Bugünün ‘Asla Affedilemeyecekler’i Kimler?

Yıldıray Oğur, Cumhuriyet tarihini af kararları bağlamında mercek altına aldığı yazısında bugünkü gündemdeki infaz/af tasarısının eksikliklerine değiniyor.

Yıldıray Oğur’un Karar’da yayımlanan konuyla alakalı yazısını (04 Nisan 2020) ilginize sunuyoruz:

Asla Affedilemeyenler...

“Meclis’te Af Kanunu görüşülüyor. Af tasarısı geniş kapsamlı. Sağcıları, solcuları ve adli mahkumları da içine alıyor. Bizler cezaevinde çıkacak kanunu bekliyoruz. Maddeler birer birer geçiyor. Gönül ferahlığı içinde yatıp uyuyoruz. Sabah uyanınca bizi bekleyen tatsız bir sürpriz var: Düşünce, ifade ve örgütlenme hakkını hedef alan maddeler af dışı kalmış.”

Alıntı, geçen hafta Oral Çalışlar’ın Posta gazetesinde çıkan “Cezaevleri boşalırken muhalif tutukluya engel” başlıklı yazısındandı.

Yazıda anlatılan bütün tartışmalar, kaygılar, tehditler o kadar güncel ki bir an için Meclis’te görüşülmeye başlanan “infaz düzenlemesi”nden bahsettiğini düşünüyor insan.

Ama hayır, 46 yıl önceki af yasasından bahsediyor.

Kendisinin de bir siyasi tutuklu olarak hapishanede beklediği 1974 Affı’ndan.

Tam adı “Cumhuriyetin 50. Yılı Nedeniyle Bazı Suç ve Cezaların Affı”  ydı.

Ama af Cumhuriyet’in 50’inci yıldönümü olan 1973’de değil, 1974’de gündeme gelip yasalaşmıştı. Yürürlük tarihi olarak 29 Ekim 1973 esas alınmıştı.

Çünkü her ne kadar “Cumhuriyet’in 50’inci yılı için” dense de affın amacı aslında 12 Mart darbesinin açtığı toplumsal tahribatı gidermekti.

Zaten Türkiye’deki af yasaları genelde darbeler ve büyük kırılma dönemlerinin açtığı yaraları, verdiği hasarları kapatmak için çıkarılmıştır.

DP’nin 1950’de iktidara gelmesinden sonra tek parti döneminin adaletsizliklerini temize çekmek için çıkarılan aflar, 27 Mayıs’ın ardından 1962’de hapishanedeki DP’liler için çıkarılan “Katilleri affedemezsiniz” diye büyük sokak gösterilerine neden olmuş af, 12 Eylül hukukunun hapse attığı insanlar için 1991’de çıkarılan af bunun örnekleri.

1974 affı da 12 Mart’ın ardından başlatılan büyük tutuklama dalgalarıyla  ortaya çıkan siyasi ve toplumsal gerilime karşı gündeme gelmişti.

Askerlerin, 12 Mart 1971’de verdikleri muhtırayla hükümeti istifa ettirmelerinin iki sebebi vardı.

Birincisi; 9 Mart 1971’de Madanoğlu- Avcıoğlu cuntasının darbe girişimini engellemek. İkincisi 1968’den itibaren artan devrimci gençlik örgütlerinin silahlı-silahsız faaliyetlerini bitirmek.

Cuntayla ilişkili ya da ilişkisiz yüzlerce yazar, entelektüel, siyasetçi meşhur Ziverbey’e toplanmış, haklarında uçak kaçırmadan, bomba yerleştirmeye kadar tuhaf gerekçelerle davalar açılmıştı.

Aynı şekilde sol hareketle bir şekilde ilişkili olan neredeyse herkes de şiddete karışmış olsun ya da olmasın komünizm fikrini suç sayan TCK’nın meşhur 141 ve 142’inci maddelerinden içeri alınmıştı.

İrticai fikirlerle ilgili ceza kanunundaki 163. maddeden de tutuklananlar vardı.

Yani 12 Mart darbesinden dört yıl sonra siyasi fikirleri ve eylemleri nedeniyle binlerce insan hapishanelerdeydi.

Üç yıl süren askeri rejimden sonra 1973’de ilk seçimler yapılmıştı.

Seçimlerde büyük bir sürpriz olmuş ve ortanın solu fikriyatını savunan Ecevit’in CHP’si sandıktan birinci parti olarak çıkmıştı.

