İsmail Kılıçarslan’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan yazısı (20 Kasım 2018) şöyle:
Yangın Var Yangın!
Geçenlerde bir yazıma müstakil olarak konu edindiğim Türkiye’nin Gençleri araştırmasından iki son derece can sıkıcı sonuç ile başlayayım.
İlki 15-30 yaş arası gençlerin alkol kullanım oranları. Bu soruya “sık sık alkol kullanıyorum” yani “alkol problemim var” diye cevap veren gençlerin oranı 4,9. “Ara sıra kullanıyorum” cevabı ise 18,8. İkinci can sıkıcı sonuç ise gençlerin 6,7’sinin “hiç kimse beni anlamıyor” demiş olması.
Bu sonuçlar burada bir dursun.
Çok uzun süredir Türkiye’deki dindarlık, dini hayat ve dini ele alış biçimleri üzerinden yazılar yazıyorum. Bu yazıları o ya da bu oranda takip eden okurlarım herhalde şunu net şekilde fark etmişlerdir. Bugün içine düştüğümüz sosyal buhranlarının hepsinin çözümünün İslam’da, bilhassa da İslam’ın Ehli Sünnet yorumunda olduğunu düşünüyorum ben. Fakat yine çok uzun süredir kendisini “Ehli Sünnetin müdafii, Sünniliğin yılmaz bekçisi, geleneğin asıl temsilcisi” olarak topluma prezante eden isimlere, sözüm ona âlimlere, bol etkileşimli hocalara, ateşli vaizlere bakarak diyorum ki kendi kendime “oğlum İsmail. Ya sen Sünniliği yanlış biliyorsun ya da Sünnilik bu adamların savunduğu şey değil.”
Mümkündür. Belki de ben Sünniliği yanlış biliyor, yanlış konumlandırıyorumdur. Belki de Sünnilik, toplumsal yaşam hakkında söz almayan; insanların kendilerini ifade etmesine tahammül etmeyen; günahtan değil günahkârdan nefret edilmesini öneren bir anlayıştır. Hatta belki de Sünnilik sürekli “nedir?” sorusuyla değil de “ne değildir?” sorusuyla ilgilenen; toplumu ıslah etmekle ilgilenmek yerine sadece fıkıhla ilgilenen; ahlak vazetmek yerine “din elden gidiyor” vaveylası ile prim yapma hedefli bir anlayıştır da ben yanlış biliyorumdur.
Şunu şöylece ifade ettiğim için belki de haddimi aşmış olacağım ama bugün Sünnilik, Ehli Sünnet, gerçek İslam adına söz alan, “Allah’ın dini tehlike altındadır ve ben onu korumakla görevlendirildim” diyerek adeta “poz kesen” hocaların hiçbiri “yara teşhisi” konusunda uzman değiller. Bu yanıyla da kolundaki kanamalı kesiği gösteren hastaya “o kesik önemli değil, önce bir saçlarını tarayalım” diyen beceriksiz hekimlere benziyorlar.
Oysa yara kolumuzda, yara kalbimizde. Seküler dayatmalar çağında her gün yaralanıyoruz ve yaramızı gösterdiğimiz hemen herkes bize “saçını tara” diyor.
Toplumdan ve toplumsal gerçeklikten bütünüyle kopmuş, dini ilimleri “arkeoloji” yöntemiyle bilebilen, ya sürekli öfkeli ya sürekli vıcık vıcık Ehli Sünnet müdafii hocalardan bunalan bir tek ben miyim peki?
Bir tek ben olsam keser sesimi otururum aşağı billahi. Fakat işte hemen her gün toplumsal gerçekliğin içinden sert, çok sert eleştirilerin yükseldiğine tanık oluyorum. Daha iki gün önce bir grup ilahiyat talebesi kız öğrenci “vallahi kalbimizi çok kırıyor bu hocalarımız İsmail abi, kadın olduğumuz için kendimizi suçlu hissetmemizi vazettikleri yetmezmiş gibi bir de ilahiyat okumamızı aşağılıyorlar. Ne yapacağımızı bilemez haldeyiz” dediler bana. Daha geçen gün bir arkadaşım “oğlumun televizyonda hiçbir hocayı görmeye tahammülü yok. Hoca görür görmez kanal değiştiriyor” dedi. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama gereksiz…
Başa dönelim. “Hiç kimse beni anlamıyor” diyen gence söyleyecek sözleri nedir hocalarımızın? “Alkol problemim var” diyen gence ne önermektedirler? Tek umudu “Allah’ın imdadına yetişmesi” olan yaralı ruhlara ne söylemektedirler?
Ben söyleyeyim ne söylediklerini: “Şu filanca aşırı sapık… Bu filanca kâfir... İslam’ın şahitlik hukukuna göre… Nikâh akdi aslında… Hadislerin ele alınış biçimleri… Sakalın ideal uzunluğu… Bunlar zaten ehli bidat… Kampüsler zaten bilmem ne… İlahiyatların hepsini kapatmak lazım… Deve sidiği… Yanmaz kefen…”
Yahu özelde gençler, genelde bütün toplum kendi dillerince feryat ediyorlar. “Yaralıyız” diyorlar. Hocamız da “dur evladım, önce sana hadislerin nasıl ele alınacağını öğreteyim, o olmadan hiçbir şey yapamazsın” diyor. Yahu önce bir alkolizmden kurtar, önce bir değerli olduğunu hissettir, önce bir derdini dinle, önce bir yalan söylememeyi, kul hakkına girmemeyi, gıybet etmemeyi, nezaketi, letafeti öğret. Şu kabalıktan, şu hoşgörüsüzlükten evvela kendini, ardından bütün toplumu kurtar önce. Sonra zaten o toplum hadisleri nasıl ele alacağını o ahlaki düzgünlük içerisinde kendisi bulacaktır emin ol.
Bunları yap ki sana “işte İmam Maturidi’nin gerçek bir takipçisi” diyelim. “İşte İmam-ı Azam’ın yoluna yakışan bir alim” diyelim.
Yangın var yangın! O yangın senin eve ulaşmadan harekete geçmeyeceksin biliyorum ama sana kötü bir haberim var. Yangın senin eve çoktan ulaştı. Odanda dumandan göz gözü görmüyor. Sen o esnada reddiye ya da tekfir yapmakla uğraştığın için yangının farkına varmıyorsun sadece.
Niçin bunca öfkeyle yazıyorum ben peki? Çünkü elimizdeki son umut, son çare, son deva da kendisini bizatihi o umudun, o çarenin, o devanın sahibi zanneden adamlar tarafından yok edilmeye çalışılıyor.
Allah’ın -haşa- distribütöre de, onun dinini kurtaracak kaplan vaizlere de, zaten dindar gençleri “fanatik” hale getirecek hocalara da ihtiyacı yok. Ama benim, bizim, hepimizin Allah’ın şefkatine, merhametine, bağışlayıcılığına ihtiyacımız var.
Bilmem anlatabildim mi derdimi? Rabbim’e yalvarıyorum anlatabilmiş olayım.