir. Fakat 1877-78 Osmanlı-Rus savaşından dolayı yaklaşık 1 milyon Müslüman bölgeden göç ederek Anadolu topraklarına sığınmış ardından meydana gelen olaylarla bu sayı artmıştır. Ancak azınlık kesiminin nüfusu göçlere rağmen azımsanmayacak derecede olmuştur.

Osmanlı-Rus savaşı sonrası göç etmek zorunda kalan Müslüman Türkler.

Örneğin, 1881’e kadar ülkenin kuzeydoğu bölgelerindeki Müslüman Türk azınlığı %65’lik bir çoğunluğu teşkil etmiştir. 93 Harbi sonrası Rus askerî birlikleri bölgeden çekildikten sonra Bulgarlar, Müslüman azınlığa karşı Bulgarlaştırma ve tehcir faaliyetlerine girişmiş, köyler basılıp insanlar katledilmiş, arazilere el konulmuş, insanlar göçe zorlanmıştır. Bulgaristan Prensliği, 23 Temmuz 1908’de ilân edilen II. Meşrutiyet sonrasında kargaşa ortamından faydalanarak, 5 Ekim 1908’de bağımsızlığını ilan etmiş ve Osmanlı Devletinden ayrılmıştır.

Krallık Dönemi

Osmanlı Devleti, 19 Nisan 1909 tarihinde İstanbul’da imzaladığı protokol ile Bulgaristan'ın bağımsızlığını tanımış, protokolün ana konusu azınlığın hakları olmuştur. Bulgaristan, protokol kapsamında azınlığın, Bulgarlarla eşit haklara sahip olduğunu, azınlık haklarının, eğitim ve din hizmetlerinin sağlanacağı yönünde güvence vermiştir.

I. Ferdinand'ın katılımıyla, Bulgaristan'ın bağımsızlığının ilanı, 1908.

İstanbul protokolüne göre Bulgaristan’da bulunacak ve Osmanlı Devleti’nin de onayıyla atanacak Baş Müftü, Bulgaristan Müslümanları üzerinde denetim ve kontrolle yetkilidir.

Bu yetki dinî, hukukî, vakıf ve eğitim-öğretim konularını içermektedir. Daha sonra Osmanlı Devletinde var olan kadılık müessesesi Bulgar hükümeti tarafından kaldırılmış yerine 26 Haziran 1919’ da müftülükler kurulmuştur.

Müftülükler, Bulgaristan Din İşleri ve Mezhepler Bakanlığı denetim ve atama yetkisi altındadır ve görevli müftü maaşları devletçe ödenmektedir. Ancak müftülerin ve din adamlarının maaşları ödenmemiştir. Yeni dönemde Bulgar yönetimi, azınlıklar üzerinde tekrar baskı uygulamaya başlamıştır.

Bulgar Krallığı, protokolle söz verdiği yükümlülükleri kat-i surette yerine getirmemiş, Müslüman azınlık okulları devlet desteği almadan Müslümanların maddi desteği ve vakıfların gelirleriyle eğitime devam etmiştir.

Balkan Savaşları

Osmanlı Devletinin bir zamanlar yönetiminde olan Balkanlarda emperyalist devletlerin desteğiyle Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan, Karadağ ve Romanya devletleri kurulmuştur. Rusya, Osmanlı Devletinin topraklarındaki yayılmacılık faaliyetlerini arttırmak için Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Karadağ arasında ittifak kurulmasını sağlamıştır.

Birinci Balkan Savaşı sırasında Kalkandere'de Sırp topçusu.

Ardından yayılmacılık emelini gerçekleştirmek için dört devleti Osmanlı İmparatorluğuna karşı savaşa kışkırtmıştır. Bu duruma Balkan Devletlerinin toprak kazanma arzusu da eklenince, perde arkasında Rusya’nın önderliğinde dört devlet 8 Ekim 1912 tarihinde Osmanlı Devletine savaş açmışlardır.

