Bugün 7 Ekim! Günlerden Gazze

RAMAZAN YAZÇİÇEK

Sayıya gelmeyen cesetler, hesap edilemeyen yıkımlar; ifadelere sığmayan katliamlar devam ediyor… Unutma evlat! Yaşananların adı, “Müslüman kırım”dır.

Amaçlanan şeyin büyüklüğü, amaca ulaşmak için başvurulan araçların azlığı veya kıtlığı, buna rağmen elde edilen sonuçların göz kamaştırıcı ve akıllara durgunluk verici nitelikte olması her dönemde bir rehberliğin, topluluğun ve hareketin büyüklüğünü gösteren üç önemli ölçüttür. Gazze’de yazılan destanı, bir de bu gözle okumak gerekir.

Gazze’de başlayıp Lübnan’da devam eden katliamlar, bütün insanlığa ve özelde kendilerine “Müslüman” diyenlere bir kez daha, “Bu gidiş Nereye?”(Fe-eyneteżhebûne?) (Tekvîr, 81/26) sorusunu yöneltmiş, sarsıcı uyarısını yapmıştır. Göçük altında kalan birine, “Beni duyan var mı?” diye sesleniş ne ise, bugün Gazze’den evren boşluğuna bırakılan haykırışlar da aynıdır. Filistinli küçük kız çocuğun, “Ârun Aleyküm!” (Allah’tan korkun/utanın; yazıklar olsun size!) haykırışı, kendisine ses vermesini umduğu birileri içindi. Istırap yüklü yuhalamanın muhatabı, “Ben insanım!”, “Ben de Müslümanlardanım” diyen herkestir bugün!

Gazze’den, Lübnan’dan… Hama’dan, Sabra ve Şatilla’dan, Doğu Guta’dan, Arakan’dan, Halepçe’den, Felluce’den, Rakka’dan, Yemen’den, Srebrenitsa’dan, Çeçenya’dan, Doğu Türkistan’dan “Ârun Aleyküm!” çığlıkları yükseliyor! Feryat edenlere, “Bana sesleniyorlar!” hassasiyetiyle kulak verildiği ân, vicdanlar diriliğini hâlâ muhafaza ediyor, zulme karşı “Dur!” diyecek bir ‘kıyam’ umudu var demektir. Canhıraş haykırış, suskun ümmetin yiğit ve fakat şimdilerde yitik evlatlarının ses vermesini bekliyor!

Sözsüz yakarışlar, sessiz çığlıklar vardır; lâkin kulaklar o hıçkırıkları duyamazlar... Kalptir, o sesleri işitme mahallî. "Dünyadaki en sağır edici ses, acı çeken bir mazlûmun suskunluğudur." diyor Hz. Ali (ra). Kabul olunmasından korkulması gereken dua, kabulü için arada perdenin olmadığı duadır.1 Bütün müstaz’afların ve özelde Gazzelilerin yaşadığı mazlûmiyet hali, bu hal olsa gerek.

Şair, Eğer tadını bilirseniz, ekmeği paylaşmak, ekmekten daha lezzetlidir.” der. Bir dilin üzerinde geliştiği medeniyete yabancılaşma, kelimeleri ruhsuzlaştırır; mekanik ve metalik kılar... Oysa çocuk ‘anasının’, anası da ‘çocuğun dilini’ iyi bilir. Konuşmayı öğrenmeden yavrusunun dilini bilme meziyeti, analara mahsustur. Çocuğun niçin ağladığını, sıkıntısının ne olduğunu, aç mı, susuz mu, hasta mı? olduğunu bakışından, duruşundan anlar bütün anneler.

Ancak öyle haller var ki, “Bilmez olaydım dilini.” dedirten kahırlar yüklüdür. Dil yalan söyler mi hiç? Ya elma kokusu yürek yakar mı?.. Halepçe Katliamı’nda, “Dayêbêhnasêvatê” (Anne elma kokusu geliyor)” söyleyen zeytin gözlü yavrucağın, birazdan ağzından taşan köpüklerle kollarında ruhunu teslim edeceğini gören anne, “Bilmez olaydım dilini, anlamaz olaydım halini yavrum!” ağıtına eşlik eden gözyaşları içinde, sarmaladığı yavrusuyla birlikte yere yığılarak ruhunu teslim eder Rabbine!

Ey Gazze’li çocuk! Toplanabilen uzuvları babasının elindeki poşette, “Şahit ol, Ya Rabb!” diyen yavrucak!.. Sana, “Bizi affet” söylemeye dahi yüzümüz kalmadı artık…

Halimize tercümeyle, “Ay balam! Cinler, hortlaklar, aslanlar, gulyabaniler görürem gorhmuram… Harda bir insan görirem gorhuram.”2 dizeleri, insanlıktan çıkan ‘İnsan’ın; müslümanlıktan çıkan ‘Müselman’ın, ceset ceset toprağa dökülüşünü dile getirir. Yaratılış amacından uzaklaştıkça insan, kendisinden korkulacak varlık haline gelir. Velhâsıl, ne insan kalır ortada ne de Müselman!3

Gelinen noktada ümmet coğrafyasında fikrî ve fiilî yaşananlar, meselelerin bireysel değerlendirme konforundan öte ele alınması zaruretini doğurmuştur. Mâruz kalınan musibetler, ümmetin tamamını ilgilendiren umumî bir belâya dönüşmüştür. Küfrün topyekûn harekete geçtiği gerçeğini, “daralan vakitlerde” göz ardı etme hakkımızın olmadığını düşünüyorum. Bu kanaatim, “Umûmî belâya husûsî kederin fayda vermeyeceği”ne olan inancım sebebiyledir. Nitekim bugün şahidi olduğumuz musibetler, sadece Gazze’nin, Lübnan’ın meselesi değildir artık. İşlenen toplu katliamlarla ümmetin onur ve değerleri ayaklar altına alınmaktadır. Ve bununla İslâm ümmeti, bir daha ayağa kalkamayacak şekilde bastırılmak istenmektedir.

Hâsılı, Gazze’de yaşanan fiilî durum, öncelikle doğru teşhisi gerektirmekte ve ardından, “Müslümanların ilki olmakla emrolundum.” (Zümer, 39/12) hakîkatini dile getiren herkesi takati ölçüsünde ilgilendirmektedir. Lâkin iki şeyden muzdaribim: Fikir sahiplerinin öfkesiz, öfke sahiplerinin fikirsiz olmasından.4

 

1- “Mazlumun bedduasını almaktan çekin, çünkü onun bedduası ile Allah arasında perde yoktur.”(Buhârî; Müslim).

2- “Gorhuram” şiiri, Azerî şair Mirze Elekber Sâbir (1862-1911)’e aittir.

3- Ramazan Yazçiçek, yayımlanmamış “Diller ve Medeniyetler” çalışmasından.

4- Ramazan Yazçiçek, Gazze Risalesi’nden özetle.