Ama 185 milletvekiliyle hükümeti kuracak çoğunlukları yoktu.

Seçimin bir başka sürprizi de Necmettin Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’ydi. (MSP) Üç yıl önce 12 Mart darbecilerinin kapattığı Milli Nizam Partisi’nin yerine kurulan MSP, büyük bir başarıya imza atarak Meclis’e 48 milletvekili sokmuştu.

Ve hiç beklenmeyen oldu ve asla yan yana gelmeyeceği düşünülen CHP ile MSP anlaşarak Ocak 1974’de koalisyon protokolünü imzaladılar.

Bülent Ecevit’in Başbakan, Necmettin Erbakan’ın Başbakan yardımcısı, Deniz Baykal’ın Maliye, Turhan Güneş’in Dışişleri, Oğuzhan Asıltürk’ün İçişleri, Korkut Özal’ın Tarım Bakanı olduğu hükümet kuruldu. Adalet Bakanlığı koltuğuna ise 41 yaşında genç bir avukat olan Şevket Kazan oturmuştu.

Bu büyük uzlaşmanın ilk hedefini hükümet programını Meclis’te okurken Başbakan Ecevit açıklamıştı:

"Hükümetimiz geçmişin kırgınlık ve acılarını giderecek karşılıklı bağışlama ve hoşgörüye dayanan bir kardeşlik ortamının kurulmasını ilk görev saymaktadır. Toplumumuzdaki iç barışı kurmak üzere düşünce ve inanç suçlarını da kapsayan bir genel af ile orman suçlarına ilişkin affın gerçekleşmesini zorunlu görüyoruz."

Önce CHP ve MSP kendi aralarında uzlaştılar ve ortaya Cumhuriyet’in 50’inci yıldönümü için hazırlanmış bir af kanunu çıktı.

Aslında diğer partiler de cezaevleri fazlasıyla dolduğu için bir affa destek veriyorlardı ama tasarı ortaya çıkınca destek yerini büyük bir öfkeye bıraktı.

Çünkü af tasarısı 141, 142, 146 ve 163 maddelerden ceza almışları da kapsıyordu. Hatta Osmanlı ailesinin erkek üyelerinin yurda girişine de izin veren bir madde de tasarıyı girmişti.

O yılların en büyük, en affedilmez suçu olan “komünistlere” af getiriyordu.

Affın karşısında Demirel’in Adalet Partisi, Ferruh Bozbeyli’nin Demokratik Partisi, Turhan Feyzioğlu’nun Cumhuriyetçi Güven Partisi’nden ve Türkeş’in MHP’sinden oluşan ittifak vardı.

Komisyon görüşmelerinden itibaren kavgalar, yumruklaşmalar, suçlamalar eksik olmadı.

Bugün hepimize tanıdık gelecek suçlamalar, tehditler, vehimler havada uçuştu.

Demirel, CHP’yi anarşinin yanında durmakla suçladı, “17. Türk devleti ilelebet yaşayacaktır” nutukları attı.

Turhan Feyzioğlu “Türkiye’nin kaderi Leninci Atatürk düşmanlarıyla, Abdülhamitçi Atatürk düşmanlarının keyfine bırakılmayacaktır” dedi.

Kürsüye çıkan Adalet Partililer;

 “Taviz vermek suretiyle komünistlerin affını temin edenler tarih ve millet önünde unutulmayacaktır”

“Bunları affedenlerin dalalet içinde hatta vatana millete karşı hıyanet içinde olduğunu görüyoruz”

“Cumhuriyetin 50. Yılında iktidara sahip olanlar komünistleri affetme gafleti içinde olmuşlardır.”

“Erbakan’a söylüyorum: Senin affettiklerin yarın halk mahkemelerinde seni affetmeyecektir” gibi ağır cümlelerle yüklendiler.

Eleştirilerin hedefinde böyle bir affa destek vermesi beklenmeyen Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan vardı.

Ama Erbakan da af tasarısında 141 ve 142’liklerin olmasından asla vazgeçmiyor, mahalle baskısına yenik düşmüyordu.