Osmanlı Devleti, I. Balkan Savaşında büyük bir yenilgiye uğramış Bulgarlar Çatalca’ya kadar olan tüm toprakları ele geçirmiş, başkent İstanbul’u ele geçirmelerine ramak kalmıştır. Mayıs 1913’te Londra’da yapılan anlaşma neticesinde Midye-Enez hattı Bulgaristan ile Osmanlı Devleti arasındaki sınırı teşkil etmiştir.

Kırklareli ve Edirne Bulgaristan’a bırakılmıştır. Tıpkı 93 Harbi gibi 1912-13 Balkan Savaşları da Türkler için tam bir felâket olmuştur. Savaş esnasında başta Türk, Pomak ve Arnavut olmak üzere yaklaşık 200 bin Müslüman katledilmiştir. 440 bin kişi Anadolu topraklarına göç etmek zorunda kalmıştır.

I. Balkan Savaşı sırasında, Bulgar askerler, Bleriot XI tipi uçaktan Edirne'ye el yapımı bombayla saldırı düzenlemek için hazırlanıyor.

II. Balkan Savaşı, savaş galibi devletlerin arasında yaşanan anlaşmazlıklardan dolayı meydana gelmiştir. Bu savaşa dâhil olan Romanya Türk azınlığın çoğunlukta olduğu Güney Dobruca'yı Bulgaristan’dan almış, yine Türk azınlığın sayıca fazla olduğu Batı Trakya’yı Bulgaristan ele geçirmiştir.

Balkan Savaşı sonrası Bulgarların bölgede yaşayan Müslüman azınlığa yönelik katliamları artmış, bilhassa Pomaklara yönelik Hristiyanlaştırma faaliyetlerine girişilmiştir. Balkan Savaşları sonrasında Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasında 29 Eylül 1913’te İstanbul Barış Antlaşması imzalanmış, Bulgaristan, Müslüman azınlığın devlet nezdinde Bulgarlarla eşit statüde olduğunu kabul etmiş, eğitim ve ibadet hürriyetinin sağlanacağı hususunda teminat vermiştir.

I. Dünya Savaşı Dönemi

Bulgaristan, I. Dünya Savaşına 1915 yılında Almanya’nın yanında katılmıştır. Savaşta müttefik olan Osmanlı Devleti ve Bulgaristan Galiçya cephesinde Ruslara karşı savaşmıştır. Bu dönemde müttefiklikten kaynaklanan bir yakınlaşma oluşmuş, bu yakınlaşma atmosferi Müslüman azınlığın durumunu olumlu yönde etkilemiştir.

Azınlığa bu dönemde baskı uygulanmamıştır. Savaştan yenilgiyle ayrılan Bulgaristan galip devletlerle 27 Kasım 1919’da Neuilly Barış Antlaşmasını imzalamış, anlaşma kapsamında ülkede yaşayan tüm azınlıkların kültürel ve dinî özgürlükleri garanti altına alınmıştır.

Uluslararası anlaşma niteliğinde olan Neuilly Anlaşması, Bulgaristan Müslümanlarının sorunlarının uluslararası düzeye taşınmasına neden olmuştur.

Bulgaristan, anlaşma şartları gereği Güney Dobruca’yı Romanya’ya, Gümülcine ve Dedeağaç’ı Yunanistan’a bırakmıştır. Böylece Bulgaristan’da Müslüman azınlığın nüfusuyla ilgili tekrar değişiklik meydana gelmiştir.

Çiftçi Partisi Dönemi (1919-1923)

I.Dünya Savaşında aynı ittifak içinde yer alan Osmanlı Devleti ve Bulgaristan savaştan yenilgiyle ayrılmış, savaş sonrasında iki ülkede önemli gelişmeler yaşanmıştır.

Anadolu’da Milli Mücadele'nin başladığı sırada Bulgaristan’da; önce krallığa karşı ihtilal gerçekleştirilmiş ardından da seçimle Aleksander Stambulisky’nin liderliğindeki Bulgaristan Çiftçi Partisi yönetime gelmiştir.

