Bülent Ersoy ve bam telleri

Şunu hemen koyalım: Bülent Ersoy bu ülkede safi sesiyle değil medyanın groteske olan açık meylinin sonucu olarak bu derece muteberdir. Çoğuna göre komiklikten korkunçluğa, korkunçluktan komikliğe devinen; sesindeki, sözündeki, yüzündeki, üstündeki abartı da değildir sadece bu ilginin sebebi: Malumunuzdur medya toplumsal yerleşik değerlerde bir biçim-bozma yapıyormuş gibi görünen cinsi aşırılıklara putkırıcı muamelesi yapar. O yüzden Bülent Ersoy, sadece şarkı söylediği için değil, eşini 30 kişiyle aldatan kadınlara, isimlerinin üzerindeki göndermelerle Fatih Ürek'lere, Rober Hatemo'lara, Cenk Eren'lere tanınan kaymak kontenjanın bir türü sebebiyle de, bu derece yürürlüktedir.

Ersoy'u; ahlaki bazı değerlere kafa atıyormuş izlenimi vererek düzenin tam göbeğine oturtan bu "farklılığı"; elbette aynı anda samimiyeti ve ardından kabul görmeyi de kesbeder. Neden? Çünkü; Bülent Ersoy ellerini semaya kaldıran, Ramazan'da hayır hasenat için cami cami dolaşan; Allah lafzını diline dolayan 'en dindar sanatçı' profilini haizdir. Ama tezata bakın ki; müntesibi olduğu, kurallarına elden geldiğince riayete özen gösterdiği dini 'cinsiyet değiştirmeyi' kesinlikle reddeder ve sabrı öğütler. Bu tezat, O'nun 'durumundan' memnun olmadığı, sadece böyle doğduğu için böyle olduğu görüntüsü verir ki; bu Bülent Ersoy'un hem bir yara sahibi olduğu, hem de 'farklı' ama o kadar da ipinden boşanmamış bir 'farklı' olduğu algısına kapı aralar. Bu kapı da, sahicilik vaz'eder, samimiyeti şeddeler. Bu, evini asla bir transseksüele kiraya vermeyecek olan vatandaşın ikiyüzlü sempatisini kazandırdığı gibi; toplumda hoş karşılanmayacak sözgelimi hep çocuk-adamları sevmesi gibi aykırılıklarının da üstünü örter. Oluşan kontrast, medyanın yeniden ilgisini çeker.

Beri yandan verdiği 'sözünü sakınmaz', 'cesur' intibasıyla durduğu cesur pozlarla; neredeyse belinde silah taşımak felan gibi imajinasyonlarla pekala bir araya getirilebilir Bülent Ersoy figürü. Bu yüzden Hrant Dink'in öldürülmesini kınayan "Hepimiz Ermeniyiz" sözüne, içinde belli belirsiz bir Türklük vurgusu de bulunan "Elhamdülillah ben müslümanım" şeklindeki mukabelesi kimseye şaşırtıcı gelmez. Açıkça yanında olduğunu söylediği bu yönelimin şahsının ontolojik duruşuyla mesafesi olması da zıtlıktır ve zıtlıkları seven medya, bunu da sever. Bu sarmal böyle sürer. En azından şimdiye dek…

Gelgelelim; Bülent Ersoy'un vicdani ret tartışmalarını ateşleyen son çıkışı medyada "yazıklar olsun sana verdiğimiz emeklere" türü bir dövünme dalgasını ateşledi. Bunun bir sebebi ahlaki anlamda erozyona sebebiyet verecek olanlar dahil tüm 'farklılıklar'ı kucaklayan, bir tür şaka gibi yarı müstehzi bir dille okurlarına servis yapan medyanın militarizm dendiği anda ciddileşip, laikliğin bekçisi olan ordu taraftarlığını, "halkı askerlikten soğutma" suçuna karşı duruşunu asla tartışmaya açmamasıysa; bir diğer nedeni de; medyanın tamamına sinmiş olan Hürriyet cinsi milliyetçi-muhafazakarlık algısıdır...

