Yusuf Kaplan / Yeni Şafak
Anayasa, toplumsal sözleşmedir. Bir toplumun anayasası, o toplumun ruh köklerini, tarihî derinliğini, anlam haritalarını ve medeniyet iddialarını yansıtır.
Bizim böyle bir anayasamız olmadı bir asırdır! Bu toplumun, kendi anayasasını yapmasına izin verilmedi. Ülkede yapılan bütün anayasalar ithal!
Bu topluma Fransız, İsviçre, faşist İtalya'dan ithal edilen anayasalar dayatıldı.
İyi de neden?
*
Bugün, burada daha önce yayımlanan bir yazımı anayasa tartışmalarına katkı sunması bakımından gözden geçirerek, güncelleyerek yeniden yayımlıyorum.
TOPLUMA ANAYASA YAPTIRILMADI!
Bu topluma anayasa yaptırmak istemiyorlar hâlâ! Yaşadığımız terörün, iç ve dış kuşatmanın nedenlerinden biri de bu!
Türkiye'de en temel sorunlarımızdan biri, bir meseleyi olduğu gibi değil de, tersinden, takla atarak, anlamak ve tartışmak. Siz buna ikiyüzlülük de diyebilirsiniz, münafıklık da, yerine göre.
Yakıcı sorun şu, anayasa faslında: Türkiye'de anayasa ile İslâm arasında doğrusal/ birbirini besleyen, birbirini çeken bir ilişki yoktur; aksine, birbirini iten ters bir ilişki/ ilişkisizlik vardır.
Eğer bu meseleyi gözardı etmeye devam edersek, bu toplumun sorunları, daha katmerlenir ve kontrolden çıkar.
Bu toplum, kendi inançları ve değerleri doğrultusunda anayasa yapamayacaksa, bu toplumun bağımsızlığından ve varlığından söz edilemez!
İSLÂM'SIZ ANAYASA, ANAYASASIZ TOPLUM!
Mesela anayasa ile İslâm kelimelerini birlikte kullanmak bile tedirgin ediyor bazı çevreleri.
Neden?
Çünkü hemen zorba, iki yüzlü oportünistler, tastamam celladına âşık, “zihinsizleştirilmiş zihin” hastalığından muzdarip yazarlar,kapıkulları, tasmalı çekirgeler, “Vay, sen misin, bunu söyleyen?” diyerek haber yapıp, hatta manşet yapıp ilkel bir saldırı başlatabilirler. Çünkü vicdanla, din'le, iman'la sorunlu hatta kavgalı adamlar bunlar.
İkincisi, anayasa ile İslâm kelimelerini birlikte kullanmak, bazılarının, “Sırası mı şimdi? Bir çuval inciri berbat etmeyelim,” şeklinde birvaziyeti kurtarma kaygısıyla hareket etmelerine yol açabilir.
Ama böyle yapmakla bu insanlar, Türkiye'deki temel sorunu, Türkiye'nin İslâm'ı ne yapacağı, İslâm'ı neden itip kaktığımız, aşağıladığımız, devletin hayatından da, milletin hayatından da uzaklaştırma kavgası verdiğimiz sorununu bir kez daha ertelemiş olurlar, olacaklar.
Oysa yeni bir anayasanın yapıldığı bir zaman diliminde, anayasa ile İslâm, Türkiye ile İslâm arasında kopan, niçin koptuğu açıklanmayan bu hayatî ilişkisizlik sorununu şimdi konuşmayacaksak ne zaman konuşacağız?
“Hele şu anayasayı iyi kötü yapalım, ondan sonra konuşuruz,” diyenler bu ülkede hep dayak yemeye, hep itilip kakılmaya alışmış kişilerdir.
Anayasa yapılmadan önce en ateistinden en laikine, en dindarından en gayr-ı müslimine kadar herkes konuşmalı, kendi taleplerini, duyarlıklarını, önceliklerini dillendirmeli, elbette.