Bulgaristan tarihinde 1919-1923 yıllarını kapsayan Çiftçi Partisi iktidarı dönemi Müslüman Azınlığın huzur içinde yaşadığı istisnai dönemlerdendir. Özelde Türk, genelde ise Müslüman azınlığa yönelik gösterilen bu olumlu tutumun sebebi, Müslüman azınlığın %80’nin çiftçi olması ve iktidarın Bulgaristan'ın çiftçilerin emeğiyle ayakta kalacağının farkına varmasıdır.

Ayrıca I. Cihan Harbinde iki devletin aynı ittifak içinde yer almaları ve savaş sonrasında imzalanan anlaşmalarda azınlıkların eğitim, ibadet ve kültürlerini koruma gibi temel haklarıyla ilgili konuları içermesi, kısacası azınlık sorunun dünya kamuoyuna yansıması olumlu tutumla ilgili diğer nedenlerdir.

21 Temmuz 1921’de yürürlüğe giren Bulgar Milli Eğitim Yasası azınlık okullarıyla ilgili bazı yenilikler getirmiştir. Okullara ayrı bir müfettişin atanması, 20’den fazla encümeni bulunan okulların birer orta ve ilkokul öğretmeni seçmesi, Bulgarca eğitim yapma zorunluluğunun kalkması, okul fonları oluşturulması, okul ve okul yapımına devlet desteğinin sağlanmasıdır.

1921/22 eğitim öğretim yılında Bulgaristan’da azınlığa ait olan okul sayısı 1712’ye ulaşmıştır. Ayrıca bu dönemde Şumnu’da bir Türk öğretmen okulu açılmış, Türk öğretmenlere mesleki kurslar düzenlenmiştir.

Medresetü’n-nüvvâb – Şumnu / Bulgaristan. (TDV)

1922/23 eğitim öğretim yılında ise toplumun dini hizmetlerini karşılamak için din adamı yetiştiren Nüvvab Okulu açılmıştır. 1926’da ilk mezunlarını veren ve 1947 yılına kadar eğitim hizmeti vermeye devam eden Nüvvab Okulu, 1928’de kapatılan öğretmen okulunun yerine azınlığın öğretmen ve eğitimli insan ihtiyacını karşılama görevini devralmıştır.

1923’te yapılan darbeyle Çiftçi Partisi iktidarı sona ermiş, bu tarihten sonra faşistler idareyi ele almıştır. 1925 yılında faşist iktidar döneminde Ankara’da TBMM’nin onayıyla Müslüman-Türk Azınlıkla ilgili günümüze kadar geçerli olan Ankara Anlaşması imzalanmış, anlaşmayla Bulgaristan, Müslüman-Türk Azınlığın varlığını kabul etmiştir. Temel hakların korunması ve hizmetlerin verilmesi hususunda söz vermiştir. Ne yazık ki Bulgaristan anlaşma kapsamında verdiği sözleri tutmamış, yükümlülükler kağıt üstünde kalmıştır.

Bu dönemde ‘’Bulgaristan Bulgarlarındır’’ söylemiyle tekrar Müslümanlara baskı yapılmaya başlanmıştır. Ekonomik koşullar öne sürülerek 1930 yılından sonra azınlığa verilen hizmetler önce kademe kademe düşürülmüş, bir süre sonra tamamen kaldırılmıştır.

Bulgaristan'da bir Türk Okulu.

Azınlık okullarına devlet maddi destek vermediği için okulların bütün ihtiyaçları azınlık cemaati tarafından karşılanmıştır. Devletin bütün gelirlerine vergi adı altında el koymasına ve maddi imkansızlıklara rağmen halk okulların eğitime devam etmesi için gayret sarf etmiştir. Bu dönemde çıkartılan eğitim yasası kapsamında her okulda Bulgarca dil eğitimi veren Bulgar öğretmen olması ve maaşının okul idaresi tarafından ödenmesi zorunlu kılınmıştır.