O muhafazakarlıktır ki; bir mutanttır. Kürdü bölücü, dindarı gerici ilan etmiş, savaş dendiği anda kuyruğu dikilen, şehidi seven ama onun başörtülü eşini sevmeyen, milli irade işine gelmediğinde postalı tercih eyleyen, MHP milliyetçiliğiyle uzak-yakın ilgisi olmayan, dine-geleneğe sırt çeviren garip bir şeydir. "Nankör" Bülent Ersoy işte, putkırıcılık yapacağım derken o yüksek gerilime değmiştir.

Gelgelelim bendeniz Bülent Ersoy'un sözlerini; fitilini yaktığı 'vicdani ret'in politik şuuruyla ilişkilendirmek için gerekli doneleri taşıdığını sanmıyorum. Onunkisi olsa olsa; vurulan ve düşerken "ölüyorum anam" diyen bir oğula "ölme oğlum, ölmesin oğlum" diyememeye bir itiraz, anne olmamanın verdiği iştiyakla anneliğe fazladan sahip çıkıştır... Tıpkı son birkaç yıldır karşımıza çıkan ve şimdiye dek gördüğümüz ortalama şehit annesi profiline oranla daha iyi giyimli, daha batılı şehit annelerinin "vatan sağolsun diyemeyeceğim" çıkışına benzer bir asabiyet haliyle denktir.

Çünkü eğer Ersoy'un sözlerinde yüksek bir bilinç olsaydı; bu duyarlılık Cumartesi Anneleri'ne, 301'e, Hrant Dink'e filan da taşınırdı. O sadece, çok iyi bildiği ve kendisini buralara kadar taşımış olan riyakarlığın 'bir şey yap/söyle şaşırt bizi, servis yapalım seni' repliğinin gereğini yerine getiriyordu. Ama bu kez balta taşa değdi. Cinsiyet seçimine, yaşam tarzına, şuyuna buyuna gösterilen müsamaha, ordu gibi, askerlik gibi bam tellerine dokunduğu anda, artık tedavülde değildi.

Ama durum bu diye de, susmak olmaz elbette. "Oğlum olsaydı askere göndermezdim" sözlerini; bu cümleyi kuran kişiyi onaylayıp onaylamama, o fikre katılıp katılmamayı bir kenara bırakarak, ifade edilmesini savunmak durumundayız. Bu sözlerin aslında ciddi bir muhalefet olmadığını bilerek, belki de programı izletmek için seyirciye atılmış bir olta olduğu ihtimalini saklıda tutarak, vicdani retle filan ilişkilendirecek kadar ciddiye almayarak, Ersoy'u bir gerçek tabu yıkıcı sanmayarak, savunmalıyız.

Bunu gerektiren iki koşul mevcut çünkü; İnsanların toplumu rahatsız edici ya da değil, askerlikten soğutucu ya da değil; fikirlerini söylemesine inanıyorsak… Ve Bülent Ersoy; dini olana ancak şehitlik sözkonusu olduğunda tahammül edebilen ve sözgelimi namaza itiraz ederken, uhrevi inancın sükun veren gücünün şehit aileleri üstündeki yatıştırıcılığına itiraz etmeyen o ikiyüzlülüğün hedefine girdiyse.

Vatanı savunmayı tartışmıyorum. Ama bu ülkenin "vatanın asıl sahipleri" ve "vatanın yurtdışında okuması gereken ikinci sahipleri" ayrımının olmayacağı bir hukukun temin edilmesi ve insanların cezalandırılmadan korkmadan "Çocuğumun ölmesini istemem" yahut "vicdani bir tavır olarak askerlik yapmak istemem" diyebileceği bir medeniyet seviyesine gelmesi gerekiyor.

Hem Bülent Ersoy'un çelişkilerini, yaptığının put kırıcılık mı, vatan hainliği mi olduğunu tartmadan önce; oligarşik seçkinciliğin o çarpık “dine mesafeli TSK - imanlı şehit” algısına bakmak gerekmiyor mu ? Bu da bir yana, madem din dışı kutsallarımız var ve onlara dokunursak cıss oluruz; bir mütekait paşanın vatandaşı basın yoluyla İstiklal Marşı'ndan soğutmasına ne diyeceğiz, aferin mi?

Yeni Şafak gazetesi