Bir keresinde eleştirilere şöyle cevap vermişti:

“O devir kapanmıştır artık. Anarşik olayları bahane ederek benim istediğim gibi düşüneceksin oyunu sökmeyecektir. Bunu mutlaka sağlayacağız. Bu memlekette herkesin ben böyle düşünüyorum deme hakkı olacaktır. Bütün Batı memleketindeki fikir hürriyeti kadar hürriyet, Türkiye’de de olacaktır. Ancak fikir hürriyet başka şey anarşi başka şey... Düşünceye düşünceyle karşılık verilecektir. Batıdaki tatbikat tıpı tıpına, ne bir gram fazla, ne bir gram eksik aynen uygulanacaktır.

Artık komünistleri affediyorlar sloganını bırakın.  Türkiye’de fikirleri baskına altına aldığınız için bugüne geldiniz. Memlekete iç barış, hürriyet havası ile gelecektir. Kimsenin şiddete başvurmağa ihtiyacı kalmayacaktır. 141 ve 142’inci maddeler bir fikri açıklar, şiddetle, anarşi ile ilgili değildir. Ama tatbikatta başka uygulamalar yapılmıştır, bunun günahı fikirde değildir.”

Komisyonda ve Meclis’te af tasarısını MSP’li genç Adalet Bakanı Şevket Kazan savunuyordu ama parti içinde de bir çatlak ortaya çıkmıştı.

MSP içindeki Nurcu olarak bilinen milletvekilleri komünistlerin affına karşıydı.

Affa karşı en sert muhalefeti Adalet Partisi’ni destekleyen Yeni Asya gazetesi yapıyordu.

Gazete bir keresinde    “Erbakan yanıltıyor!” diye  bir manşetle çıkmış, hapishanelerde 163’üncü maddeden çok fazla kişi olmadığını, Erbakan’a yanlış bilgi verildiğini iddia etmişti.

Hatta gazeteye muhafazakar tutuklular “Af istemiyoruz. Biz hapishanede kalmaya razıyız. Yeter ki anarşistler affedilmesin” diyen mektuplar dahi göndermişlerdi.

Yeni Asya gazetesi imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular, hatıralarında affa karşı verdikleri mücadeleyi şöyle anlatıyor:

“....bizimle münasebeti olan Hüsamettin Akmumcu, Hacı Tevfik Paksu gibi insanları harekete geçirerek, “Bu büyük bir vebaldir. Tarih sizi affetmez. Bu kadar anarşisti affetmeye, sizin bunlara af çıkarmaya hakkınız yok” mesajını verdik. Biz bu noktada gayretli çalışmalarımızla ciddî mesafeler aldık. Sonunda, “Nasıl olur? Elbette af olmaz” noktasına geldiler. Af meselesinde, MSP’nin milletvekillerinden aşağı yukarı yirmiden fazlasını tesir altına aldık.”

MSP içindeki kırılma Meclis’teki oylamada ortaya çıktı. 21 MSP milletvekili oylamaya katılmadı.

Ama buna rağmen af tasarısı CHP ve MSP’nin oylarıyla Meclis’ten geçti.

Ama o günlerde bu yeterli değildi. Kanunun Cumhuriyet Senatosu’ndan da geçmesi gerekiyordu.  Senato’da da sadece seçimle gelen partililer yoktu, çoğu emekli asker, eski Milli Birlik Komitesi üyeleri olan daimi senatörler de vardı.

Senato’daki çoğunluk 141,142 ve 146. maddelerde affa karşıydı.

Nitekim Senato’daki oylamalarda aftan hem bu maddeler hem de Osmanlı ailesinin erkek üyelerinin yurda geri dönmesine izin veren madde çıkarıldı.

Uzlaşmazlık yüzünden o günkü yasalara göre af tasarısı 8 senatör ve 8 milletvekilinden oluşan karma komisyona gitti. Komisyonda da “komünistlere affa” karşı olanlar çoğunluk olmuştu. 

Af yasasına, 141, 142, 146’ıncı maddelerin kapsam dışı olduğunu söyleyen bir 5’inci madde eklendi.

Son sözü söyleyecek Meclis’te hem karma komisyonun, hem Senato’nun hem de Meclis’in taslakları tek tek oylanacaktı.

Karma Komisyonu’nun 141 ve 142’siz taslağı görüşülürken MSP içindeki af karşıtı kanat tümüyle ortaya çıktı ve 20 MSP milletvekilinin kabul oyuyla affın siyasi mahkumları ve tutukluları kapsam dışına bırakan versiyonu Meclis’ten geçti.

Hemen meşhur katiller, uyuşturucu kaçakçıları, dolandırıcılar, 1964’de İsmet İnönü’ye suikast girişiminden mahkum olmuş biri kişi, Litvanya’dan İstanbul’a uçak kaçırmış bir baba ve oğul tahliye edilmeye başlandı.