Bazı okullar maddi imkansızlıktan ötürü Türk öğretmenlerin maaşlarını kesmiş sadece Bulgar öğretmenlere maaş ödemiş, ya da Türk öğretmenlere çok cüzi ücretler ödenmiştir. Bu nedenlerden dolayı birçok azınlık okulu kapanmış, eğitime devam eden okullar ise çok kısıtlı imkanlarla hizmet vermeye devam etmiştir.

II. Dünya Savaşı Sonrası ve Sosyalist Rejim Dönemi

II. Dünya Savaşından galibiyetle ayrılan Sovyet Rusya, ideolojisini üçüncü dünya ülkelerine ihraç etmeye başlamış ve Rusya’ya coğrafi yakınlıktan dolayı en çok Balkan ülkeleri bu durumdan etkilenmiştir. Nitekim bu değişimlerin neticesinde dünyada Doğu ve Batı olmak üzere iki blok meydana gelmiştir. Diğer yandan Almanya’nın yanında II. Dünya Savaşına katılan Bulgaristan savaştan yenilgiyle ayrılmış, ülke Kızıl ordunun işgaline uğramıştır. Bu durum ülkede rejim değişikliğine neden olmuş, Komünistler 1947 senesinde iktidarı tamamen ele geçirmiş ve Müslüman azınlık için yeni bir dönem başlamıştır.

İlk yıllarda azınlığın temel haklarına dokunulmamıştır. Bir süre sonra Komünist rejim Bulgaristan sınırları içinde ‘’bir ulus yaratma-Edinna Natsiya’’ kararını almıştır. Bu projenin amacı ülkedeki tüm kültür ve etnik grupları Bulgar kültürü içerisinde eritmektir.

Rejim, tek ulus projesini gerçekleştirmek için önünde en büyük engel olarak gördüğü Bulgaristan Müslüman-Türk azınlığına karşı ekonomik baskı yapmıştır.

Vergi miktarları artırılarak çoğunluğu köylü olan Müslümanların ürünlerinin büyük bir bölümünü devlete vermesini zorunlu kılmıştır. Bu politikaya direnenlere baskı yapılmıştır.

Krallık döneminde uygulamaya konulup rejim değişikliğinden sonra kaldırılan zorunlu askerlik görevi ‘’Trudovak’’ tekrar uygulamaya konmuştur. Okul çağındaki Türk çocukları da ‘’Brigadir’’ adı verilen kısa süreli işçi taburlarına alınıp çalıştırılmıştır.

‘’Brigadir’’ adı verilen kısa süreli işçi taburları.

Bulgaristan’ın altyapı, kara ve demir yolları işlerinde Türkler çalıştırılmıştır. 1920’li yıllarda Bulgaristan Türkleri, Müftülük ve Türk Öğretmenler Birliği vasıtası ile ülke düzeyinde örgütlenmiştir.

II. Dünya Savaşı öncesi Bulgaristan’da 25 olan müftü sayısı bu savaş esnasında işgal edilen topraklarla (Batı Trakya ve Yugoslavya’nın bir kısmı birlikte) geçici olarak 40’a çıkmıştır. 1938’den itibaren müftülerin hukukî yetkileri kaldırılmıştır. Savaş sonrası komünist dönemde müftü sayısı sürekli azaltılarak 1959’da 6’ya indirilmiş, Ayrıca II. Dünya Savaşı sonrası dönemde müftüler, hükümet tarafından atanmış ve sürekli kontrol altında tutulmuştur. 1946 yılında çıkarılan kanunla Türkçe müfredatla eğitim veren azınlık okulları kapatılıp, tamamen devlet okullarına dönüştürülmüştür.

Todor Jivkov dönemi

Yoksul bir ailenin çocuğu olarak 1911 yılında dünyaya gelen Todor Jivkov, gençlik yıllarından itibaren Sosyalizme ilgi duymuş ve Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) üyesi olmuştur.

