Çok değil bir ay öncesine kadar, ülkede savaşın bitmekte olduğuna, barışın kıyısına ulaştığımıza dair müthiş bir umut hâli vardı. Seçim dönemine girdiğimiz son 5-6 ayda duraklama evresine girmiş olsa da çoğunluk Çözüm Süreci’ne büyük umutlar bağlamıştı. Ülkenin batısında, savaşın 30 yılı boyunca işi devlete havale etmiş olan halkın sürece desteği yüzde 70’lerdeydi. Savaşın ağır yaralısı Kürt bölgelerinde ise bu destek % 90’ları buluyordu.
Sürecin rayında ilerlediği 2,5 yıl boyunca tüm Türkiye toplumu yüz yıllık ezberlerinden sıyrılıyor, batıda Kürt fobisi kırılırken doğuda da yüz yıldır gitmeyen yatırım, istihdam kıpırdanıyor, turizm canlanıyor, yasaklı yaylalarda festivaller düzenleniyor, çıkılamayan dağlarda kış turizmi etkinlikleri organize edilmeye başlanıyordu. Ülkenin batısıyla doğusundaki STK’lar daha önce hiç olmadığı kadar iletişim kuruyor, birlikte ve karşılıklı ortak işlere imza atıyorlardı. Daha önce devletin acımasızca yaktığı ormanlar yeniden yeşeriyor, hatta savaş nedeniyle bölgeyi tamamen terk etmiş hayvan türleri tek tük de olsa doğal ortamlarında yeniden görülmeye başlanıyordu.
Güzel bir rüyada gibiydik. Sonra birden, kimsenin beklemediği bir anda, ortada dişe dokunur hiçbir sebep yokken silahlar patladı. Kürt halkının özgürlüğü için mücadele ettiğini söyleyen PKK, Kürt halkı cumhuriyet tarihindeki en yüksek siyasal temsil gücüne ve meşruiyete, Türk halkı gözünde de o ana kadarki en üst düzey yakınlaşma ve eşitlik derecesine ulaşmışken ‘devrimci halk savaşı’ ilan ediverdi. Bizler de kendimizi koyu bir kâbusun içinde buluverdik.
Bazıları 15-16 yaşında Kürt çocukları, PKK bayraklarına sarılı tabutların içinde, “Şehit Namırın”sloganlarıyla sokaklarda taşınıp toprağa verildiler. 20’li yaşlarında Türk-Kürt çocukları nizamiyede nöbet tutarken, çarşı izninde gezerken, eşiyle alışveriş yaparken, hatta uykularında enselerinden vurularak, Türk bayraklarına sarılı tabutlar içinde, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” sloganlarıyla sokaklarda taşınıp toprağa verildiler. Öyle görünüyor ki verilmeye de devam edecekler.
30 yıllık savaş boyunca çok defa tecrübe ettik. Eninde sonunda tekrar masaya dönülüyor. Ama o arada, toprağın üzerinde yaşayacak daha 50-60 yılı olan gencecik insanlar, savaş ağalarının hırsları uğruna, artık yorulmuşluk hissinden başka bir şey vermeyen ‘cenaze sloganları’ eşliğinde toprağın altına giriveriyor.
Yine aynısı oluyor işte. Şu anda yapabileceğimiz yegâne şey masaya dönüş yolunu kısaltmak gibi görünüyor. Masaya bir gün erken dönersek belki bir canı daha kurtarabiliriz. Ancak Çözüm Süreci ne ismiyle, ne biçimiyle ve belki ne de muhataplarıyla aynı biçimde sürdürülecek. Yine de önce masaya dönmek gerek. Masaya dönüşün olmazsa olmaz şartları tartışılıyor. Ben de aşağıdaki bildiride yer alan şartlar bir an evvel yerine getirilmeden masaya dönüşün hayal olduğunu düşünenlerdenim. Sözü BarışaBak Platformu’nun çağrısına bırakıyorum:
Yeniden Barışa Bakalım
1984’teki ilk PKK saldırısından beri yitirilen canları sayıyoruz. Bin, beş bin, on bin, yirmi bin, kırk bin, elli bin… Çözüm Süreci’yle ölümler durmuş, tam da bütün ülke barışın kapıda olduğuna ikna olmuşken, PKK ateşkesin bittiğini ve ‘devrimci halk savaşı’nın başladığını ilan etti. Ve can sayacı yeniden dönmeye başladı. İki haftada birkaç yüz canımız daha gitti. Daha ne kadar gideceği de belirsiz.
Her şeye rağmen, devrilen masayı yeniden ayakları üzerine oturtmak, kalıcı barışa ulaşana kadar silahın değil sözün gücüne dönmek mümkün.
Çözüm masasına dönmek ve yeniden barışa bakabilmek için çağrımızdır:
PKK;
Türkiye’deki yasadışı tüm faaliyetlerine kayıtsız, şartsız ve derhal son vermelidir. Türkiye’ye karşı silahsızlanacağını, tüm silahlı unsurlarını sınır dışına çıkaracağını, bunun için bir silahsızlanma kongresi toplayacağını, ulusal ve uluslararası kamuoyuna, yerli-yabancı basın ve gözlemciler önünde, açık, net, kesin ve hiçbir kuşkuya mahal vermeyecek bir dille ilan etmelidir. Hemen önümüzdeki günlerde toplayacağı kongre için günü saati belli bir tarih vermeli, silahlı unsurların çıkışının tamamlanacağı günü ilan etmeli ve bu süre için devletten geçici ateşkes talep etmelidir.
Sayılanların hiçbiri yeni olgular değildir. PKK tümü için Mart-Nisan 2013’te söz vermişti, tutmadı. Şimdi sadece verdiği sözü tutması yeterlidir. Üstelik bu sayede, itibarı zedelenen sivil siyasi aktör HDP’nin de alanı genişleyecektir.
Devlet;
Yukarıdaki talepler yerine getirilir getirilmez operasyonları durdurmalı, silahlı unsurların en kısa sürede sınır dışına çıkışına gerekli zemini oluşturmalıdır. Geçecek süre zarfında sivillere gelebilecek zararlar konusunda alabildiğine hassas davranmalı, çözüm için fırsatların tükenmediğini topluma hissettiren bir yaklaşım içinde olmalıdır.
Medya;
Kışkırtıcı savaş dilinden vazgeçmeli, çatışmacı değil, uzlaşmacı barış diline dönmelidir. Çatışmaların başlamasıyla birlikte toplumda uç veren Kürt düşmanlığını körükleyici, yaftalayıcı kavramlardan uzak durmalı, barış gazeteciliği ilkesine uygun yayıncılık yapmalıdır.
Tümü çok basit olan bu adımların vakit kaybetmeden atılması halinde çözüm masasına dönmek işten bile değildir. 30 yıllık savaş yorgunu Türkiye halkları bu kadar fedakârlığı çoktan hak etmiştir.
BarışaBak Platformu
serbestiyet.com