Bu kaçıncı kaza?

Ali Bulaç

Zonguldak Kilimli'deki grizu patlamasında meydana gelen kazada 30 kişi hayatını kaybetti. Bu facia ne ilktir ne son olacak.

Son 69 yılda kömür ve maden ocakları 4 bin kişiye mezar oldu. 384.873 kişi de yaralandı. Kazayla ilgili Başbakan Erdoğan'ın söyledikleri çok manidar: "Bu bölge bu tür kazalara alışık." Sadece bu bölge değil, kömür ve maden çıkartılan her yer maalesef alışık. Kazaların irili ufaklı olması yetkilileri bir türlü köklü tedbir almaya sevk etmiyor. 1992'de Kozlu'da 263 madenci hayatını kaybetmişti. Bunun, yetkilileri tedbir almaya sevk edeceği bekleniyordu. Beklentiler boşa çıktı. Dahası, bu hafta 30 kişiye mezar olan ocakta 2 Haziran 2006'da 17 kişi ölmüştü. Balıkesir Dursunbey Odaköy'de (23 Şubat 2009) meydana gelen kazada ölenlerin sayısı 17, Bursa Musta-fakemalpaşa'da (10 Aralık 2009) ölenlerin sayısı 19 idi.

Madencilik riskli bir işkolu. Ama çalışanların iş güvenliğini ve sağlığını sağlayan ülkelerde kazalarda önemli azalmalar gözleniyor. Türkiye'deki kazalar Avrupa'da olanların 4,5 katı. Dünyada kazaların en yüksek kaydedildiği üç ülke Çin, Rusya ve Türkiye. Bir de elbette Afrika'da bazı ülkeler.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, bize hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir dille, gerekli tedbirlerin alındığını söyledi. Yine de 30 kişi hayatını kaybetti.

Takdir-i İlahi. Kim takdire karışabilir? Haşa, bu bizim haddimiz değil. Her işte Allah'a tevekkül edeceğiz elbette. Sorun şurada ki, "Önce deveni bağla sonra Allah'a tevekkül et." buyurmuş Efendimiz. Bu durumda biz "takdiri İlahi"yle değil, "tedbir-i beşeri"yle ilgilenmeliyiz. O zaman Sayın Bakan'ın bizi "insani tedbir"ler konusunda ikna etmesi gerekir. Üç ihtimal var:

1) Ocaklarda iddia edildiğinin aksine "yeterli tedbir" alınmamıştır;

2) Tedbir alınıyor, ama bilinenlerin dışında alınması gereken başka/ilave tedbirler var.

3) Ocaklarda bugünkü bilgi ve teknolojik donanım daha fazla tedbir almaya imkân tanımıyor. Buna rağmen her seferinde onlarca işçinin canı pahasına ocakların çalıştırılmasına göz yumuluyor.

Bence doğru olanı ilk şıktır. Yeterli tedbir alınmıyor. Sebebi gayet açık. Vahşi kapitalizm, maliyetleri mümkün ölçülerde düşürmeyi gerektiriyor. İşletmeler ister Çin ve Rusya'da olduğu gibi devletlere ait olsun, ister bizdeki gibi özel firmalara ihale edilmiş olsun, "tedbir alınıyormuş gibi" yapılıyor. Kazalardan birinci derecede sorumlu hükümetlerdir. Taşeron usulü işletme formülü kazaların sayısını ve zayiatın çapını daha da artırıyor. Devlet kapitalisti ülkelerde ise zaten kimse hesap soramıyor.

Çin ve Rusya'da uygulanan "devlet kapitalizmi" ile bizdeki kapitalizm arasında mahiyet farkı değil, derece ve form farkı var sadece. Devletin piyasa ile ilgisi, dolaylı vergilerin oranını daha çok artırmak için küçük ve orta ölçekli esnafı tarassut maliye hafiyeleriyle takip altında tutmak ve iç piyasada istediği gibi at oynatan küresel piyasayı rahatsız edecek her itirazın önüne geçmek. Sendikalara bakın, hepsi "sarı renge" boyanmış. 194 bin Avroluk Mercedeslere binen sendika başkanlarının sesi sedası çıkmıyor.

Bu son kazada tek tesellimiz, Sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, bir türlü ardı arkası kesilmeyen kazaları araştırmak üzere Devlet Denetleme Kurulu'nu harekete geçirmesi oldu. Hiçbir yetkilinin üstüne sorumluluk almadığı, ilgili bakanın istifa etmeyi aklından geçirmediği bu kaza vesile olur da, DDK köklü bir araştırma yapar ve sorunun kaynaklarına inerse "tek kazancımız" bu olacak.

Her sene Meriç Nehri taşar ve her sene Bulgarlar baraj kapaklarını açar, Trakya'yı, evleri ve tarlaları sular basar. İnsanlar perperişan olur. Kimsenin aklına bu fazla suları kanalize etmek üzere baraj yapmak, kanal açmak gelmez. 500 sene önce Sokullu Mehmet Paşa, Karadeniz'i Hazar'a bağlamayı planlamıştı. İngiltere ve Fransa deniz altından birbirine bağlandı. Fakat bizde her sene aynı facialar yaşanır ve hiç kimse sorumluluğu üstüne almaz. Hayatını kaybeden 30 insan yüreğimizi parçaladı. Allah rahmet etsin.

ZAMAN