Todor Jivkov. (solda)

II. Dünya Savaşı esnasında Sovyetlerin örgütlediği Devrimci Halk Kurtuluş Ordusunun saflarında krallık rejimine karşı mücadele etmiştir. Rejim değişikliğinden sonra Komünist Partisi içinde aktif görevler alan Jivkov, 1956 yılında Bulgaristan Komünist Partisinin (BKP) birinci sekreterliğine seçilmiş ve bu tarihten sonra ‘’Tek Ulus Yaratma-Edinna Natsiya’’ politikasını iktidarda kaldığı döneme kadar Bulgar olmayan topluluklar üzerinde uygulamıştır.

Rejimin ilk anayasası olan 1947 Anayasasında azınlığın varlığı kabul edilmesine rağmen, 17 Ocak 1970 tarihinde Komünist Parti Merkez Bürosu ‘’Müslüman azınlıklara yönelik milliyet ve din değiştirme zorunluluğu’’ kararı almış ve Bulgaristan Komünist Partisi (BKP), bu kararı 1971 yılında düzenlediği yeni anayasa çerçevesinde uygulamaya koymuştur.

Halk arasında ‘’Jivkov anayasası’’ olarak anılan 71 anayasasından azınlık ibaresi kaldırılmış, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti topraklarında yaşayan herkesin Bulgar olduğu yazılmıştır.

Tepki çekmemek adına önce Pomaklara ve Romanlara uygulanan politikalar nihayetinde Türk azınlığa uygulanmıştır.

Bulgaristan'da yaşayan Pomaklar.

İlk olarak 200 bin Pomak’ın ismi ve dini zorla değiştirilmiş, direnen binlerce kişi katledilmiştir. Bazıları ise derdest edilip ‘’Kızıl Cehennem’’ adıyla bilinen ‘’Belene Adasına’’ sürülmüşlerdir.’’ Pomakların aslında Bulgar oldukları fakat Osmanlı Devleti’nin onları zorla Müslümanlaştırdığı iddia edilmiştir.

Pomaklarla birlikte Romanlar da asimilasyon sürecine alınmış, birçok Roman baskı, işkence ve tehdit yollarıyla isimlerini değiştirmek zorunda kalmıştır. Asimilasyon politikasından son olarak Türk azınlık nasibini almış ancak Türk toplumunun asimilasyon süreci bir anda başlatılmamış Komünist iktidarın başlangıcından itibaren zamana yayılarak gerçekleştirilmiştir.

1946’da çıkarılan bir kanunla Türk azınlık okulları ile bunlara bağlı bütün menkul ve gayrimenkul mallar devletleştirilmiştir.

1951–1952 ders yılında Türkçe okutulan derslerin oranı üçte bire indirilmiştir. 1958-59 eğitim öğretim yılında azınlık ve Bulgar okullarının birleştirilmesi kararı alınmış ve bu karar kapsamında eğitim dili Bulgarca’ya çevrilmiş, 1974’te ise Türkçe dil eğitimi tamamen kaldırılmıştır.

İç ve dış politikada Sovyet Rusya’ya sıkı bağlılığıyla bilinen Jivkov, 1962-1971 yılları arasında politbüro sekreterliğini bırakıp başbakanlık görevini üstlenmiş, 1972 yılında yapılan anayasal değişiklikle de devlet konseyi başkanlığına seçilmiştir. Böylece ülkenin tartışmasız tek lideri olmuştur. İktidarda olduğu dönemde Bulgaristan’ın ağır sanayileşme faaliyetlerine hız vermiş ve bu hedefin gerçekleşmesi için ağır işlerde Müslüman azınlığın zorla çalıştırılması talimatını vermiştir.

