Bu seferki Şemdinli davası ve Ferhat Sarıkaya olayı değil. Endişeye mahal yok.
Peşinen yargıya müdahale edenler mağlup. Hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadıkları olaya dair hüküm tesis etmek, HSYK'nın meşruiyetini kaybettirir. HSYK geçmişte olduğu gibi yargıya alenen müdahale ediyor. Anayasa'nın 138. maddesini çiğniyor. Doğrudan görülmekte olan bir davaya ağır bir hukuk dışı müdahale söz konusu. Karmaşık bir hukuk davasını tartışmıyoruz. Terör örgütü üyeliği, vatandaşa iftira gibi çok ağır suçlarla suçlanan bir başsavcı, bir başka başsavcının aylardır yürüttüğü soruşturma sonucunda tutuklanıyor. Bir tek kişinin tasarrufu değil bu. Savcı suçluyor, delilleri sıralıyor ve mahkeme tutukluyor. HSYK ise, deliller hakkında fikir sahibi olmadan bu tutuklamayı yapan savcılara görevden el çektiriyor. Eğer hukuk arıyorsanız, meşruiyet arıyorsanız bir mantık aramanız gerekir. HSYK kararının bir mantığı var mı? Görülmekte olan bir davada, yargıç teminatını ve bağımsızlığını çiğneyerek hüküm tesis etmenin, meşru bir mantığı olabilir mi?
Sonuçta kim kazanır? İşini yapan savcılar, yargıçlar mı? Baştan beri bir davada taraf olduğu tartışılan HSYK mı?Yargı erkinin geçtiği bir sınav bu. HSYK'ya rağmen yargı bu sınavdan yüzünün akıyla çıkacak. Çünkü hukuku uygulayan yargıya kimse telkinde bulunamadı? Kararlarını etkileyemedi. Anayasa'nın 138. maddesi: "Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz" diyordu. "Emir ve talimat" verilmedi mi? "Tavsiye ve telkinde" bulunulmadı mı? Hepsi son üç yılda sistematik olarak ve göstere göstere yapılmadı mı? İşini yapan savcılar ve yargıçlar bize dönüp dedi ki "Biz kimseden emir ve talimat almayız; kimsenin telkinine bakmayız, tavsiyesine uymayız; hukuk ne diyorsa onu uygularız." Semboller üzerinden düşünmeye alışık olduğumuza göre, bir savcıyı tutuklayan ve cezaevine gönderen; generalleri çağırıp sorgulayan yargının bize verdiği mesajın üzerinde dikkatle durmalıyız. Hiçbir telkine boyun eğmeyen yargı, kendisi bize, hepimize bir telkinde bulunuyor. Çok basit, çok sağlam bir telkin. Bize hukuka güvenmemizi telkin ediyor. Hiçbir güce boyun eğmeyen bir yargının bizim hak ve hukukumuzu kararlı ve cesur biçimde koruduğunu söylüyor. Bizim hukukumuza kefil olduğunu gösteriyor.
Bu devletin güvenliğini sağlamakla görevli birimler kafa kafaya vermiş, sahte deliller uydurarak vatandaşına tuzak kurabilirler. Halkın huzurunu korumakla görevli Millî İstihbarat Teşkilatı elemanları, Jandarma'nın üst düzey kadrosu; halk adına halkın hukukunu tecavüzlerden korumakla görevli savcı ve bütün bunların üzerinde koskoca ordunun başındaki orgeneral bir ilde elbirliği ile suçsuz insanlara komplolar hazırlayabilir. Sahip oldukları bütün yetkileri, bütün imkânları ve imtiyazları bu komploları tezgâhlamak için kullanabilir. Karanlık kişilere güvenceler verip yalancı şahitliğe ikna edebilir. Evet bunların hepsini yapabilir. Bunların hepsi yapılabilir. Yapıldı mı? Bilmiyoruz. Yargı soruşturuyor. Yapılırsa ne olur?
Erzincan soruşturmasını yürüten savcı bize, bu kadar derin ve güçlü bir komplo karşısında kalsak bile endişeye kapılmamamızı, hukuka güvenmemizi telkin etti. Ve bu telkinin gereğini yerine getirdi. MİT elemanlarını, Jandarma komutanını ve subaylarını derdest edip tutukladı. Kendi meslektaşını saatlerce sorguladı ve mahkemeye tutuklanmak üzere sevk etti ve tutuklandı. Bu savcı, gücünü hukuktan alıyordu.
Peki HSYK ne yaptı? Yargıç teminatını sağlamak yerine, engel oldu. Peki meşruiyet kimden yana? Hukukun sağladığı meşruiyet kime güç veriyor? HSYK toplanan delilleri nereye saklayacak? HSYK gücünü nereden aldı?
Merak etmeyin. Bu sefer hukuk kazanacak. Çünkü son üç senede görüldü ki bu ülkede savcılar ve hâkimler var. O zaman hukuk da var. Teraziye ağırlığı koyduğunuz zaman önce bir sallanır, sonra dengeyi bulur. O kadar delili saklayacak bir çuval HSYK'da var mı?
ZAMAN