Türk siyasal sisteminin birçok temel sorunu var.
Askeri vesayet, asayişçi ve devletçi siyaset anlayışı, toplumsal mutabakat krizi önde gelen sorunlarımız arasında yer alır.
Bunların tümüne teğet geçen diğer temel bir sorun da şeffaflık, tersten iade edecek olursak sistemin karanlık noktaları meselesi olarak karşımıza çıkar.
Son zamanlarda bu karanlık noktalara ilişkin önemli gelişmeler, önemli ipuçları ne yazık ki ülkenin yoğun gündemi içinde, askeri operasyon, tesettür krizi gibi meseleler arasında sıkışıp kalıyor, yeteri kadar deşilmiyor, tartışılmıyor.
Bundan 1 hafta kadar önce bir dava dosyasından basına yansıyan belge bundan bunlardan birisiydi.
Belge Trabzon'da 16 yaşında bir çocuk tarafından kilisede dua ederken öldürülen Rahip Santoro'yla ilgiliydi. Özetle rahibin öldürüldüğü tarihte devletin istihbarat birimlerinin teknik takibi altında olduğunu söylüyordu.
Haber sadece bu yönüyle bile çarpıcıydı.
Ne var ki başka ayrıntılar da içeriyordu.
Santoro Pontusçuluk'tan şüpheli görülmüş ve dinlenmesine yönelik talep mahkeme önüne getirilmişti…
İlginç bir nokta Santoro'nun öldürülme nedeni ile dinlenme nedeni arasında benzerliğin istihbarat birimlerinin talep formları ve mahkeme metinlerinde açıkça ifade edilmiş olmasıydı.
Gerçekten de rahibin başka bir din ve cemaate egemenlik alanı oluşturmak gibi bir faaliyete girdiği iddiası, onun öldürülme nedeni değil miydi?
16 yaşındaki liseli genç rahibi Danimarka'daki karikatür haberlerinden ötürü intikam duygusuyla öldürdüğünü söylememiş miydi?
Rahibin katili "genç" konuşmadı, yargılandı, mahkum oldu, dosya münferit bir hadise olarak kapandı.
Rahip Santoro meselesindeki gariplikler, kesişmeler, paralellikler bazı soruların sorulmasını kaçınılmaz kılıyor.
Gazetelere gelen ve yayımlanan bilgi ve belgelerin birinde, dinleme tedbirine başvurulmasının gerekçesinde şu satırlar vardı:
"Anderas Silvio Santoro isimli şahsın (…) yaklaşık 4 yıldır ülkemizde olduğu, 2003 yılı içerisinde Karadeniz bölgesinde yürütülen Pontusçuluk faaliyetlerini organize etmek, oluşuma eleman kazandırmak, gerekli maddi finansmanı sağlamak ve sorumlu düzeyde faaliyet göstermek amacı ile Trabzon iline geldiği (…) tespit edilmiştir…"
Katolik bir papazın Ortodoks Pontus ilişkisini anlamak zor olsa da, ortada, bu belgenin işaret ettiği ciddi sorunlar var.
Santoro gibi kişiler teknik takip yanında muhtemelen fiziki takibe de maruz kaldılar. Onu izleyenler Erhan Tuncel benzeri haber elemanları mıydı?
Bu kişilerin cinayetle ilgili bilgileri var mı?
Devletin izlediği bir kişinin gözaltında, gözlem altındayken öldürülmesi nasıl açıklanır?
Hrant Dink ve Malatya'da öldürülen misyonerler de bu mantığa göre büyük ihtimalle izleniyorlar ve dinleniyorlardı…
Gözaltındayken nasıl öldürüldüler?
Sorular bunlar…
Çok şey anlatan ve nedense başbakanından yargıcına, savcısından emniyetçisine ve basınına kadar tüm bir sistem tarafından, es geçilen sorular bunlar…
Düşünmek, üzerine gitmek için başka ne kanıt gerekir?
Ergenekon çetesi bile bunları tek başına açıklamaya yetmiyor…
Pontusçuluk gibi temaların bir ölçüde Sevr paranoyasıyla ilgili korkular, bir ölçüde ulusalcı çetelerin elinde bir saldırı ve yaftalama aracı olduğu sanılıyordu.
Ancak görülüyor ki, bunlar, devletin ilgili birimlerinin aldığı dinleme kararı gerekçelerinin gösterdiği gibi, devlet nezdinde ciddi bir sorun ya da bir politika olarak karşımızda.
Asıl sorun kökü burada…
Bu köke ulaşılmadıkça, karanlık noktalar şeffaf hale getirilmedikçe bu ülkede ne Kürt sorunu çözülür, ne örtü sorunu…
Yeni Şafak