Anne-babalar veya ailenin büyükleri, çocukları için, doğmadan önce bile isim düşünürler.. Bu isimler ya çok sevdikleri yakınlarından birisinin ismidir; ya da, inanç sistemlerinden, tarihten ve hattâ efsanelerden bir sembol kişinin adı olur.
Kezâ, bir teşekkül, bir dernek, bir siyasî birlik veya itiqadî veya felsefî vs. bir cemaat, bir çatı altında bir araya gelmek isteyenler de, kendi gönüllerine yatkın gelen hangi isim varsa, onu tercih ederler.. Meselâ, son günlerde mâlum birilerini çok rahatsız eden bir isimlendirmede de görüldü, bunun önemi..
Çünkü, yeni bir sismik araştırma ve sondaj çalışmaları için son derece gelişmiş teknolojilerle donatılmış bir gemiye, Başkan Erdoğan’ın tensibiyle, ‘Abdulhamîd Han’ adı verilince, birileri küplere bindi. Bunlardan, birisinin, hemen, vefatı üzerinden 104 sene geçen 2.Abdulhamîd’i kötülemek için, onun zamanında Japonya’ya gönderilen Ertuğrul gemisi ve o geminin dönüş yolunda fırtınada batması ve 587 denizcinin vefat ettiği faciayı da Abdulhamîd Han’ın günahlarına ekleyip, ‘Böyle birinin adının yeni bir gemimize verilmesi gerçekten de tam isabet olmuştur’ diye, aklınca dalga geçmeye çalışmış..
*
Evet, isimlendirmeler her zaman önemlidir.
Meselâ, son günlerde duymaya başladığımız ve her Müslümanı rahatsız etmesi gereken bir isimlendirme de böyle..
‘Konya’da İslâm Oyunları..’ diye başlıyor, bazı haberler..
Bu oyunlar 5’inci kez ve de, adı, ‘İslâmî Dayanışma Oyunları', ‘İslâm İşbirliği Teşkilatı’nın kararlarına göre’ yapılıyormuş.. Ama, bu etkinlikteki o ‘dayanışma /solidarity’ kelimesi de çizilmiş.
İngilizcesi, ‘ISLAMIC SOLIDARITY GAMES’ olan bu isimlendirme başka dillerde aynı şekilde hafif mânalara gelmeyebilir. Ama, bu isimlendirmeyi türkçeye tercüme edenlerin ve o tercümeyi aynen alıp, ‘İslâm’ ve ‘oyun’ kelimelerini milletimize bu şekilde birlikte sunanların hiç mi İslâmî hassasiyetleri yokmuş?
Başka dünyalardan İslâm’la ilgisi olmayan düzenlemeleri alıp, başına ‘İslâm’ kelimesinin getirilmesiyle o düzenlemeler İslâmî mi olur?
*
‘Oyun’ kelimesi, ‘sportif mânada kullanılmıştır’ denilecek olsa bile, İslâm’ın bu isimlendirmede yeri nedir? Hattâ, ‘müslüman ülkeler arası sportif karşılaşmalar’ denilse bile, İslâmî gereklere ve hassasiyetlere riayet edilmeksizin icra olunan bazı sporların ve sporcuların durumu nasıl te’vil edilecektir?
* Geçen senelerden birinde, Özbekistan ve Suûdi Arabistan futbol takımları maç yapıyordu, Taşkent’te.. İki tarafın halkı da müslüman..
Taraflardan birisi gol atınca, tarafdarlarının hançerelerinden, ‘Allah’u Ekber!’ nidâları yükseliyordu, karşı tarafta ise derin bir sessizlik.. Traji-komik bir durum..
45-50 yıl öncelerde de Muhammed Ali Clay, boks maçına çıkar, önüne geleni devirir ve müslüman kitleler bu galibiyeti ‘İslâm’ın zaferi’ olarak görürlerdi. Ama, bir keresinde Muhammed Ali yenilince, kitleler ne diyeceklerini bilemedilerdi.
Spor’cuların galibiyet ve mağlubiyetlerine göre yükselen veya itibardan düşen bir inanç sisteminden ve hele de İslâm’dan nasıl söz edilebilir?