Ayrıca asimilasyon süreci bu dönemde hızlandırılmıştır. Camiler, azınlığa ait olan dergi ve gazeteler kapatılmış, örtünme yasaklanmıştır. Kıyafet uygulaması adı altında çıkartılan yasa ile Müslüman-Türk azınlığın, takke, şalvar, fes ve başörtüsü takması yasaklanmış, halk arasında yasağın kabul görmesi için önce imamlar üzerinde uygulanmıştır. İmamların kız çocuklarının örtüleri zorla çıkarılmış, ardından yapılan propaganda ile ‘’bakın imamlarınız bile kurallara uyuyor, siz neden hala diretiyorsunuz?’’ sözleriyle halk caydırılmaya çalışılmıştır.

1989 yılında Türkiye'ye göç etmek zorunda kalan Bulgarlar.

89 göçünün yaşanmasına neden olan asimilasyon 1984 yılında ‘’soya dönüş süreci’’ adı altında yasa çıkarılarak başlatılmış, 1985 yılında da uygulamaya konmuştur. Bu dönemde köylere ve kasabalara baskınlar düzenlenerek herkesin bir Bulgar ismi alması istenmiş, isim almamakta diretenler para ve hapis cezasına çarptırılmıştır.

Sünnet olmak yasaklanmış, mezar taşlarındaki Müslüman isimleri kazıtılmış ve birçok mezar taşı parçalanmıştır. Zorunlu asimilasyon politikasına karşı verdiği mücadeleyle tanınan Bulgaristanlı Prof. Dr. Zeynep Zafer mezar tahribatlarını ‘’Ama maalesef, bazı şeyler var ki bana üzücü anıları tekrar hatırlatmakta. Geçen yıl Mayıs ayında, 17 yıl sonra, Feldfebel Dyankovo köyünde (Dobriç’te) babamın mezarını ziyaret ettim. 1985 yılından sonra buldozerlerle tahrip edilen mezarlığı görünce artık hafızamdan neredeyse silinmeye yüz tutmuş hatıralarım tekrar canlandı ve beni derinden sarstı. Babamın mezar taşı mucize eseri olarak ayakta kalmış.’’ sözleriyle beyan etmektedir.

Zeynep Zafer, mezar tahribatlarının ‘’Bulgaristan’da Türk yoktur, zorla Müslüman veya Türkleştirilmiş Bulgarlar olduğu iddiasına delil getirmek maksadıyla’’ yapıldığını belirtmektedir.

İsim değiştirme ve asimilasyon sürecinin canlı şahidi gazeteci-yazar Galip Sertel ‘’Bulgaristan'da 1984 yılında, Sovyet dönüşü bir devlet icraatının olduğunu söyledi. Osmanlı zamanında Bulgaristan'da yaşayan Bulgarların, mecburen Hristiyanlıktan çıkıp Müslümanlığı kabul ettikleri ve Türk olduklarının iddia edildiğini anlatan Sertel, bu icraat kapsamında, Komünist Parti'nin, Bulgaristan'da yaşayan Türklerin, Bulgarlığa dönmesi için isimlerinin değişmesini ve böylelikle tek millet, tek ulus, tek dil olarak ulus devlet oluşturulmasının istendiğini ifade etti. Türklere, Hristiyan Bulgar isimler verilmesinin ardından bazı şehirlerde yürüyüşler yapıldı. Barışçıl yürüyüşlerin amacı Türk isimlerinin iade edilmesi, Türkçe konuşulması, okullarda Türkçe dersinin okutulması ve Müslüman adetlerinin uygulanmasıydı.

Bulgar devleti, yürüyüşleri devlete karşı bir hareket gibi değerlendirip Türkiye'ye ‘'sınır kapılarını açın'’ dedi. Kapılar açıldı, çeşitli baskılarla 350 bin kişi Türkiye'ye göç etti.

Bulgaristan'dan gelen Müslüman Türkler.

Rusların, birtakım emperyalist niyetler doğrultusunda Bulgaristan'daki Müslümanları etnik temizliğe tabi tuttuğunu aktaran Sertel, bu kapsamda, isimlerinin değiştirildiğini ve kendilerinin bu duruma tepki göstermemeleri için bir ay Roman kasabasında toplama kampında tutulduğunu belirtti.