Ama siyasi tutuklular  ve mahkumlar hapishanelerde kalmıştı. Cumhuriyet’in 50’inci yıldönümü bile onların büyük suçlarını affettirmeye yetmemişti.

CHP, Meclis’ten geçen af yasasının 141 ve 142’den işlenen suçları kapsam dışı bırakan beşinci maddesini eşitliğe aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı.

Mahkeme,  2 Temmuz 1974 günü 4’e karşı 11 oyla affın beşinci maddesini esasa girmeden Meclis’teki oylamada yapılan yanlışlar yüzünden usulden bozdu ve iptal etti.

Böylece bir kaç ay sonra af, 141, 142, 146’ıncı maddelerden hapiste olan siyasi tutuklu ve mahkumları da kapsadı.

Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın girişimleriyle hemen tahliyeler başladı.

Bu afla kimler hapishanelerden çıkmadı ki;

Türkiye İşçi Partisi’nin yöneticileri Behice Boran, Sadun Aren, Turgut Kazan.

Yazar ve yayıncılar Can Yücel, İsmail Beşikçi, Muzaffer Erdost.

İki adet Çetin Altan yazısını gazetede yayınlamaktan tutuklanmış gazeteci Doğan Koloğlu. Osman Saffet Arolat.

Ve tabii aralarında Oral Çalışlar’ın, Doğu Perinçek’in, Nuri Çolakoğlu’nun da olduğu Şafak davasının 166 sanığı.

Ama ne tuhaftır ki bugün aynı hareketin gazetesinde, Meclis’teki infaz düzenlemesi Anayasa Mahkemesi’ne taşınırsa FETÖ ve PKK’lılar da serbest kalır uyarıları yapılıyor.

FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimi ve PKK’nın terör saldırılarının travmalarıyla, aralarında siyasetçilerin, gazetecilerin, işadamlarının, sivil toplumcuların, ev hanımlarının, doktorların olduğu eline silah değmemiş, herhangi bir şiddet eyleminin içinde, kenarında köşesinde yer almamış on binlerce insan, fikirleri ve tercihleri yüzünden propaganda, üyelik, örgüte üye olmadan yardım gibi suçlamalarla hapishanelerdeler.

Somut olarak ne yaptıklarına bakılmaksızın kitlesel bir yargılamayla karşı karşıyalar.

Hepsi terörist, hepsi darbeci. Bugünün asla affedilmeyenleri de onlar.

Bırakın bir aftan yararlandırılmayı mahkemelerin haklarında verdiği tahliye kararları bile anında yeniden tutuklamaya çevriliyor.

Hakkında savcılığın üç yıl önce takipsizlik kararı verdiği KHK’yla ihraç edilmiş, Princeton-Utrecht üniversitelerinde yüksek lisans ve doktorasını yapmış ülkenin koronavirüs üzerine tek doktoralı doçentinin bile, biraz adı gündeme gelince, göreve iade edilmesi konuşulunca bir anda 2000’li yılların başında Fatih Üniversitesi’nden mezun olduğu ve aynı üniversitede bir süre çalıştığı gibi ‘müthiş suçlamalar’la hakkındaki takipsizlik kararı kaldırılabiliyor.

50 yıl sonra Cumhuriyet’in 100’üncü yıldönümüne doğru giderken, Meclis’in önünde yine bir af tasarısı var.

Yine bir darbe sonrası hapishaneler tıklım tıklım dolu.

Üstelik bu kez affın gerekçesi bütün dünyada yayılan bir salgından cezaevlerindeki insanları korumak.

Ama virüs siyasi tutuklu/hükümlü, adli tutuklu/hükümlü ayrımı yapmazken, infaz düzenlemesi yapıyor.

Çünkü elli yıl sonra yine herhangi bir şiddet eylemine katılmamış, fikirleri, tercihleri yüzünden hapiste olan on binlerce siyasi tutuklu, adli tutuklulardan daha tehlikeli görülüyor.

Onların affı asla gündemde değil.

Devlet yine kendisine karşı işlendiğini düşündüğü suçlara karşı kindar, vatandaşa karşı işlenen suçlara karşı merhametli.

Tarihler değişiyor, Cumhuriyet 50 yaşından 100 yaşına geliyor ama her dönemin muhakkak bir “asla affedilemeyenleri” oluyor.

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!