Ancak bizim bu ülkede atladığımız, asıl yakıcı gerçek şu: Anayasayı toplum yapar. Anayasa, toplumun temel değerlerinin, ruh köklerinin, tarihî derinliğinin, medeniyet tecrübesinin, dünyaya bakışının, bakış açılarının, anlam haritalarının özü ve özetidir.
Peki, Türkiye'de böyle midir?
Hayır.
Türkiye'de yapılan kimliksiz, ithal anayasa'larla, bu ülkede İslâm'la ilişkisi sürgit problemli, tarihsiz, medeniyet bilinci yok edilmiş, ufku daraltılmış, nevzuhûr, köksüz, “soysuzlaştırılmaya çalışılan” bir toplum icat edilmeye çalışılmıştır.
Şu soru bu yakıcı gerçeği anlamak için kâfi: Gelinen noktada, geliştirilen kültür, Bach'ların ve Itrî'nin, Mahler'in, Wagner'in ve Meraği'nin soylu kültürü müdür; soysuzlaşmanın, soytarılaşmanın ürpertici, mankurtlaştırıcı örnekleri mi?
TOPLUM YOKOLUŞA DİRENDİ, KENDİ ANAYASASINI İSTİYOR...
Bu konuda kısmen başarılı olunmuştur ama toplumun İslâm'dan uzaklaştırılma çabaları geri tepmiştir.
Bu toplum müslümanlığını hatırlamış, İslâm'ın bu ülkenin hayatının her alanından sömürgeci Batılıların yapamayacağı bir hızla ve cesaretle uzaklaştırıldığını görünce bu duruma “dur” demiş, müdahale etmeye başlamıştır. Ama bu müdahale ne kadar anlamlı ve etkili bir müdahaledir, bunu söylemek çok zor.
Fakat şurası kesin: Bu toplum anayasalarla içerden teslim alınmış, anayasalar marifetiyle İslâm'la arası açılmayaçalışılmıştır: Başörtüsü yasağı bunun en berbat, en aşağılık, en ilkel örneğiydi. Bir ülke, kendi çocuklarına bu kadar zulmedebildi, değil mi?
Anlaşılır ve hazmedilir bir şey değil bu. Bir toplum, kendi anayasasını, kendi inançları, dünya ve hayat tasavvuru, anlam haritaları ve değerleri doğrultusunda kendisi yapar. Başka türlüsü millete zulümdür. Ülkenin önünün kesilmesi demektir.
Türkiye'nin anayasaları, önce İslâm'ı, İslâmî iddiaları anayasadan çıkardı; sonra da bu toplumu, İslâmî iddialardan vazgeçirerek tanınamaz, tuhaf, Batılıların karikatürü, komedyası, kompleksli bir toplum hâline getirmeye çalıştı.
Bu tam bir köleleşme biçimidir. Dışardan sömürgeleştirilemeyen bir toplumun içerden teslim alınması, kendi kendini sömürgeleştirme aymazlığına soyunmasıdır! Tarihte bir başka örneği olmayan bir kültürel ve varoluşsal intihardır bu!
15 TEMMUZ'DAN SONRA MİLLET ANAYASASINI KENDİSİ YAPMAK ZORUNDADIR!
Bu durum böyle gitmez. Hele de 15 Temmuz'dan sonra aslâ böyle gidemez: Millet, 15 Temmuz'da devleti de, ülkeyi de kurtardı ve duruma el koydu! Anayasasını da kendi eliyle, kendi değerleri doğrultusunda yine millet yapacak!
Özetle: Bu toplum, kendi anayasasını, Batı'dan ithal edilen ve bizi kültürel olarak Batılıların kölesi hâline getiren laik değerlere göre değil, kendi değerleri ve medeniyet dinamiklerine göre kendisi yapmak zorundadır. Bu konuda taviz verilmemelidir. Bu mesele, Türkiye'nin bağımsızlığıyla, istiklal ve istikbal mücadelesiyle ilgili hayatî bir meseledir, vesselâm.