Kendi isminin değiştirilme sürecini anlatan Sertel, "Hristiyan, Bulgar isimlerinin olduğu bir cetvel verdiler. Buradan kendimize bir isim seçeceğimiz söylendi. Kendi ismimizin ilk harfini koruyabiliyorduk. Ben Galip'tim, Galin oldum. Vefat edenlerin de isimleri değiştirildi. Vefat eden babam Mehmet'in ismi Mihail, vefat eden dedem Süleyman'ın ismi Semion oldu." sözleriyle aktarmaktadır. Bulgar ismi almamakta diretenler, işten çıkarılma, maaş ödenmeme, bankalardaki hesapların dondurması ve sağlık hizmetlerinden yararlanamama gibi yaptırımlara maruz kalmışlardır.

Bulgaristan Türklerinin "zorunlu göç" yolculuğu

Bu yaptırımların haricinde Bulgar isimlerinin kullanmayanlar tespit edilince, herkesin kapısına Bulgarca ismini yazma zorunluluğu getirilmiştir. Türklere ait ticari işletmelere ‘’bu iş yerinde Bulgarca dışında bir dilde konuşmak yasaktır.’’ levhaları asılmıştır. Bu yasakların dışında Türk geleneğine göre düğün, müzik ve kutlama yapılması yasaklanmış, bazı Türk çocukları ailelerinden zorla alınıp, Bulgarların yoğunlukta yaşadığı yerlerde yatılı okullara gönderilmiştir.

40 yıl boyunca asimilasyona maruz kalan Türk azınlık isim değişikliği kararından sonra dayanamamış ve ülkenin çeşitli yerlerinde protesto gösterileri düzenlenmiştir. Komünist rejimin kolluk kuvvetleri barışçıl protesto gösterilerini kanlı şekilde bastırmış, olaylar esnasında yüzlerce insan katledilmiş ve binlercesi hapse atılmıştır. 26 Aralık 1984 günü Kırcaali iline bağlı Kirli Köyü sakinleri isim değişikliğine karşı protesto gösterilerine başlamış, komşu köylerden de protesto gösterilerine destek vermek için harekete geçilmiştir. Kayaloba Köyü sakinlerinden Fatma ve Feyzullah çifti 17 aylık bebekleri Türkan’ı da alarak yola koyulmuştur.

Kolluk kuvvetleri, civar köylerden Kirli köyüne gelen göstericilerin birleşimini engellemek için ateşli silahlar kullanmış, o esnada annesinin sırtında olan Türkan bebek alnından vurularak şehit edilmiştir.

Böylece Türkan bebek, direnişin sembolü olmuştur.

Alnından vurularak şehit edildikten sonra direnişin sembolü haline gelen Türkan bebek.

Bulgaristan’da Komünist rejimin sistematik zulmünün dünya kamuoyu tarafından duyulmasına vesile olanlardan birisi de halter sporcusu Naim Süleymanoğlu’dur. 1967 Kırcaali doğumlu Naim Süleymanoğlu, Bulgaristan adına birçok uluslararası müsabakaya katılmış ve iki defa üst üste dünya gençler halter şampiyonasında birincilik elde ederek dünyanın en genç halter sporcusu rekortmenliği unvanını almıştır.

Soya dönüş politikası kapsamında Süleymanoğlu’na da Naum Shalamonov adı verilmiş ancak Naim bu durumu kabullenememiş ve Türkiye’ye kaçmanın yollarını aramıştır. Nihayet 1986’da Melbourne’de düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası müsabakaları beklediği fırsatı yakalamasına neden olmuş ve orada Türkiye Büyükelçiliğine sığınarak iltica talebinde bulunmuştur. İltica talebi hemen kabul edilmiş ve dönemin başbakanı Turgut Özal’ın talimatıyla Türkiye’ye getirilmiştir. Naim, başbakan Turgut Özal’la birlikte düzenlediği basın toplantısıyla Bulgar Devleti’nin işlediği bütün hak ihlallerini anlatmış ve dünya kamuoyunun bu dramdan haberdar olmasına aracılık etmiştir.