Bu konularda Gençlik ve Spor Bakanı’ ne diyecektir?
*
**
Bir diğer konu..
Alevî Müslümanlar’a bir soru: ‘Hangi İslâm mâbedinin içinde fotoğraf veya resim var?
Müslümanların mâbedlerinin Kur’ân’daki ortak adı, ‘mescid’dir, secde kökünden gelir ve ‘secde edilen yer/ mekân’ demektir.
Cuma ve Bayram namazları gibi büyük katılımların olduğu ‘mescid’lere, bazı müslüman coğrafyalarında, ‘büyük kitlelerin toplandığı mescid’ mânasında, ‘mescid-i câmi’ denilir, ama, bu bizde büyük mescidlere câmi, daha küçük mâbedlere ise ‘mescid’ şeklinde yerleşmiş bulunuyor. Ama, çok çok büyük ve geniş mekânları kapladıkları, yani, bizdeki mantıkla, ‘câmi’ denilebilecek durumda oldukları halde, Mekke’de, ortasında Kâbe’nin bulunduğu mekânın adı, ‘Mescid’ul’Haraam’, Medine’dekinin adı da ‘Mescid-un’Nebî’dir.
*
‘Alevî Müslümanlar’ın ‘câmi’ veya ‘mescid’ sözlerinden kaçınmaları, diğer Müslümanlarca anlaşılır değildir.. Bu konuda alevî halk kitlelerinin tevatüren dillendirdikleri ‘Hz. Ali’nin mescid’de katledilmiş olması’ mâkul bir gerekçe değildir ve ‘alevî Müslümanlar’ın mescidlere - câmilere gidip ibadet etmelerine kimse de karşı çıkmaz. Nitekim, halkının büyük kısmı Caferî -alevîlerinden oluşan İran’da da, bütün müslüman mâbedlerine ‘mescid’ denilir.
*
Bu açıdan bakıldığında ‘cemevi’ denilen mekânlar, Anadolu köylerinde, mescidlerin yanı başındaki köy odalarını hatırlatıyor. Bu gibi fotoğraflar ancak oralarda bulunabilir.
‘Hayır, burası bizim mâbedimizdir..’ denilecekse; Müslümanların mâbedlerini ayırmamaları temenni olunurdu.. Dahası, müslüman mâbedlerinde insan ve diğer canlıların resim, ve fotoğrafları veya yontuları, büst veya heykelleri vs. bulunmaz.. Ama, onların da, ileride, cemevlerine aynı mantıkla girmesine de yol bulunabilir.
Alevî Müslümanlar’a samimî olarak ifade edelim ki, Hz. Peygamber (S) ve diğer İslâm büyüklerinin sembolik ve de şemail kitablarındaki tariflere göre çizilmiş hayalî resimlerine yer verilmez. Ayrıca, bunlar câhil halk kitlelerinin zihninde putlara dönüşür. Hz. Ali’yi temsil ettiği iddia olunan resmi de, ilk kez, bir İtalyan ressamın çizdiğini yazmıştı kitablarında; güçlü bir şiî müslüman âlimi olan merhûm Murtezâ Mutahharî..
Aynı soru, Hacı Bektaş-ı Velî’nin hayalî çizim resmi için de tekrarlanabilir..
Ve aynı şekilde, ‘İslâm inancını taşımadığını bizzat ifade ettiği bilinen bir siyasetçi’nin fotoğrafının yeri ve işi nedir oralarda?..
*
Alevî dedesi olan İzzeddin Doğan isimli prof. yıllarca önce, bir kısım ‘alevî’lerin, ‘Bizim Ali’miz, arabların Ali’si değildir..’ demeleri üzerine, ‘Allah’sız, Muhammed’siz, Ali’siz bir Alevîlik nasıl olur?’ diye itiraz etmişti.
Maalesef, bir kısım ‘alevî’ler hele de Almanya da, kendilerinin ‘ayrı bir din’e mensub olduklarını kanunen kabul ettirdiler.. Ve onların uzantıları buradaki namazında-niyazında alevî Müslümanları da zann altına sokuyor.
*