Bu nasıl yargı mantığı?

Ahmet Taşgetiren

Bir yargı reformu yapılması konusunda kimsenin itirazı yok.

Anayasa Mahkemesi bile, Yargıtay bile, kendi sorunlarını ortaya koyuyor ve yargı reformunun kaçınılmazlığına işaret ediyor.

Yargıtay'da görüşülmeyi bekleyen dava dosyası sayısı, bizzat Yargıtay Başkanı'nın konuşmasına göre 1 milyonu bulmuş, davalar dededen toruna intikal ediyor ve adaletin gecikmesi bizzat adaletsizlik haline geliyor. Bundan daha hayati reform gerekçesi mi olur?

Yargıtay Başkanı, "Yargı bütünlüğü açısından Yüce Divan görevi Yargıtay'a verilsin" diyor. Bu da bir reform talebi.

Yargıtay Başkanı, kendi durduğu yere göre bir "Yandaş yargı" uyarısı yapıyor. Ergenekon'u eleştiriyor.

Yargıda siyasallaşma her zamanın problemi.

Anayasa Mahkemesi, dava yükünden şikâyetçi. Üye sayısının artmasını talep ediyor.

Ve siyasi irade de yargı reformunu kaçınılmaz görüyor ki, bir reform taslağı hazırlamış.

Ama gelin görün ki, "Bu reformu kim yapacak" diye sorduğunuzda ve hükümet adına hazırlanan reform taslağı gündeme geldiğinde, yargıda kıyamet kopuyor.

Medya, Adli Yıl'ın açılış toplantısından, Yargıtay Başkanı'nın "Yandaş yargı"ya ilişkin, sözlerini manşete çıkarıyor.

Düşünüyorsunuz ki, yargı, siyasi otoritenin yandaş yargı üretme peşinde olduğu kanaatinde.

Daha ortada fol yok yumurta yok. Bir taslak hazırlanmış ve görüş alışverişine açılmış.

Damga hazır:

Yandaş yargı harekâtı.

Medyamız da eksik olmasın, yandaşlıkta eşi bulunmaz çizgisi ile hemen bu yaftayı alıp piyasaya sürüyor.

Bir incele bakalım, "Yandaş yargı" yaftasını fütursuzca kullanan yargı mensubunun mantığı nasıl işliyor?

O mantıkta bir tutarlılık var mı?

Şimdi soralım:

Bu yargı reformunu kim yapacak?

Meclis yapacak.

Peki, "Yandaş yargı" yaftasının mucitleri, Meclis'e güveniyor mu?

Böyle soru olur mu demeyin.

Hayır, Yargıtay Başkanı'nın HSYK'ya Meclis'in üye seçmesi konusundaki sözlerine bakın, ardından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın sözlerine bakın, ne dediğimi anlarsınız:

İşte Başkan Hasan Gerçeker'den TBMM değerlendirmesi:

"Diğer bazı Avrupa devletlerinde parlamentonun yüksek kurula üye seçme yetkisi bulunduğundan bahsedilmektedir. Ancak söz konusu ülkelerde demokratik parlamenter sistem bütün kural, kurum ve kuruluşlarıyla benimsenmiş ve uygulanmaktadır. Oysa ülkemizde yargı bağımsızlığı, hakim-savcı teminatı, hukukun üstünlüğü, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti gibi anayasal ilkeler hâlâ tartışma konusudur.

Parlamentonun oluşum ve işleyişinde etkin biçimde söz sahibi olanlar parti genel başkanlarıdır. Bu tabloda yasama organı tarafından seçilecek kurul üyeleri yönünden daha seçim aşamasında ve işin başında siyasallaşma söz konusu olacaktır."

Bu ne?

Bu bir Yargıtay Başkanı'nın Meclis'e güvensizlik ilanı.

Bu sözlerin daha açığını ve daha garibini, Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Abdurrahman Yalçınkaya seslendiriyor:

"Yasama organının kurula (HSYK'ya) üye seçmesi, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına aykırı olur. Yargı bağımsızlığı, hakim ve savcılar için değil halk içindir. Siyasi partilerde parti içi demokrasi sağlandıktan sonra HSYK'ya yasama organınca üye seçilebilir. Bunun için Siyasi Partiler Yasası'nda değişiklik yapılması gerekir. Önce siyasi partilerin kendi içinde demokrasiyi sağlaması gerekir. Yani milletvekilleri bağımsız ve hür iradeleriyle karar verebilmelidir. Parti içi demokrasi sağlandığı zaman hiçbir kurumun siyasallaşması mümkün değildir. SPY bu yönde değişirse şüpheler ortadan kalkar. Bu sağlandıktan sonra yasama kurula üye seçebilir."

Bu sözlerin, bir hukuk devletinde ve hukuk adamları tarafından söylenmiş olması ne kadar gariptir.

Neredeyse tüm Meclis iradesini, parti başkanlarının seçiciliğine indirgeyen bir anlayış...

Türkiye, bugüne kadar bu anlayışa, genelde TBMM'yi ıskat eden darbecilerin söylemlerinde rastladı.

Bu anlayışın yargıya hakim olduğunu düşünmek, Türkiye'yi ürkütür.

Türkiye'de sık sık jüristokrasi (yargıçlar iktidarı) gündeme gelir.

Meclis iradesini küçümseyen bu yaklaşım, tam da o jüristokrasi görüntüsü vermiyor mu?

Gerektiğinde, yargı alanını düzenleme yetkisine sahip bir kurumu, yargının küçümsemesi, işte asıl bu, herhangi bir Avrupa ülkesinde rastlanmayacak olan şeydir.

Türkiye evet, henüz demokrasi konusunda Avrupa standartlarını yakalayamadı.

Ama işte orada, kurumların kendi anayasal statüsünden öte güçler kullanmasının etkisi var.

Bu kimi zaman askeri irade oluyor, kimi zaman Meclis'i bile küçümseyen yargı...

Yargı reformu, işte asıl bunun için hayati bir zaruret halini almış bulunmaktadır.

BUGÜN