Turgut Özal ve Naim Süleymanoğlu.

II. Dünya Savaşından sonra oluşan Doğu-Batı Blokları arasında soğuk savaş dönemi yaşanmıştır. Mihail Gorbaçov, Ekim 1988’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) devlet başkanlığı görevine getirilmiş, göreve geldiğinde glastnost (açıklık) ve perestroika (yeniden yapılanma) politikalarını hayata geçirmiştir. Beklenmedik şekilde başlatılan bu projeler Doğu-Batı blokları arasında yaşanan soğuk savaşın bitişi kabul edilmektedir. Bu politikaların yansıması aynı dönemde Bulgaristan’da da görülmeye başlanmış, kısıtlı derecede de olsa dünya basınına ulaşma imkânına erişilmiş ve Jivkov, 10 Kasım 1989’da görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır.

Kızıl Cehennem Belene Adası

Komünist rejim iktidarı ele geçirdikten sonra ülkenin farklı yerlerinde rejime yönelik muhalefeti bitirmek için otuz adet toplama kampı kurmuştur.

1949 yılında Tuna Nehrinin üstündeki adaya kurulan Belene Kampı en meşhur olanıdır. Bilinirliği 1984 yılında yürürlüğe konulan ‘’soya dönüş’’ politikasına karşı çıkan muhaliflerden dolayıdır. Yaklaşık 23 bin kişi kampın kuruluşundan kapanış tarihi olan 1987’ye kadar zorla tutulmuştur. Kamptaki kötü koşullardan dolayı yaklaşık sekiz bin kişi yaşamını yitirmiş, birçoğunun mezar yeri bilinmemektedir.

Belene Kampı.

Resmi kayıtlara göre yeniden doğuş süreci politikalarına karşı direnen 18-70 yaş arasındaki 517, tutukluların beyanlarına göre ise 800’den fazla kişi kampta hapis hayatı yaşamıştır. Kampta Türkçe konuşmak, Türk adlarıyla seslenme, teyp, fotoğraf makinesi, defter, kâğıt, kalem, yiyecek, içecek vs. sokmak yasaklanmış, görüşme ve ziyaret izni verildikten sonra ailelerin getirdiği belirli miktarda yiyecek ve giysi gibi eşyaların alınmasına izin verilmiştir.

Kamp tutuklularına, etnik soykırımın dayandırıldığı “yeniden doğuş süreci” resmî tezi kabul ettirmek ve kabul edildiğinden emin olmak için yüz yüze soruşturmalar, anketler, yazılı sorular, ajanlar, üniversitelerden konuşmacılar getirilmiş, propagandalar, çeşitli vaatler ve tehdit yöntemleri kullanılmıştır.

16 ay Belene Adasında tutuklu kalan gazeteci Mehmet Türker kaleme aldığı hatıralarında kampın azınlık toplumu üzerinde bıraktığı etkiyi ‘’Otomobil yükünü (tutuklu) almış, tekrar harekete geçti. Kısa bir sükûnetten sonra hepimizin kafasındaki ‘’Nereye götürüyorlar bizi?’’ sorusu birisi tarafından seslice soruldu. Her kafadan ayrı bir yorum çıkıyor, kimi Eski Zağra, kimi Lovça, bir başkası da Sofya cezaevlerine götürüldüğümüz tahminlerini yürüttü. Hiçbirimizin aklına gelen ve en muhtemel gidebileceğimiz Belene’yi korkudan telaffuz etmeye dili varmıyordu. Oysa Belene denince tüylerimizin ürperdiği o ölüm adasına son iki üç günden beri onlarca kişinin hapsedildiğini duymuştuk.’’ sözleriyle ifade etmektedir.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!