Bugün İçin Hicret Bilinci Ne İfade Ediyor?

“Bugün için ‘hicret’; kendimizi ve başkalarını İslâmlaştırma cihad ve niyeti içinde olmak, ayrıca kötülükleri ve günahları terk etmektir. ‘Hicret bilinci’ de sürekli bu gayret ve niyette olmaktır.”

Abdullah Yıldız, Yeni Akit’teki yazısında yeni hicri yıl bağlamında hicret bilincini işliyor.

Abdullah Yıldız’ın yazısı şöyle:

1 Muharrem ve Hicret Bilinci

Müslüman, yalnızca Yüce Zât’ına teslim olduğu Rabb Teâlâ’nın insanlar için belirlediği zaman ölçüsüne (Bakara/189) göre hayatını düzenleyen,zaman/vakit bilincine sahip olan insandır. 

Müslüman, mümince “vakti kuşanan” insandır. Atasoy Müftüoğlu ağabeyin ifadesiyle; “Vakte girmek, vakte açılmak ve vaktin bilincini taşımak, ancak vaktin yegâne sahibini tanımakla mümkün.”

Müslüman, Ahmet Haşim’in ifadesiyle “Müslüman saati”nin (vaktinin) farkında olan; hayatının ritmini, vaktin sahibine ibadet etme ve özellikle de namaz kılma saatlerine göre ayarlayan kimsedir.

Bu saatin/zamanın ayları ve yılı hilâle göre ayarlanır. Ay’ın (kamerin) doğuş ve batışına tabi olan ay hesabına “kamerî aylar” denilir. Bu aylar 12 olup, sırasıyla şunlardır: Muharrem, Safer, Rebîülevvel, Rebîülahir, Cemaziyelevvel, Cemaziyelahir, Receb, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce. 

Hâlik-ı Zü’l-Celâl, ayların sayısının 12 olduğu hakkında şöyle buyurur: 

“Hakikatte ayların sayısı Allah katında, Allah’ın kitabında -ta gökler ve yeri yarattığı günden beri- on iki aydır. Onlardan dördü haram olanlardır. İşte bu, en doğru hesaptır...” (Tevbe/36) 

İdrak ettiğimiz ay; Müslüman saatine/zamanına göre kameri ayların birincisi Muharrem ayıdır.

Muharrem ayı, şu hadis-i şeriflere göre, Şehrullah yani “Allah’ın ayı”dır.Ramazan ayından sonra en faziletli oruç (ayı) şehrullah olan Muharrem ayıdır. Farz namazdan sonra en efdal namaz da gece namazıdır.” (Müslim, Sıyam 202; Ebu Davud, Savm 55; Tirmizi, Salat 324; Nesai, Kıyamu’l-Leyl 7)

1 Muharrem tarihi ise, Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretlerinin başlangıcıdır.

Müşriklerin zulümleri yüzünden Mekke’de Müslümanlar barınamaz hâle gelmişler; bu sebeple 2. Akabe Bîatında Hz. Peygamber (s.) ve Müslümanların Medine’ye hicretleri kararlaştırılmıştı. 2. Akabe Bîatı, Peygamberliğin 12. yılının son ayı olan Zilhicce’de yapılmıştı. 13. yılın ilk ayı Muharrem’de (Temmuz 622) Medine’ye hicret başladı. Mekke’den Medine’ye ilk hicret eden, Beni Mahzûm’dan Abdülesed oğlu Ebû Seleme(r.a.), en son hicret eden ise Rasûlullah (s.)’in amcası Abbâs’tır (r.a.).

Müslümanların, Peygamberimizin teşviki ile Allah rızası için her şeylerini Mekke’de bırakıp Medine’ye hicret etmeleri büyük sevap ve kahramanlıktır. Mekke’nin fethi ile “hicret” son bulmuştur.

Hicretle, Müslümanlar müşriklerin zulüm ve baskılarından kurtulmuşlar, devlet ve güç sahibi olmuşlar, Medine İslâm toplumunu kurmuşlar ve İslâm›ı çevreye hızla yayma imkânı bulmuşlardır. 

Hicret’in, böylesine önemli bir dönüm noktası olması sebebiyledir ki, olaydan 17 yıl sonra, Hz Ömer’in (r.a) hilâfeti sırasında, Rasûlüllah’ın (s.) hicret ettiği yılın 1 Muharrem’i olan 16 Temmuz 622 tarihi, Hicrî-Kamerî Takvim için “takvim başı” olarak kabul edilmiştir. Yani 1 Muharrem hicrîyılbaşıdır.

Peki, biz bugün, Müslümanlar olarak “hicret” vakıasını nasıl anlamalı ve bu çağa nasıl taşımalıyız?

Bu sorunun cevabını doğru olarak öğrenebilmek için önce şu iki hadis-i şerifi dikkatli okumalıyız: 

Hz. Âişe›den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s) şöyle buyurur:“Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve niyet vardır. Allah yolunda savaşa çağırıldığınız zaman hemen katılın.» (Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr 45, Cihâd 1, 27, 184; Müslim, Hac 445, İmâret 85. Ayrıca bk. Tirmizî, Siyer 32; Nesâî, Bey'at 15)

İbn Abbas’tan (r.a) rivâyet edildiğine göre, Rasûlüllah (s), Mekke fethedildiği gün şöyle buyurur: “Mekke’nin fethedilmesinden sonra Mekke de İslâm ülkesi haline geldiğinden oradan başka yerlere hicret etmek yoktur. Fakat yeryüzünün her tarafını İslâmlaştırmak için cihad ve bu niyet üzere bulunmak vardır. Cihad için sefere çağrıldığınızda hemen seferber olun.”(Nesâî, Biat 11; Ebû Dâvud, Cihâd 2)

Demek ki, bugün “hicret”, Efendimizin buyurduğu üzere “yeryüzünün her tarafını İslamlaştırmak için cihad ve bu niyet üzere bulunmak” olarak anlaşılmalıdır ve bize düşen görev de, kendimizden ve kendi çevremizdenbaşlayarak dünyanın her köşesini İslâmlaştırmak ve bu niyet üzere bulunmaktır. Kendimizden başlamayı vurgulamamın sebebi ise,“başkalarına iyiliği/erdemi emrederken kendinizi unutur musunuz?(Bakara/44) âyeti gereği, önce kendimizi İslâmî erdemlerle donatma mecburiyetidir.

Kur’ân’ın “Kötü şeylerden hicret et!” (Müddessir/5) emri, Efendimizin (s)“Hicret nedir?” diye sorana “Kötülüklerden ve günahlardan kaçınmaktır”(Müsned 4/114; Nesâi, Zekât 49; İbn Mâce, Cihad 5), “Hangi hicret daha üstündür?” sorusuna, “Rabbinin yapılmasını hoş görmeyip yasakladığı şeyleri bırakmandır.” (Nesâi, Biat 7/144) cevabını vermesi ve “Hakiki muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçıp onları terk (hicret) eden kimsedir” (Buhari, İman 9) buyurması da aynı hakikatin bir diğer boyutunu vurgular. 

Öyleyse bugün için “hicret”; kendimizi ve başkalarını İslâmlaştırma cihad ve niyeti içinde olmak, ayrıca kötülükleri ve günahları terk etmektir. “Hicret bilinci” de sürekli bu gayret ve niyette olmaktır. 

Yeni Akit

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!