Bulandırsak da mı kurtulsak!

M. Nedim Hazar

Şöyle diyor bir gazeteci misal; "Görmüyor musunuz işte, CD'ler sahteymiş, adamlar kapı gibi rapor almışlar sahtecilikle ilgili!"

Davanın başlangıcında kulağının üzerine yatan, hiçbir şey yokmuş gibi davranan insanlar bunlar. Yakalanan onca mühimmatın, belgenin, bilginin varlığına en başından beri mesafeliler, hatta görmezden gelmek daha bir tercih nedeni onlar için.

Siz diyorsunuz ki, 'Eyvallah, suçlananların akrabaları, mahkemeye değil, kamuoyuna yönelik 'masumdurlar' çalışmaları yapıyor. Elbette anlaşılabilir bir şey bu, ancak siz suçlamanın ne olduğunu tam olarak biliyor musunuz da, böyle söylüyorsunuz?' Aslında böyle bile değil, ilk cümlemin özneleri, bizzat 'sahte' iddiasında bulunanları bile tam okumuyorlar.

Misal Balyoz davasının avukatlarının başından beri ne dediklerini çok fazla bilmiyorlar. Ama biri iddialı bir şekilde, 'ispatlandı işte, hepsi sahte' deyince diğerleri otomatik olarak topa giriyor.

Belki haklılar, bilmiyorum, binlerce sayfalık iddianameyi, onun birkaç misli ek delil klasörlerini okuyabilecek durumları yok. Okuyup anlasalar bile yayınlayacaklarını sanmıyorum. Başından beri taraf olmanın verdiği sıkıntılı bir durum bu esasen.

Yargılamada sona yaklaşıldıkça hareketliliği artıyor kimi çevrelerin. Mahkemenin ikna olmayacağını düşündüklerinden olsa gerek, vesayete 50 yıllık evlatlarının kapısını aşındırmaktan başka çare kalmıyor galiba.

Mehmet Baransu, günlerdir yazıyor, sanırım birkaç ay daha yazsa da bitecek gibi değil çarpıtmalar, yanıltmalar, bilinçli yönlendirmeler. Lakin Bağcılar Medyası'nın eski tüfekleri için çok anlamı yok bunların, zira görmek istediklerini görmeye devam ediyor, kalan şeylere ise kapatıyorlar kendilerini.

Oturup vicdanlı bir şekilde okuyup, idrak edip, ondan sonra konuşacakları yerde, başkasına akıl vermeyi, yol yöntem öğretmeyi marifet sanıyorlar.

Bilemiyorum belki, başkalarının dediği gibi, sıranın kendilerine gelme korkusu bunları yaptırtıyor onlara.

Davayı yakından takip eden gazeteciler neler olup bittiğini anlatıyor zira. Savunma tarafının niyetini, yaptıklarını da anlatıyorlar zaman zaman. Sanırım onlar için en kestirme çıkar yol, bütün bu belge ve bilgilerin bir çete tarafından sabırla oluşturulup, en gizli, en korunaklı yerlere özenle yerleştirildiği iddiası. Buna ikna edebilirlerse kamuoyunu, onlar için yeterli olacak sanırım.

Henüz bitmemiş bir mahkeme hakkında, başından beri konuşuyor, yazıp çiziyor, rapor adı altında sağdan soldan topladıkları resmi olmayan belgeleri kendilerine yakın medya ile paylaşıyorlar. Kimse onlara, 'devam eden bir mahkemeyi etkilemeye çalışıyorsunuz' filan da demiyor sanırım.

Beni şaşırtan şey ise bu işte öyle bir noktaya geldiler ki, çok basit ve yalın olan gerçekleri bile reddetme noktasındalar. Misal, 11 No'lu CD'nin (Böyle No'larla konuşmak işlerine geliyor, zira içerik kamuoyundan kaçırılmış oluyor) dışarıdan bir çete tarafından oluşturulduğunu hâlâ ileri sürebiliyorlar. Oysa bu materyalleri üreten ekipmanın 2010 yılında Gölcük'te ele geçirildiği, tüm resmi tutanaklarla ortaya çıktığını onlar da biliyor.

Örneğin, bir istihbaratçı komutan, 'O belgeleri oraya ben koydum' demesine rağmen yargılananlardan birisi, 'orası çöplüktür, tuzaktır, kabul etmiyorum' diyebiliyor.

Balyoz Davası nasıl biter bilmiyorum, ama bu davada kendisini taraf olarak görenlerin, son çare olarak, 'aksini ispatlayamadık en azından zihinleri bulandıralım' taktiği uygulamaya başladığını düşünüyorum.

Bekleyip göreceğiz sonucu.

ZAMAN